(…) belası : -den dolayı, sebebiyle. Örnek Kullanım : ?İlme karşı saygı belası olarak dinlemek zaruridir.? -Y. K. Beyatlı.
(…-masıyla …-mesi) bir olmak : çabucak olmak. Örnek Kullanım : ?Ne var ki doldurduğu bardağı eline almasıyla suratının buruşması bir oldu.? -E. Şafak.
(bir işe) burnunu sokmak : gerekmeden her işe karışmak. Örnek Kullanım : ?Bir kere burnumu sokmuştum işin içine, sonuna kadar gitmekten başka çare yoktu.? -E. Bener.
(bir işin) başında olmak : 1) yöneticisi olmak. Örnek Kullanım : Senin müdür başımda olduğu sürece bana da rahat yüzü yoktur. 2) işe sahip çıkmak.
(bir işin, şeyin) başına oturmak : bir işi yapmaya başlamak, işe koyulmak. Örnek Kullanım : ?Kendine güvenini tam bulduğu, oyununu yazabileceğine inandığı gün oturacaktı masanın başına.? -N. Cumalı.
(bir şey birinin) başının altından çıkmak : birinin hilesiyle yapılmak. Örnek Kullanım : ?Anlaşıldığına göre bu iş Saniye’nin İstanbullu anasının başının altından çıkmıştı.? -R. N. Güntekin.
(bir şey birinin) belini bükmek : çaresizlik içinde bırakmak. Örnek Kullanım : ?Şu kör olası işsizlik belimi fena hâlde büküyordu.? -H. Taner.
(bir şey birinin) boyunu aşmak : kişinin gücünün, yeteneğinin, yetkisinin üstünde olmak.
(bir şey için) birebir gelmek : etkisini hemen ve kesin olarak göstermek. Örnek Kullanım : ?Şeftali suyu ile yapılacak gargaranın sonradan olma kekemeliğe birebir geleceğini söyler.? -S. Birsel.
(bir şey) bini aşmak : çok fazla olmak, sınırı aşmak.
(bir şey) buradayım diye bağırmak : göze çarpacak bir yerde bulunmak.
(bir şeyden) baş alamamak : çok uğraştıran bir konu yüzünden vakit ve fırsat bulamamak. Örnek Kullanım : ?Benim hilem hurdam yoktur, canı isteyen baktırmasın, zaten bu sanattan memnun değilim. Lakin baş alamıyorum ki.? -H. R. Gürpınar.
(bir şeyden) baş almak : fırsat bulmak. Örnek Kullanım : ?Ara sıra işten baş aldıkça Semiha’yı özlüyordum.? -R. N. Güntekin.
(bir şeyden) başını alamamak : bir şeyden kurtulamamak. Örnek Kullanım : Dertten başını alamıyor.
(bir şeyi birinin) başına sarmak : birine musallat etmek.
(bir şeyi) başlangıç tutmak (almak) : bir işi, bir dönemin, başladığı nokta veya tarih olarak kabul etmek, belirtmek. Örnek Kullanım : ?Tarihler, bu sorunu açıklarken 1071 yılını başlangıç tutarlar.? -C. Uçuk.
(bir şeyi) bir köşeye atmak : gerektiğinde kullanılmak için bir yere koymak.
(bir şeyin) başına geçmek : 1) görevi altında bulundurmak 2) bir işin yönetimini ele almak 3) bir işi yapmaya başlamak 4) bir şeyin etrafında toplanmak, yer almak. Örnek Kullanım : ?Adam ağır adımlarla gelip masanın başına geçiyor.? -E. M. Karakurt.
(bir şeyin) başında beklemek (durmak) : yanında durup gözetlemek. Örnek Kullanım : ?Birkaç fukara köylü sabaha kadar cenazenin başında bekleyerek Kur’an okudular.? -Halikarnas Balıkçısı.
(bir şeyin) başını beklemek : 1) gözetlemek 2) hastanın yanında bulunmak.
(bir şeyle) başa çıkmak : bir şeye gücü yetmek. Örnek Kullanım : ?Varsın kıraç olsun tarlam / Taşlarını ayıklayacağım / Kazmayı sallayacağım / Karar vermişim / Toprakla başa çıkacağım? -O. V. Kanık.
(bir şeyle) başı hoş olmamak : bir şeyden hoşlanmamak. Örnek Kullanım : ?Benim içki ile başım hoş olmadı, şampanyadan sonra ha bire yedim durdum.? -B. Felek.
(bir yere) baş tutmak : elebaşı olmak.
(bir yere) başını sokmak : barınacak bir yer bulmak. Örnek Kullanım : ?Çok şükür başımızı bir yere soktuk, şimdilik tatlı söyleyelim tatlı yiyelim.? -Z. Selimoğlu.
(bir yola) baş koymak : bir şey uğruna ölümü göze almak. Örnek Kullanım : ?Çeşitli tehlikelerden var olduğunu bilerek bu işe girişip baş koymuşlardı.? -O. Aysu.
(biri ötekinin) babasına rahmet okumak : hakkında iyilik düşünmemek.
(biri, bir şey) bir yana dünya bir yana : bir varlığa çok değer verildiğini anlatmak için kullanılan bir söz. Örnek Kullanım : ?Mercan Usta bir yana dünya bir yana.? -Halikarnas Balıkçısı.
(birinden) buz gibi soğumak : birinden tiksinmek.
(birine karşı) boynu eğri olmak : herhangi bir sebeple birine karşı direnecek veya söz söyleyecek durumda olmamak.
(birine) balta olmak : argo direnerek bir şey istemek, asılmak, musallat olmak. Örnek Kullanım : ?Yeryüzünde balta olacak bundan daha belalı bir adam olacağını tasavvur edemiyorum.? -E. İ. Benice.
(birine) beddua sinmek : ilencin tutması yüzünden birinin işi sürekli ters gitmek.
(birine) biliş çıkmak : tanımak, önceden tanış olmak. Örnek Kullanım : ?Hiç kimse bu kara yağız garip yiğide biliş çıkmadı.? -K. Tahir.
(birine) bok yemek düşmek : kaba birinin bir işe karışmaması, burnunu sokmaması gerekir.
(birine) borçlu bulunmak (olmak) : borçlu duruma düşmek. Örnek Kullanım : ?Dehasını, geçirdiği sara nöbetlerinin şokuna borçlu bulunuyordu.? -H. Taner. ?Fakat ben bu ağırlığı o kadar az yükleneceğim ki söylemeye borçlu olduğumdan bir adım ileri geçmeyeceğim.? -N. F. Kısakürek.
(birini) bir pula satmak : bir kimseyi bir çıkar uğruna harcamak.
(birini) bozuk para gibi harcamak : değerini düşürecek biçimde bir kimseden yararlanmaya kalkışmak.
(birini) burnundan yakalamak : birini yönetimi altına almak, kaçamak bulamayacağı duruma getirmek. Örnek Kullanım : ?Muhasebe ile defter tutma işlerini de üzerine aldığından milleti burnundan yakalamıştı.? -T. Dursun K.
(birini, bir şeyi) başıboş bırakmak : üstünde hiçbir baskı veya denetim bulundurmamak, kendi havasına bırakmak. Örnek Kullanım : ?Durgun sular, başıboş bıraktığım sandalı / Yalıların önünden geçirdi yavaş yavaş? -F. N. Çamlıbel.
(birinin) bam teline basmak (dokunmak) : en çok kızacağı şeyi yapmak veya sözü söylemek. Örnek Kullanım : ?Firuzan bam teline basıyor, aksi sesler çıkarıyor.? -H. E. Adıvar.
(birinin) baş (başının) belası olmak : sıkıntı, üzüntü, eziyet vermek. Örnek Kullanım : ?Benim bir köpeğim vardır. Başımın belası!? -S. F. Abasıyanık.
(birinin) başı için : ?çocuğumuzun başı için, annenizin başı için? vb. sözlerde değerli bir kişi ortaya konarak kullanılan ant veya yalvarma sözü. Örnek Kullanım : ?Aman Ali Bey’in başı için beni ele vermeyin.? -M. C. Kuntay.
(birinin) başına çalmak : bir şeyi öfkeyle, nefretle geri vermek.
(birinin) başına çıkmak : birinden yüz bulup ona karşı pek şımarıkça davranmak. Örnek Kullanım : ?Hizmetçi kadınlarla içli dışlı olmamak, onlara mesafeli davranmak gerekirdi, yoksa başınıza çıkarlardı.? -T. Uyar.
(birinin) başına çorap örmek : birine, haberi olmadan kötü duruma düşürücü davranışta bulunmak. Örnek Kullanım : ?Ya başına bir çorap ördürüsrse?? -O. Kemal.
(birinin) başına dikilmek : 1) birinin yanından uzaklaşmamak, onu denetim altında bulundurmak 2) bir işi yaptırmak için yanında ayakta durmak 3) bir şeyin yanında ve ayakta beklemek. Örnek Kullanım : ?Gidip iskelenin başına dikiliyor gelen yolcuyu buyur etmek için.? -Z. Selimoğlu.
(birinin) başına ekşimek : 1) ağır yük olmak 2) üstüne kalmak.
(birinin) başına gaile açmak : sıkıntı yaratmak, üzüntü vermek. Örnek Kullanım : ?Devletin başına sayısız gaileler açmak yolunda hiçbir fırsatı kaçırmadı.? -S. Ayverdi.
(birinin) başına geçmek : en üstün yeri almak, önderlik yapmak. Örnek Kullanım : ?Onları bahçeye toplayarak başlarına geçerek akşama kadar âdeta kudurturdum.? -R. N. Güntekin.
(birinin) başına gelmek : beklenmedik, şaşırtıcı bir olay veya durumla karşılaşmak. Örnek Kullanım : ?Onu dinledikten sonra olanaklı olduğunca ilişkimizi gizleyerek Mine’nin başına gelenleri anlatıyorum.? -A. Ümit.
(birinin) başına kalmak : istemediği hâlde bir işi yapmak veya bir kimseye bakmak zorunluluğu ile karşılaşmak. Örnek Kullanım : ?Adam yüzüstü bırakıp gidince böyle bir numara çevirip başına kalmayı deniyor anlaşılan.? -E. Bener.
(birinin) başında değirmen çevirmek : gürültü ile tedirgin etmek.
(birinin) başını istemek : öldürülmesini istemek.
(birinin) başını nâra yakmak : birini ağır bir zarara uğratmak.
(birinin) başını yemek : güç duruma düşmesine yol açmak. Örnek Kullanım : ?Birbirlerinden şüphelensinler, birbirlerinin başını yesinler.? -N. Hikmet.
(birinin) başının etini yemek : karşısındakini bezdirinceye, bıktırıncaya kadar sürekli konuşmak veya söylemek. Örnek Kullanım : ?Köyde patladığını telefonlarla, telgraflarla bana bildirerek başımın etini yiyen sen değil misin?? -N. F. Kısakürek.
(birinin) bedduasını almak : biri tarafından kendisine ilenilmek.
(birinin) bıraktığı (bağladığı) yerde (çayırda) otlamak : hlk. uzun süredir hiçbir ilerleme veya değişim gösterememek. Örnek Kullanım : ?Tek suçu, kendini yeni devre uyduramayışı, bıraktığım yerde otluyormuş, ne bileyim.? -E. Işınsu.
(birinin) bir dediğini iki etmemek : her istediğini hemen yapmak. Örnek Kullanım : ?Bu adamın bir dediğini iki etmediği genç bir sevgilisi varmış.? -A. Kulin.
(birinin) bir sözünü (dediğini) iki etmemek : birinin her istediğini hemen yerine getirmek. Örnek Kullanım : ?Maliye müfettişi sizin beyin mektep arkadaşıymış. Sözünden çıkmaz, bir dediğini iki etmezmiş. O isterse arkasından söyler, kocamı kurtarır.? -R. N. Güntekin.
(birinin) bokunda boncuk bulmak : kaba birine hak etmediği hâlde çok değer vermek.
(birinin) borusu ötmek : hlk. sözü geçmek, yetkisi olmak.
(birinin) borusunu çalmak : çıkar sağladığı kimsenin davasını gütmek.
(birinin) burnuna girmek : birine çok sokulmak.
(birinin) burnundan ayrılmamak : yanından gitmemek, uzaklaşmamak. Örnek Kullanım : ?Demesin ki gece gündüz kızın burnundan ayrılmıyor.? -M. Ş. Esendal.
(biriyle) başa çıkmak : güçlükler çıkaran biriyle olan işini, kendi istediği yolda sonuçlandırabilmek. Örnek Kullanım : ?Onlarla başa çıkmak kolay değildi, çünkü her an bir çamur atabilirlerdi kızdıklarında.? -A. Kulin.
(biriyle) boy ölçüşmek : yarışmak. Örnek Kullanım : ?Hani yüksek dağlarla boy ölçüşen dalgalar? / Kartalı gökten alıp yola düşen dalgalar? -F. N. Çamlıbel.
(biriyle, bir şeyle) baş başa kalmak : biriyle veya bir şeyle yalnız kalmak. Örnek Kullanım : ?Düşünceleriyle, iç sesiyle baş başa kalmayı tercih ederdi.? -A. Kulin.
(biriyle, bir şeyle) baş edebilmek : bir kimseyi yola getirmeye veya bir şeyi yapmaya gücü yetmek.
(çocuk) boya çekmek : boyca uzamak.
(elinden gelse, bıraksalar) bir kaşık suda boğmak : bir kimseye çok kızmak veya çok öfkelenmek. Örnek Kullanım : ?Muhalifler bizi bir kaşık suda boğmak istidadını gösteriyordu.? -Y. K. Karaosmanoğlu.
(gemi) baş tutamamak : rüzgâr, fırtına yüzünden, yapılışındaki veya yükselişindeki bir bozukluk sebebiyle gemi dümene uymamak, rotadan çıkmak.
(her şeye) baş sallamak : karşısındakinin her sözünü uygun bulur görünmek.
(kızın) boyu bacadan mı aştı? : ?daha evlenecek yaşta değil? anlamında kullanılan bir söz.
… bir hâl almak (hâle girmek) : … bir duruma gelmek. Örnek Kullanım : Hastalık tehlikeli bir hâl aldı.
baba değil, tırabzan babası : çocuklarına karşı babalık görevlerini yerine getirmeyen, onlara hayrı olmayan baba.
babalık fırın has işler : babasının parası ile geçinenlere sitem olarak kullanılan bir söz.
babana rahmet : tkz. yapılan bir iş, bir davranış karşısında ?Allah senden razı olsun.? anlamında kullanılan bir söz.
babasının (babalarının) çiftliği : bir malı veya kuruluşu yalnızca kendi çıkarlarına araç yapanlar için kullanılan bir söz.
babasının hayrına : hiçbir çıkar gözetmeksizin. Örnek Kullanım : Herkes babasının hayrına çalışmıyor ya!
babasının kızı : her yönüyle babasına benzeyen kız çocuğu.
babasının oğlu : her yönüyle babasına benzeyen erkek çocuğu.
babasız oğlan doğurmak : bir işte aşırı zorluk, büyük güçlük çekilmesine rağmen başarılı olmak.
bacağına geçirmek : bir şeyi aceleyle giymek.
bacak kadar : ufacık. Örnek Kullanım : ?Bacak kadar çocuğa da ne oluyordu sanki.? -T. Buğra.
bacakları kopmak : çok yorulmak.
bacakları tutmaz olmak : yürüyemeyecek duruma gelmek.
bacaklarını uzatmak : hiçbir şey yapmadan, hiçbir şeyle ilgilenmeden oturmak, tembel tembel zaman öldürmek.
bacası tütmek : ailenin yaşamı sürüp gitmek.
bacası tütmez olmak : aile dağılmak veya işi bozulmak.
badem gibi : taze ve gevrek (salatalık).
badem olmak : argo sonu kötü olmak, kötü bitmek.
bağ bozmak : bağın üzümlerini toplamak.
bağın vurmak : çökmemesi için kazı duvarlarını bağınlarla desteklemek.
bağırıp çağırmak : öfkeyle bağırmak.
bağırsakları bozulmak : ishal olmak.
bağışıklık kazanmak : 1) bazı mikroplara karşı aşı veya doğal yolla dirençli duruma gelmek 2) mec. korunaklı olmak. Örnek Kullanım : ?Bu tehditlere karşı bağışıklık kazanmak hususunda şaşılası bir yetiye de sahiptiler.? -E. Şafak.
bağlanıp kalmak : tutulmak, sevdalanmak. Örnek Kullanım : ?Bunca güzellere bağlandım kaldım / Ne bir vefa aldım ne faydalandım? -Halk türküsü.
bağlı kalmak : uymak, tabi olmak. Örnek Kullanım : ?Atatürk ilke ve inkılaplarına ve laik Cumhuriyet ilkesine bağlı kalacağıma ant içerim.? -Anayasa.
bağrı yanmak : 1) üzüntü çekmek, çok acı duymak. Örnek Kullanım : ?En büyüğünü kaybeden halk sanatkârının birkaç mısrası ile türkü bize bağrı yanan Anadolu’nun feryadını getirecek.? -B. R. Eyuboğlu. 2) çok susamış olmak.
bağrına basmak : 1) kucaklamak. Örnek Kullanım : ?İzmir’den kalkıp Mısır’a kadar beni görmeye, beni okşamaya, beni bağrına basıp sevmeye gelirdi.? -Y. K. Karaosmanoğlu. 2) biriyle ilgilenerek onu koruyup kayırmak, yetiştirmek. Örnek Kullanım : ?Sen onu bambaşka duygularla, heyecanlarla bağrına
bağrına taş basmak : sesini çıkarmaksızın her türlü acıya katlanmak. Örnek Kullanım : ?Acı çekerdim ama makul bir çocuktum. Bağrıma taş bastım.? -A. Kutlu.
bağrını delmek : çok dokunmak, içine işlemek.
bağrını ezmek : üzülmek, dertlenmek. Örnek Kullanım : ?Kışlanın uğrunda bir ufak mezar / Anama söylemen bağrını ezer? -Halk türküsü.
baharı başına vurmak : alay gençliğin verdiği coşkuyla gereksiz veya aşırı davranışta bulunmak.
bahis açmak : belli bir konuda konuşmaya başlamak. Örnek Kullanım : ?Senden bahis açılmadıkça susmak isterim.? -S. F. Abasıyanık.
bahse girmek (tutuşmak) : görüşünde veya iddiasında haklı çıkacak tarafa bir şey verilmesini kabul eden sözlü anlaşma yapmak. Örnek Kullanım : ?Çocuk muyuz da iki miskete, üç gazoz kapağına bahse girelim?? -E. Şafak.
bahsi geçmek : 1) bir konu üzerinde konuşulmuş olmak 2) söz konusu edilmek. Örnek Kullanım : ?Ertesi gün ilk iş, bahsi geçen inşaata gitti.? -E. Şafak.
bahsi kapamak : bir konu üzerindeki konuşmayı kesmek.
bahsi kaybetmek : ileri sürülen, savunulan görüşün yanlış olduğu ortaya çıkmak.
bahsi kazanmak : ileri sürülen, savunulan görüşün doğru olduğu belli olmak.
bahsi tazelemek : konuşmayı aynı konu üzerine getirmek. Örnek Kullanım : ?İkide bir, bahsi tazeleyip bir yandan da etrafı araştırıyordu.? -E. E. Talu.
bahtı açık olmak : herhangi bir konuda şansı yaver gitmek, talih yüzüne gülmek. Örnek Kullanım : ?Zaten başak burcunda doğmuş ananın kızında evlenme bahtı açık olur.? -H. R. Gürpınar.
bahtı açılmak : talihi dönüp uygun duruma veya arzulanan sonuca gelmek.
bahtı bağlı olmak : 1) talihi kapalı olmak 2) kız için evlenecek istekli çıkmamak.
bahtı kapanmak : 1) talihsizliğe uğramak, istenen sonuca ulaşmamak 2) evlenememek.
bahtı kara olmak : sürekli olarak talihi yaver gitmemek, mutsuz olmak.
bahtına küsmek : talihsizliğinden yakınmak.
bakır çalmak : bakır kapta oluşan bakır tuzları nedeniyle yemek insanı zehirlemek.
bakış atmak : kısa bir süre bakıp geçmek. Örnek Kullanım : ?İki yanından bağrışanlara anlamadığı bir dilden konuşuyorlarmış gibi birer bakış attı.? -N. Cumalı.
bakkala bırakma! : bir işi ?bakalım? diyerek savsaklamak isteyenlere söylenen bir söz.
bakla dökmek (atmak) : bakla ile fala bakmak.
baklava börek olsa yemem : fazlasıyla tok olunduğunda söylenen bir söz.
baklayı ağzından çıkarmak : açık söylemekten kaçındığı bir sorunu sonunda açıklamak. Örnek Kullanım : ?Bırak muamma konuşmayı / Çıkar ağzından baklayı / Bahtımız aydınlanıversin? -C. S. Tarancı.
baktıkça alır : ?güzelliği birdenbire göze çarpmaz? anlamında kullanılan bir söz.
bal alacak çiçeği bilmek (bulmak) : çıkar sağlanabilecek yeri veya şeyi bilmek, bulmak.
bal dök de yala : bir yerin çok temiz olduğunu anlatan bir söz. Örnek Kullanım : ?Nuri, şöyle böyle ama teyzen çok temiz bir kadına benziyor. Evin her tarafına bal dök de yala.? -H. R. Gürpınar.
bal gibi : 1) pek tatlı 2) şüpheye yer bırakmadan, çok iyi, adamakıllı. Örnek Kullanım : ?Hepsi o kadar sahici ki telefonun öbür ucundaki, bal gibi inanıyor.? -T. Halman.
bal mumu gibi erimek : çok zayıflamak.
bal mumu yapıştırmak : söz, davranış vb.nin unutulmaması için bir işaret koyup dikkati çekmek. Örnek Kullanım : ?Pervin’in şimdilik bu sözüne bir bal mumu yapıştırarak tekrar Bedia yengeye döndüm.? -R. N. Güntekin.
balık kavağa çıkınca : alay hiçbir zaman.
ballı börek olmak : çok iyi anlaşmak.
balo vermek : balo hazırlamak, düzenlemek. Örnek Kullanım : ?İki ay sonra sahici bir balo vereceğiz.? -H. E. Adıvar.
balon uçurmak : ilgililerin ne diyeceklerini ve nasıl davranacaklarını anlamak amacıyla aslı olmayan bir haber yaymak.
balon yapmak : bisiklet, araba vb.nde lastiğin yüzeyinde şişlik oluşmak.
balta değmemiş (girmemiş, görmemiş) : içinden hiç ağaç kesilmemiş, sık ve gür (orman, koru).
balta vurmak : balta ile kesmek, parçalamak. Örnek Kullanım : ?Sakın kesme, yaş ağaca balta vuran el onmaz.? -M. E. Yurdakul.
baltası kütükten çıkmak : bir engelden, bir sıkıntıdan kurtulmak.
baltayı taşa vurmak : farkında olmayarak birine dokunacak sözler söylemek, pot kırmak. Örnek Kullanım : ?Baltayı taşa mı vurduk, diyor, iyice görmemiş olacağım.? -M. Ş. Esendal.
balya yapmak : balyalamak.
balyoz gibi : çok ağır, ezici (kol veya yumruk).
bana bak! : tkz. ?beni dinle? anlamında kullanılan bir seslenme ve gözdağı sözü. Örnek Kullanım : Bana bak, karışmam sonra!
bana da … demesinler : bir işin kesinlikle yapılacağını belirtmek için söylenen bir söz. Örnek Kullanım : ?Fırat’ın iki yakasını birbirine bağlamazsam bana da vali demesinler.? -A. Kulin.
bana da mı lolo : bir sözün, bir tutumun veya davranışın gerçek ve geçerli olmadığını, başkalarının söz konusu olayda aldanabileceğini ancak söz sahibinin aldanmayacağını, aldatılamayacağını belirten bir söz.
bana mısın dememek : hiçbir şey etkili olmamak, hiçbir şeye aldırış etmemek. Örnek Kullanım : ?Kilidi çekiştiriyorum, bana mısın demiyor.? -A. Ümit.
banda almak : bir sesi, ses cihazı ile bant üzerine kaydetmek.
banka gibi : çok zengin (kimse).
bankaya yatırmak : bankadaki hesabına para koymak, biriktirmek. Örnek Kullanım : ?İyi kazanmıyordu fakat ne kazanıyorsa hepsini bankaya yatırıyordu.? -T. Dursun K.
banko geçmek : yarışlarda, toto, loto vb. oyunlarda, bir atın veya sayının kesin olarak tutturulacağını tahmin edip işaretlemek.
bant çözmek : manyetik bir bant üzerine alınmış sesleri yazıya aktarmak, deşifre etmek.
bant doldurmak : bir banda ses kaydetmek.
bar tutmak : bar oynamak için hazırlanmak ve oyuna başlamak.
barajı aşmak : herhangi bir sebeple konulmuş olan koşulu yerine getirip başarı sağlamak.
bardağı taşıran damla : sabır tüketen aşırı davranış veya durum. Örnek Kullanım : ?Son tartışmamızın bardağı taşıran damla olduğu belli oluyordu.? -E. Bener.
bardağı taşırmak : sabrını tüketmek. Örnek Kullanım : Son davranışı bardağı taşırmaya yetti.
bardaktan boşanırcasına yağmak : yağmur çok şiddetli yağmak. Örnek Kullanım : ?Sabahleyin yağmur bardaktan boşanırcasına yağıyordu.? -Ö. Seyfettin.
barış görüş olmak : hlk. her türlü dargınlığı unutarak barışmak.
barut fıçısı gibi : 1) çok kızgın, sinirli (kimse). Örnek Kullanım : ?Sadi Nahit’i delice kıskanıyordu, içi bir barut fıçısı gibi hasetle doluydu.? -T. Buğra. 2) kavgaya yol açacak (durum).
barut gibi : 1) öfkeli, huysuz, sert, aksi (kimse). Örnek Kullanım : ?Hocamız barut gibi sert bir adam.? -H. R. Gürpınar. 2) pek ekşi 3) acı.
barut kokusu gelmek : savaş tehlikesi sezilmek.
barutla oynamak : tehlikeli işlerle uğraşmak.
bas tutmak : ince sesli çalgılara tek perdeden eşlik etmek.
basamak yapmak : bir kişiyi, bir durumu bulunduğu konumdan daha yükseğine erişmek için araç olarak kullanmak.
basıp geçmek : 1) önde gideni geçmek. Örnek Kullanım : ?Yastık koşusunu kazanan tayın, biraz idman edilirse çok atları basıp geçeceğini konuşuyorlardı.? -M. Ş. Esendal. 2) önem vermeyerek uğramamak.
basıp gitmek : birdenbire gitmek, aklına koyduğu şeyi yapmak üzere bulunduğu yerden uzaklaşmak, çekip gitmek.
basireti bağlanmak : iyi düşünemez, gerçeği göremez bir duruma düşmek. Örnek Kullanım : ?Bazen en mahir canilerin bile böyle mühim nisyanlarda bulunacak kadar basiretleri bağlanır.? -H. R. Gürpınar.
baskı yapmak : 1) bir kimseyi bir işi yapmaya zorlamak, zor kullanmak 2) sp. oyuncunun rahat hareket etmesini engellemek.
baskıda kalmak : yağmur yağdıktan sonra toprağın üst kısmı sertleşerek tohumlar fidelenip toprak üstüne çıkamamak.
baskın çıkmak (gelmek) : karşılaştırma konusu olan kimseyi geçmek, ona karşı üstünlüğünü göstermek.
baskın vermek : ani ve habersiz girmek, saldırıda bulunmak. Örnek Kullanım : ?İbiş’in odasına cennet kuşları baskın vermişti.? -T. Buğra.
baskın yapmak : 1) suç işlendiği veya suçluların bulunduğu sanılan bir yere ansızın girmek 2) düşmana ansızın saldırmak 3) mec. ansızın konuk gelmek. Örnek Kullanım : ?Behçet’e bu evin merdiven altındaki bakla gibi odasında baskın yaparlar.? -S. Birsel.
baskına uğramak : 1) düşmanın beklenmedik bir saldırısıyla karşılaşmak 2) bir yerde suçüstü yakalanmak 3) beklenmedik bir zamanda konuklar gelmek. Örnek Kullanım : ?Ne çeşit, ne türlüsü olursa olsun baskına uğramayı isteyen olmaz.? -N. Hikmet.
bastığı yeri bilmemek : 1) çok sevinmek 2) şaşkınlıktan nerede olduğunu seçememek, durumunu kontrol edememek.
baston (baston yutmuş) gibi : dimdik duran veya yürüyen (kimse). Örnek Kullanım : ?Omuzlarını kısıyor, kafasını dimdik tutuyor, baston yutmuş gibi katılaşıyor.? -M. Ş. Esendal.
baş (başı) çekmek : herhangi bir konuda önde gitmek, önayak olmak. Örnek Kullanım : ?Hacı Reşit’in dükkânında post kuran orta yolcular arasında Muallim Naci başı çeker.? -S. Birsel.
baş ağrıtmak : tedirgin etmek, bıkkınlık vermek, can sıkmak.
baş aşağı düşmek : kişiliğinden kaybederek toplum içindeki durumu sarsılmak. Örnek Kullanım : ?Onun için hayatın bütün kanunu, bütün manası bu baş aşağı düşüşteydi.? -Y. K. Karaosmanoğlu.
baş aşağı etmek : tersine çevirmek.
baş aşağı gelmek : tepesi üstü düşmek.
baş aşağı gitmek : işleri ters gitmek, sürekli zarar etmek.
baş bağlamak : 1) başına bir örtü örtmek 2) başak vermek 3) birine veya bir şeye bağlanmak, intisap etmek 4) hlk. nişanlanmak.
baş başa bırakmak : birinin, bir şeyle veya bir kimseyle yalnız kalmasını sağlamak. Örnek Kullanım : ?İçten içe bu duruma memnun olarak onları kavgalarıyla baş başa bıraktım.? -A. Ümit.
baş başa olmak : birlikte bulunmak, beraber yaşamak. Örnek Kullanım : ?Keyfimizce yaşamamıza mâni olur, baş başa olmamızı tercih ederim.? -R. H. Karay.
baş başa vermek : 1) iki veya daha çok kimse bir kenara çekilip konuşmak. Örnek Kullanım : ?Nahiye müdürü, mebus ve belediye reisi ile baş başa vererek bir şeyler konuşuyor.? -R. N. Güntekin. 2) dayanışmak. Örnek Kullanım : ?Neydi onunla böyle sıkı fıkı baş başa vermen, gizli planlar kuracak te
baş bulmak : kazanç bırakmak. Örnek Kullanım : Bu fiyata verirsem baş bulmaz.
baş çevirtmek : 1) başı arkaya doğru döndürtmek 2) mec. birinin arkasından hayranlıkla baktırmak. Örnek Kullanım : ?Uzun boyu, kumral saçları, sevimli çehresiyle birçok kadınlara sokakta baş çevirtiyordu.? -H. C. Yalçın.
baş döndürmek : başarıdan, gururdan, sevinçten çok mutlu duruma getirmek, aşırı heyecanlandırmak. Örnek Kullanım : ?Ordu karargâhına giriş, artık bir mabede çıkılıyor gibi baş döndürür.? -F. R. Atay.
baş edememek : 1) gücü yetmemek 2) engel olamamak.
baş eğmek : 1) saygı göstermek için baş eğerek selamlamak. Örnek Kullanım : ?Ulema, şeyhler, yerden selam verdiler, baş eğip el öptüler.? -R. E. Ünaydın. 2) direnmekten vazgeçip buyruk altına girmek. Örnek Kullanım : ?Gittikçe yükselen başı Allah’a kalkıyor / Asrın baş eğdi sandığı at şah
baş eldeyken : ölmeden, yaşarken, sağken.
baş etmek : 1) gücü yetmek. Örnek Kullanım : ?Ben onlarla baş etmeye çalışıyordum ki Hasan’ın kapısı birden açıldı.? -E. Bener. 2) başarı kazanmak.
baş gelmek : yenmek, gücü yetmek. Örnek Kullanım : Bir orduya baş gelir.
baş göstermek : belirmek, ortaya çıkmak, zuhur etmek, vuku bulmak. Örnek Kullanım : ?Komün üyeleri arasında sorunlar baş göstermeye başladı.? -A. Ümit.
baş göz etmek : hlk. evlendirmek. Örnek Kullanım : ?Oğullarının artık normal bir yaşam süreceğini sanan anne baba ona güzel de bir kız bularak baş göz etmişler.? -A. Ümit.
baş göz olmak : hlk. evlenmek.
baş kesmek : selam vermek için baş eğmek. Örnek Kullanım : ?Gülerken de göğsünün sağ köşesine baş kesmeyi unutmaz.? -S. Birsel.
baş kıç vurmak : den. baştan gelen dalgalarla gemi, başı ve kıçı üzerinde inip kalkmak.
baş koşmak : bir işi başarmak için çalışmak. Örnek Kullanım : ?Artık evde herkesten fazla bağırıp gülmüyor, çocuklarla eskisi gibi baş koşmuyordu.? -R. N. Güntekin.
baş olmak : 1) küçük bir işte de olsa başta olmak, sözü dinlenir bir kimse olmak 2) önde gelmek, lider olmak. Örnek Kullanım : ?Hep baş olmaya bakarız ve olduktan sonra nasihat veririz.? -B. Felek.
baş tacı etmek : çok sevmek ve saymak, el üstünde tutmak.
baş üstünde yeri var : ?büyük bir saygı ve ilgi ile karşılanır veya ağırlanır? anlamında kullanılan bir söz.
baş vermek : 1) çıban olgunlaşmak 2) buğday vb. bitkiler başak bağlamaya başlamak, başak oluşmak 3) gemi, kayık vb.ni döndürmek, çevirmek. Örnek Kullanım : ?En sonunda rüzgârların istikametine baş verdi.? -S. F. Abasıyanık. 4) ortaya çıkmak, belirmek. Örnek Kullanım : ?Fransızlardan, neler
baş yakmak : kötü duruma düşürmek.
baş yemek : 1) birinin ölümüne veya yok olmasına sebep olmak 2) birinin güç duruma düşmesine yol açmak.
başa baş gelmek (kalmak) : 1) eşit olmak, denk olmak 2) berabere kalmak.
başa gelmek : kötü bir durumla karşı karşıya kalmak.
başa güreşmek : 1) yağlı güreşte, en usta pehlivanlar başpehlivanlık için yarışmak 2) mec. en üstün sonucu elde etmek veya bir işte en üst noktaya gelmek için mücadele vermek.
başa vermek : hlk. değiş tokuş yaparken üste bazı şeyler vermek.
başağrısı olmak : sıkıntı vermek, uğraştırmak. Örnek Kullanım : ?Efendim nemize lazım, sonra size başağrısı olur.? -M. Ş. Esendal.
başak bağlamak (tutmak) : arpa, buğday, yulaf vb. ekinlerde başak oluşmak.
başarı göstermek (kazanmak) : başarmak. Örnek Kullanım : ?Arandığı, fikri sorulduğu, başarı kazandığı da oluyordu.? -R. H. Karay.
başarısızlığa uğramak : başarısız olmak. Örnek Kullanım : ?Paşa acele bir taarruzun başarısızlığa uğramasından çekinmektedir.? -F. R. Atay.
başı ağrımak : sorunu olmak, sıkıntı içinde bulunmak.
başı bağlanmak : 1) evlendirilmek 2) birini yandaş olarak kazanmak, kendi yanında tutmak. Örnek Kullanım : ?Başı bağlananların vekillerine birer samur kürk gelmiştir.? -S. Birsel.
başı belada olmak : çözülmesi güç, sıkıntılı bir durumda olmak.
başı belaya girmek (uğramak) : sıkıcı, üzücü bir durumla karşılaşmak. Örnek Kullanım : ?Bir keresinde başı polisle belaya girmişti.? -A. Ümit.
başı çatlamak : başı çok ağrımak.
başı dara düşmek : sıkıntıya girmek. Örnek Kullanım : ?Adamın başı dara düşünce yardımına Hayrullah koşmaz da kim koşar?? -A. İlhan.
başı daralmak : para yönünden sıkıntıya, darlığa düşmek. Örnek Kullanım : Başınız daralırsa beni arayın.
başı darda kalmak : parasızlıktan dolayı sıkıntıda olmak.
başı derde girmek : sıkıntılı bir duruma düşmek. Örnek Kullanım : ?İlişkilerdeki rol dağılımını sürekli karıştırdığımdan, benim de temizlikçilerle başım hep derde girmiştir.? -T. Uyar.
başı dik olmak : 1) onurlu, gururlu olmak 2) cesur, yürekli olmak. Örnek Kullanım : ?Daima başı dik olacak, idare dâhil, kimseye boyun eğmeyecekti.? -K. Korcan.
başı dönmek : 1) insana, eşyanın dönmesi, ayağının altından yerin çekilmesi vb. bir duygu gelmek. Örnek Kullanım : ?Cümle kapısının önüne geldiği zaman başının dönmeye başladığını hissetti.? -P. Safa. 2) sıkıntı yaratan bir durum karşısında bunalmak 3) görkemli bir şey karşısında
başı göğe ermek (değmek) : alay beklenmeyen bir mutluluğa ermek.
başı kazan gibi olmak : başında çok ağrı ve uğultulu bir sersemlik olmak. Örnek Kullanım : ?Başım kazan gibiydi, bir kavanoz aspirin içsem ağrımın geçeceğine ihtimal vermiyordum.? -T. Dursun K.
başı nâra yanmak : başkası uğruna büyük bir zarara uğramak.
başı sıkılmak (sıkışmak) : herhangi bir güçlük karşısında kalmak, bunalmak. Örnek Kullanım : ?Baba dostu bir adam, başı sıkıldıkça Edip Münir ona koşar.? -H. R. Gürpınar.
başı sıkıya gelmek : herhangi bir güçlük karşısında bunalmak, zor durumda kalmak. Örnek Kullanım : ?Başımız sıkıya geldi mi hemen onlara koşacağız.? -Ö. Seyfettin.
başı taşa değmek : ağır bir durum kendisine ders olmak.
başı tutmak : gürültüden veya üzüntüden başı ağrımak. Örnek Kullanım : ?… poker oynanıyor. Yenilirse kızıyor. Başı tutuyor, komşu doktorun hizmetçisini çağırıp çenesini ovduruyor.? -M. Ş. Esendal.
başı üstünde yeri olmak : 1) her zaman iyi karşılanmak, ağırlanmak. Örnek Kullanım : ?İyi, sefa geldiler, hoş geldiler, başımızın üstünde yerleri vardı elbet.? -T. Dursun K. 2) bir düşünce veya davranışı uygun bulmak.
başı yastığa düşmek : yorgunluktan veya güçsüzlükten uykuya dalmak. Örnek Kullanım : ?Ve tekrar başı yastığa düştü ve uyudu.? -Y. K. Karaosmanoğlu.
başı yastık yüzü görmemek : yatağa yatıp uyumuş olmamak.
başı yerine gelmek : zihin yorgunluğu geçmiş olmak.
başıboş kalmak : baskı altında bulunmamak, karışanı, görüşeni olmamak.
başım gözüm üstüne : belirtilen istekleri içtenlikle yapmayı kabul etmeyi anlatan bir söz.
başımla beraber : memnunlukla, seve seve. Örnek Kullanım : ?Ben de postu senin eve sererim. A, gel Sedat, başımla beraber.? -S. F. Abasıyanık.
başına (…) gelmek : kötü bir durumla karşı karşıya kalmak. Örnek Kullanım : ?Yarın senin de başına bir felaket gelmesinden çok korkuyorum.? -H. Topuz.
başına balta kesilmek (olmak) : sürekli istemek, ısrar etmek, inat etmek. Örnek Kullanım : ?Bir kere tadına varanlar, yine ondan ver diye başıma balta kesiliyorlar.? -H. R. Gürpınar.
başına bela açmak : kötü bir olay dolayısıyla dert sahibi olmak. Örnek Kullanım : ?Şu Yaşar kaçakçılıkla başına bir bela açabilir.? -N. Araz.
başına bela almak : bir sorunla karşılaşmak, kötü bir duruma düşmek. Örnek Kullanım : ?Al başına belayı, bir de hasta bakıcılık edeceğiz.? -Z. Selimoğlu.
başına bela olmak (kesilmek) : sıkıntı vermek, tedirgin etmek, musallat olmak. Örnek Kullanım : ?Yazdığın mektuplar, yaptığın itiraflar, anlattığın sırlar cümleten başına bela olur sonradan.? -E. Şafak.
başına bir hâl gelmek : 1) kötü bir duruma uğramak 2) ölüm ihtimali olmak.
başına çalsın! : birine verilmek istenilen bir şeyin öfke ve nefretle geri çevrildiğini anlatmak için kullanılan bir söz.
başına çıkarmak : şımartmak, çok yüz vermek.
başına dert açmak : kendini kötü ve zor bir duruma düşürmek. Örnek Kullanım : ?Giderayak başımıza yeni bir dert açmayasın!? -A. İlhan.
başına devlet (talih) kuşu konmak : beklemediği büyük bir nimeti ele geçirmek.
başına dikmek : 1) birini veya bir şeyi korumak için bir kimseyi görevlendirmek. Örnek Kullanım : ?Başıma bir nöbetçi diktikten sonra bırakıp gitti.? -T. Buğra. 2) bir içeceği kabı yukarı kaldırarak sonuna dek içmek. Örnek Kullanım : ?Orada alışmışlar, su yerine lık lık lık bira şişesini dike
başına dolamak : musallat etmek.
başına dünyanın belasını sarmak : büyük felaket getirmek. Örnek Kullanım : ?Sonradan Kayabaşı’nın başına ve bizim başımıza dünyanın belasını saracak kadar zengindik.? -T. Dursun K.
başına geçirmek : 1) başına giymek. Örnek Kullanım : Şapkasını başına geçirdi. 2) bir şeyi öfke ile birisinin başına vurmak. Örnek Kullanım : Şimdi tencereyi başına geçiririm!
başına iş açmak : uğraştırıcı ve üzücü bir işin çıkmasına yol açmak. Örnek Kullanım : ?Herkesten size ne? Çocuğun başına iş açacaksınız.? -N. Hikmet.
başına iş çıkarmak : istenilmeyen veya uğraştırıcı bir işe yol açmak.
başına iş çıkmak : hoşa gitmeyen ve beklenmedik bir iş veya olayla karşılaşmak.
başına kakmak (kakınç etmek) : yapılan bir iyiliği yüzüne vurarak birini üzmek. Örnek Kullanım : ?Ali Rıza Bey onu şirkete yerleştirmekle Allah razı olsun, büyük bir iyilik etmişti. Fakat onu ikide birde başına kakması doğru olmazdı.? -R. N. Güntekin.
başına kan çıkmak : öfkelenmek, hiddete kapılmak, kontrolünü yitirmek. Örnek Kullanım : ?Bizim merkez memuru celallidir, başına çabuk kan çıkar, hatırınızı kıracak şeyler yapar.? -P. Safa.
başına karalar bağlamak : çok kederlenmek.
başına taç etmek : çok değer vermek, ilgi göstermek.
başına taş düşmek (yağmak) : felakete uğramak.
başına vur, ağzından lokmasını al : uysal ve sessiz kimseler için kullanılan bir söz. Örnek Kullanım : ?Temizdim, sakindim, başıma vur, ağzımdan lokmamı al.? -A. Gündüz.
başına vurmak : 1) içki, gaz veya sıcak baş ağrısı yapmak 2) dayanamaz olmak. Örnek Kullanım : Bekârlık başına vurdu. 3) ne yapacağını bilemez hâle gelmek. Örnek Kullanım : ?Bu harp başına vurdu galiba, sapıtmışsın sen.? -R. Erduran.
başına yıkmak : harap etmek, zor durumda bırakmak. Örnek Kullanım : ?Babamın evinden çıktım / Evini başına yıktım? -Halk türküsü.
başında kavak yeli esmek : 1) genç sorumluluk duygusundan uzak, zevk, eğlence peşinde koşmak. Örnek Kullanım : ?Kocası yaşlı diye genç bir kadının başında kavak yelleri estiğine hükmetmek lazım gelmez.? -R. H. Karay. 2) gerçekleşmeyecek şeyler düşünerek vakit geçirmek.
başında paralansın : yapılan bir iyilik çok söylendiğinde o iyiliğin artık istenmediğini belirten bir söz.
başında torbası eksik : kaba saba, yontulmamış (kimse).
başından almak : kurtarmak, sorumluluğunu almak. Örnek Kullanım : ?Çiftlikte bir kısım toprakları başımızdan alacak müşteriyi beklemekten başka bir tasamız kalmadı.? -R. N. Güntekin.
başından aşağı kaynar sular dökülmek : üzüntülü veya kötü bir olay karşısında birdenbire büyük bir sıkıntı duymak.
başından atmak : 1) yapılması güç bir işi yapmaktan kendini kurtarmak. Örnek Kullanım : ?Madem bunları siz kendi başınızdan atmak istiyorsunuz, emanet olarak şu masaya bırakın.? -S. Birsel. 2) sürdürülmesi gereksiz görülen bir bağlılığa, bir ilişkiye son vermek. Örnek Kullanım : ?Hilmi Efendi’
başından büyük işlere girişmek (kalkışmak) : gücünün üstünde olan işlere kalkışmak.
başından geçmek : daha önce aynı duruma uğramış olmak.
başından korkmak : hayatından kaygı duymak, cezalandırılmaktan korkmak.
başından savmak : bir istekte bulunanı sözde bir sebeple uzaklaştırmak. Örnek Kullanım : ?Yoksa başımdan savmak için akla karayı mı seçeceğim?? -R. H. Karay.
başını ağrıtmak : 1) gereksiz sözlerle birini bunaltmak 2) bir iş için birini tedirgin etmek, uğraştırmak. Örnek Kullanım : ?İkide bir ah Çingeneler vah Çingeneler diye gelip böyle başımı ağrıtma.? -O. C. Kaygılı.
başını alıp gitmek : izin almadan ve gideceği yeri bildirmeden gitmek, savuşmak. Örnek Kullanım : ?Bir akşam ciğerci söve saya kondusundan çıktı. Başını alıp gitti.? -A. Kulin.
başını ateşlere yakmak : başına büyük bir dert almak.
başını bağlamak : 1) başına örtü vb. bağlamak 2) birini nişanlamak veya evlendirmek.
başını belaya sokmak : birini, kötü sonuçlar verecek bir duruma itmek. Örnek Kullanım : ?Ayrıca benim başımı belaya sokmaktan da çekinmiş olabilir.? -A. Ümit.
başını bir yere bağlamak : birini bir işe yerleştirmek, işsizlikten, başıboşluktan kurtarmak.
başını boş bırakmak : yalnız veya serbest bırakmak.
başını çıkarmak : bitki filizlenmeye başlamak.
başını derde sokmak : sıkıntılı bir duruma girmek veya getirilmek.
başını dik tutmak : onurunu korumak.
başını dinlemek : kafasını dinlemek. Örnek Kullanım : ?Robenson, akıllı Robenson’um / Ne imreniyorum sana bilsen / Göstersen adana giden yolu / Başımı dinlemek istiyorum? -C. S. Tarancı.
başını döndürmek : 1) mutluluktan yarı sarhoş duruma getirmek 2) kendine hayran bırakmak.
başını duman almak : efkârlanmak.
başını ezmek : bir daha kötülük edemeyecek duruma getirmek.
başını gözünü yarmak : bir işi kötü yapmak, bir işi istenildiği gibi yapmamak.
başını kaldırmamak (kaldıramamak) : 1) bir işi aralıksız sürdürmek 2) iyileşememek, yataktan çıkamamak.
başını kaşımaya (kaşıyacak) vakti olmamak : arada en ufak başka bir iş yapamayacak kadar sıkışık durumda bulunmak. Örnek Kullanım : ?Büyük babanın artık başını kaşıyacak vakti yoktur. Kâh çocukları kırda oynamaya götürüyor, kâh onlara ocakbaşında masallar söylüyor.? -R. N. Güntekin.
başını koltuğunun altına almak : ölümü göze alarak bir işe girişmek.
başını kurtarmak : 1) canını korumak 2) geçimini sağlayacak bir duruma gelmek.
başını ortaya koymak : bir işe girişirken ölümü göze almak.
başını taştan taşa vurmak : çaresiz kalarak çok pişman olmak.
başını uçurmak : kellesini uçurmak.
başını vermek : kendini feda etmek.
başını yakmak : güç bir duruma sokmak.
başının çaresine bakmak : kimseden yardım görmeden kendi işini kendi yapmak.
başının derdine düşmek : başka bir şeyle ilgilenmeyecek kadar sıkıntılı durumda bulunmak.
başının gözünün sadakası : başa gelecek bir belayı savmak veya önlemek için yapılan bağış, özveri. Örnek Kullanım : ?Bir herif çıksa da şunu başımdan alsa… Başım gözüm sadakası üç beş parça eşya, beş, on kuruş da para veririm.? -R. N. Güntekin.
başka işi yok mu? : ?bu işe ne diye karışıyor, bu iş onu ilgilendirmez? anlamında kullanılan bir söz.
başköşeye kurulmak : saygın kişilere ve büyüklere ayrılan yere oturmak. Örnek Kullanım : ?Adamakıllı bol entarisinin eteklerini savurta savurta geldi, başköşeye kuruldu.? -A. İlhan.
başlama! : ?hoş olmayan bir söz veya davranışı tekrarlama!? anlamında kullanılan bir söz.
başlık almak : bazı bölgelerde, evlenirken kızın babası oğlanevinden para veya mal almak.
başlık vermek : bazı bölgelerde, evlenirken kızın babasına oğlanevi tarafından para veya mal vermek.
başsağlığı dilemek : ölen bir kimsenin yakınlarını ziyaret ederek ilgi ve yakınlık belirten sözler söylemek.
başsağlığında bulunmak : başsağlığı dilemek.
başsız bırakmak : 1) yöneticisiz bırakmak 2) büyüğünü yitirmesine sebep olmak.
başsız kalmak : 1) yöneticisi, başkanı bulunmamak. Örnek Kullanım : ?Fakat o gözünü kapayınca başsız kalan konak …? -R. N. Güntekin. 2) büyüğünü yitirmek.
başta (başında) bulunmak : bir işin yöneticisi olmak.
başta gelmek : önde olmak, üstün durumda olmak. Örnek Kullanım : İpekçilikte Bursa başta gelir.
başta gitmek : en ileri durumda bulunmak.
başta taşımak : çok saygı göstermek.
baştan aşmak : pek çok olmak, pek çoğalmak.
baştan çıkarmak : 1) kötü yola sürüklemek, doğru yoldan saptırmak. Örnek Kullanım : ?Perihan adında bir bayan, bizim güveyi dans arasında ayartıp baştan çıkarmış.? -M. Ş. Esendal. 2) karşı cinsi bir ilişkiye ikna etmek.
baştan çıkmak : ahlakı bozulmak, doğru yoldan ayrılıp uygunsuz işlere yönelmek. Örnek Kullanım : ?Edebiyatı zenginleştiren genellikle bu tür, baştan çıkmış yazarlardı.? -S. İleri.
baştan kara etmek : batma tehlikesi karşısında, gemi başını karaya vurup oturmak.
baştan kara gitmek : sonunu düşünmeyerek hesapsız, batarcasına yaşamak.
batağa saplanmak : içinden çıkılması güç bir durumda olmak. Örnek Kullanım : ?Uzun yıllardan beri parasal bakımdan tam bir batağa saplanmıştı.? -H. Topuz.
batkıya uğramak : hüsranla karşılaşmak. Örnek Kullanım : ?O geniş caddeler bugünkü hazin görünümleriyle nihayet bulurlar. Edebiyatın özlemleri acı bir batkıya uğrar.? -S. İleri.
bayağı kaçmak : söz, davranış, giyiniş yakışmamak, uygunsuz olmak.
baygın düşmek : çok yorulmak.
baygınlık geçirmek : 1) bayılmak 2) mec. çok heyecanlanmak, telaşlanmak. Örnek Kullanım : ?Annem, üç gün sonra, sevinç baygınlıkları geçiren Yahudi’nin avucuna on altın sayıp yalvardı.? -Y. Z. Ortaç. 3) mec. çok sıkılmak.
baykuş gibi : uğursuzluk getirdiğine inanılan (kimse). Örnek Kullanım : ?Hangi evde cenaze varsa oraya baykuş gibi tüner.? -N. Hikmet.
bayrak açmak : 1) gönüllü asker toplamaya girişmek 2) bir ülkü yolunda toplanmaya çağırmak.
bayrak gibi : kendini belli edecek bir biçimde.
bayrakları açmak : bağırıp çağırarak hırçınlık etmek.
bayram değil, seyran değil (eniştem beni niye öptü) : ?gösterilen bu ilginin, bu yakınlığın bir sebebi olacak? anlamında kullanılan bir söz.
bayram etmek (yapmak) : çok sevinmek. Örnek Kullanım : ?Sabaha kadar tepindiler. Bayram ediyorlar.? -N. F. Kısakürek.
bayram haftasını mangal tahtası anlamak : şaka sözü, konu ile hiçbir ilgisi olmayacak biçimde ters anlamak.
bayram havası esmek : ortam neşeli, sevinçli bir duruma gelmek. Örnek Kullanım : ?Ziyaret günleri hapishanelerde bir bayram havası eser.? -P. Safa.
bayram koçu gibi : gösterişli görünmek amacıyla aşırı biçimde süslenmiş olan.
bayramlık ağzını açmak : kaba konuşmak, küfretmek.
baz almak : esas veya temel olarak almak.
bebek gibi : 1) çok güzel (kadın) 2) bebeğe yakışır bir biçimde. Örnek Kullanım : ?Annesinin arkasında asılı bir bebek gibi de çantada mışıl mışıl uyurdu.? -N. F. Kısakürek.
bedduası tutmak : ilenci yerine gelmek.
beğenmeyen kızını (küçük kızını) vermesin : bir durumun beğenilmemesi karşısında, beğenmeyenin umursanmadığını anlatan bir söz.
beka bulmak : ölmezlik erdemine ulaşmak, ölümsüzleşmek.
bekçi kalmak : koruyucu, gözcü, denetleyici olarak beklemek. Örnek Kullanım : ?Yıkılan o saltanatlar üzerinde bir kandil gibi artık sonsuzluğa dek bekçi kalacaktı.? -R. E. Ünaydın.
bekle yârin köşesini! : yakında gerçekleşeceği beklenmeyen umutlar için söylenen bir söz.
beklemeye almak : 1) herhangi bir şeyi kısa veya uzun bir süre ertelemek 2) telefonla yapılan iletişim sırasında karşı tarafı geçici bir süre bekletmek.
bel bağlamak : birisinin kendisine yardımcı olacağına inanmak, güvenmek. Örnek Kullanım : ?Ne var ki böyle araçlara biz pek bel bağlayamayız.? -T. Halman.
bel kırmak : kırıtmak, salınmak.
bel vermek : 1) duvar gibi dik şeyler dışarıya veya tavan gibi yatay şeyler aşağıya doğru kamburlaşmak. Örnek Kullanım : ?İsli tavan bel vermiş, duvarları içeri kamburlaşmıştı.? -O. Kemal. 2) mec. herhangi bir konuda destek olmak.
bela aramak : kavga çıkarmak için fırsat kollamak. Örnek Kullanım : ?Geceleyin belanı arama, haydi nerden geldinse bas git oraya.? -E. İ. Benice.
bela getirmek : kötülüğe, felakete uğratmak. Örnek Kullanım : ?Yurtlarına bela getiren bu kadını, ayıplamıyor kentin uluları.? -A. Erhat.
bela kesilmek : birisine sıkıntı ve eziyet vermek, musallat olmak. Örnek Kullanım : ?Zavallı Reşat Efendi kendisinden başkaları için âdeta bir bela kesilmişti.? -A. Ş. Hisar.
bela okumak : birine ilenmek.
belalar mübareği : alay istenilmeyen, kaçınılan bir durumun gerçekleştiği bildirilirken söylenen bir söz.
belasını bulmak : hak ettiği cezayı görmek. Örnek Kullanım : ?Hâlime dünya acıyor, rakiplerim de belasını buldu diye seviniyor.? -R. H. Karay.
belaya çatmak (girmek, uğramak) : beklenmedik bir bela ile karşılaşmak. Örnek Kullanım : ?Çattık belaya, ne ister bu adam benden canım, şamaroğlanına döndürdü.? -R. N. Güntekin.
belayı satın almak : göz göre göre belayı üstüne çekmek.
belden aşağı vurmak : iş hayatında, insan ilişkilerinde, siyasette kural dışı saldırmak.
beleşe konmak : bir şeyi emek harcamadan, para vermeden elde etmek.
belge almak : başarısızlık yüzünden öğretim kurumuyla ilişiği kesilmek.
beli açılmak : küçük abdestini tutamaz olmak.
beli bükülmek : yaşlılık yüzünden güçsüz kalmak, bir iş yapamayacak duruma düşmek.
beli çökmek : kamburlaşmak.
belinden gelmek : birinin dölü olmak.
belini doğrultmak : yeniden durumunu düzeltmek. Örnek Kullanım : ?Belini biraz doğrultmuş, borçlarını ödemiş, daha rahat bir yaşam düzeyine erişmişti.? -M. Mungan.
belini kırmak : birini bir şeyi yapamaz duruma getirmek.
belini vermek : dayanmak, yaslanmak. Örnek Kullanım : ?Avlunun en uzak köşesine, duvara belini verir otururdu.? -Y. K. Beyatlı.
belsoğukluğuna uğratmak : kaba bir işe veya bir söze gereksiz yere karışarak onun akışını sektirmek.
bembeyaz kesilmek (olmak) : beklemediği bir durum karşısında beti benzi atmak.
ben hancı, sen yolcu oldukça : ?düzen bu biçimde devam ettiği sürece? anlamında kullanılan bir söz.
ben şahımı (şeyhimi) bu kadar severim : ?ben bundan daha çok özveride bulunamam? anlamında kullanılan bir söz.
benden günah gitti : benden söylemesi.
benden paso : ?benim yapabileceğim ancak bu kadar? anlamında kullanılan bir söz.
benden söylemesi : ?ben üzerime borç saydığım şeyi söyledim, kendimi suçlu saymam? anlamında kullanılan bir söz.
bendeniz cennet kuşu : alay kendini tanıtırken kullanılan bir deyim. Örnek Kullanım : Bendeniz cennet kuşu Tahir.
benim diyen : kendine güvenen, güçlü olduğuna inanan. Örnek Kullanım : Benim diyen adam bu işi yapamaz.
benliği yoğurmak : kişiliği oluşturmak.
benliğinden çıkmak : kendine benzemez olmak.
benzetmek gibi olmasın : kötü bir sona uğramış birinden veya bir şeyden söz ederken, ona benzetilen kimse veya şey için kötü bir duygu beslenilmediğini anlatan bir söz.
benzi atmak : ansızın yüzünün rengi sararmak, solmak. Örnek Kullanım : ?Necdet’in benzi atıyor, kesik kesik soluyordu.? -Y. K. Karaosmanoğlu.
benzi geçmek : benzi solmak.
benzi kanlanmak : sağlıklı duruma gelmek, canlanmak.
benzi kül gibi olmak : yüzünden kan çekilmek, yüzü sararmak.
benzi sararmak : yüzünün rengi solmak. Örnek Kullanım : ?O böyle söylerken yanında bulunanların benzi sararırdı.? -Y. K. Karaosmanoğlu.
benzi solmak : gücünü yitirmek, sağlık sorunu olmak.
benzi uçmak : yüzü sararmak. Örnek Kullanım : ?Benzi uçtu, dudaklarındaki gülümseme soldu.? -M. Ş. Esendal.
benzinde kan kalmamak : kansızlık sebebiyle yüzü sararmak.
benzine kan gelmek : sağlıklı duruma gelmek, canlanmak. Örnek Kullanım : ?Yirmi dört saat evvel Allah’tan ziyade Abdülhamit’ten korkan kâtiplerin henüz benizlerine kan gelmemişti.? -Ö. Seyfettin.
beraatizimmet asıldır : ?tersi kanıtlanmadıkça insanların suçsuz sayılmaları gerekir? anlamında kullanılan bir söz.
berabere kalmak : 1) aynı sayıyı almak 2) başa baş gelmek.
bereket ki (bereket versin ki) : ?iyi ki, Tanrı?ya şükür ki? anlamında kullanılan bir söz. Örnek Kullanım : ?Bereket versin ki padişahın cellatları kapıya dayanmadılar.? -İ. O. Anar.
bereket versin : 1) para alan kimsenin söylediği iyi dilek sözü 2) bir kimsenin bir durumdan hoşnutluğunu anlatan söz. Örnek Kullanım : ?Bereket versin, gece bu kır yolu tenha idi.? -H. R. Gürpınar.
berhudar ol! : ?iyi günler göresin? anlamında kullanılan bir iyi dilek sözü. Örnek Kullanım : ?Fahim Bey’in kısa boylu, ak sakallı babası, berhudar ol oğlum, gel seni alnından öpeyim, demiş.? -A. Ş. Hisar.
besiye çekmek : hayvanı semirtmek için beslemek.
besleme gibi : giydiğini kendine yakıştıramayan (kız).
besmele çekmek : bir işe başlarken ?bismillahirrahmanirrahim? sözünü söylemek. Örnek Kullanım : ?Üç dört kişi birden besmele çekmişlerdi ve hepsi birden okumaya başlamışlardı.? -M. Ş. Esendal.
beş aşağı beş yukarı : üç aşağı, beş yukarı.
beş para almamak : hiç para almamak.
beş para etmez : ?hiçbir değeri yok, işe yaramaz? anlamında kullanılan bir söz. Örnek Kullanım : ?Doktorun oğlu imtihansız geçmek değil, ağzı ile kuş tutsa bile beş para etmez.? -A. H. Çelebi.
beş paralık etmek : zor durumda bırakmak, dile düşürmek, rezil etmek.
beş paralık olmak : zor durumda kalmak, dile düşmek, rezil olmak. Örnek Kullanım : Yaptığı bu hatadan dolayı onuru beş paralık oldu.
beş parasız kalmak : harcayacak parası olmamak. Örnek Kullanım : ?Kış hâlâ çok zordu. Beş parasız kalındığı günler sürüp gidiyordu çünkü.? -A. Kutlu.
beşer şaşar : ?insan her zaman yanılabilir? anlamında kullanılan bir söz.
beşiğini sallamak : çocukluğundan veya çok eskiden tanımak, büyümesine hizmet etmek.
beşiklik etmek : beşiklik görevini yapmak. Örnek Kullanım : ?Anadolu bugünkü Türklerin vatanı olmadan önce, sayısız topluma beşiklik etmiştir.? -C. Uçuk.
beşikten mezara kadar : bütün hayatı boyunca, ölünceye kadar.
beşlik simit gibi kurulmak : kendini bir şey sanarak bir yere yayılıp oturmak.
beti benzi atmak (solmak, uçmak, kül kesilmek, kireç kesilmek) : herhangi bir sebeple kanı çekilip yüzü solmak, korkmak. Örnek Kullanım : ?Baksana, beti benzi kül kesildi.? -H. R. Gürpınar. ?Beti benzi atmış görevli, boş boş baktı çocuğun yüzüne ve kafasını salladı donuk bir ifadeyle.? -E. Şafak.
beti benzi kalmamak : yüzü sararıp solmak. Örnek Kullanım : ?Müşterim bu sesi duyunca arabayı durdurdu. Beti benzi kalmadı. Eli ayağı titremeye başladı.? -H. R. Gürpınar.
beti bereketi kalmamak (kaçmak) : azalmak, kıtlaşmak, çabuk tükenmek. Örnek Kullanım : Paranın beti bereketi kalmadı.
beton gibi : 1) çok sağlam, dayanıklı, sert 2) güçlü. Örnek Kullanım : ?Yere hem tüy gibi hafif hem de beton gibi sağlam basabilmek.? -H. Taner.
bey gibi yaşamak : bolluk içinde yaşamak.
beyaz sayfa açmak : bir konuda geçmişi unutarak geleceğe umutla bakmak.
beyaza çekmek : yazıyı temize çekmek. Örnek Kullanım : ?Dört satırlık bir beyaza çekmek için de kan terlere batar.? -H. R. Gürpınar.
beyin yıkamak : ruh b. insanı, kendine özgü düşünce ve dünya görüşüne yabancılaştırmak, başka yönde düşünür ve davranır duruma getirmek amacıyla çeşitli yollarla etkilemek.
beyni atmak : tepesi atmak.
beyni bulanmak : 1) sersemlemek, düşünemez olmak 2) kötü bir şey sezinlemek.
beyni karıncalanmak : zihin yorgunluğundan düşünemez olmak.
beyni kaynamak : aşırı sıcaktan sersemlemek, bunalmak. Örnek Kullanım : ?Kızgın güneşin altında bütün gün beynim kaynıyor.? -O. Kemal.
beyni sıçramak : aklı başından gitmek. Örnek Kullanım : ?Akşam eve gelip de heykelin başını boyun yerinden çatlamış ve güzelim mermer başlığı tuzla buz olmuş görünce beynim sıçradı.? -H. Taner.
beyni sulanmak : düzgün düşünemez olmak, bunamak. Örnek Kullanım : ?Beyni sulanan bu ayyaş, iğrenç mahluku onlara anlatmakta ne fayda olabilirdi.? -M. Yesari.
beyninde şimşekler çakmak : 1) çok üzülmek, sarsılmak 2) zihninde birden bir düşünce doğmak.
beyninden vurulmuşa dönmek : beklenmedik bir durum karşısında olağanüstü bir üzüntü ve şaşkınlığa uğramak. Örnek Kullanım : ?Bu satırları okuyunca Mustafa beyninden vurulmuşa döndü.? -E. Bener.
beynine girmek : herhangi bir konuda birisini yönlendirmek, ikna etmek.
beynine vurmak : içki etkisiyle ne yaptığını bilemez duruma gelmek.
beynini kemirmek : rahatsızlık vermek, huzurunu kaçırmak. Örnek Kullanım : ?İşte birkaç zamandır beynini kemiren şüphe. Örnek Kullanım : Ben deli miyim?? -H. R. Gürpınar.
bez bağlamak : 1) bebeklere altlarını kirletmesinler diye bez koymak 2) dileğin yerine gelmesi ümidiyle yatıra bir parça çaput veya eski kumaş parçası bağlamak.
bezginlik getirmek : usanmak, bıkmak.
bezini yıkamak : 1) bebeklerin altına bağlanan bezi temizlemek 2) mec. çok emek sarf etmek. Örnek Kullanım : Ben senin az mı bezini yıkadım.
bıçak altına yatmak : ameliyat olmak.
bıçak atmak : 1) bir hedefe bıçak fırlatmak 2) bıçaklamak 3) ameliyat etmek.
bıçak bıçağa gelmek : bıçakla birbirine saldıracak kadar zorlu kavga etmek.
bıçak çekmek : üzerindeki bıçağı birden eline alarak birine saplamaya hazırlanmak. Örnek Kullanım : ?Köy delikanlılarının bıçak çekmeye elleri bile değmedi.? -M. Ş. Esendal.
bıçak gibi : ince, keskin.
bıçak gibi kesilmek : söz, konuşma, sohbet birden bitmek, duruvermek. Örnek Kullanım : ?Bu tatlı sohbetin arasında kapı çalındı, lakırtıları bıçak gibi kesildi.? -H. E. Adıvar.
bıçak gibi kesmek : 1) çok keskin olmak 2) birdenbire ve tamamen ortadan kaldırmak.
bıçak gibi saplanmak : sancı, ağrı birden ve güçlü olarak gelmek.
bıçak kemiğe dayanmak : çekilen sıkıntı artık katlanılamayacak bir duruma gelmek. Örnek Kullanım : ?Bıçak kemiğe dayandı mı başkaldırır, canını sakınmaz, hakkını ister.? -A. Ağaoğlu.
bıçak silmek : bir işi bitirmek.
bıçak suyu kesiyor : ?çok körleşmiş? anlamında kullanılan bir söz.
bıçak vurmak : 1) bıçakla kesmek 2) bıçaklamak.
bıkkınlık gelmek : bıkmak, usanmak, bunalmak. Örnek Kullanım : ?Zaman olur, en yakın arkadaşından bile bıkkınlık gelir insana.? -K. Korcan.
bıkkınlık vermek : bir şeyi sürekli tekrarlayarak karşısındakini usandırmak.
bıldırcın gibi : kısa boylu, dolgunca, alımlı (kadın).
bırak Allahını seversen : bir kimse veya nesnenin değersizliğini belirtmek için kullanılan bir söz.
bırak ki : varsay ki. Örnek Kullanım : ?Filan hekim, dediler, geldi baktı, anlamadı / Bırak ki anlasalar var mı çare hiç, ne gezer? -M. A. Ersoy.
bıyığı (bıyıkları) terlemek : bıyığı yeni yeni çıkmaya başlamak. Örnek Kullanım : ?Çocukları ve bıyıkları terlemeye yüz tutmuşları selamlıktan çağırdılar.? -R. H. Karay.
bıyığını balta kesmez olmak : kimseden korkusu olmamak.
bıyığını silmek : bir işi olmuş bitmiş sayarak onunla uğraşmaktan vazgeçmek.
bıyık altından gülmek : birinin durumuna belli etmemeye çalışarak gülümsemek. Örnek Kullanım : ?Sanki yarım ağız söylediğimi anlamış gibi bıyık altından gülerek şöyle bir süzüyor beni.? -A. Ümit.
bıyık burmak (bükmek) : çalım yapmak amacıyla bıyıklarını kıvırmak. Örnek Kullanım : ?Bıyık buran, göğüs geren erleriz.? -E. B. Koryürek.
bıyıkları ele almak : delikanlılık çağına girmek.
biber gibi yakmak : 1) deri, göz vb.ni çok acıtmak 2) çok üzmek, dertlendirmek.
biber gibi yanmak : 1) deri, göz vb. çok acımak 2) çok üzülmek, dertlenmek.
biblo gibi : ufak tefek, zarif (kız).
biçim almak : biçimlenmek, belli bir biçime girmek, şekillenmek.
bigâne düşmek : yabancılaşmak. Örnek Kullanım : ?Birkaç yabancı dili rahatlıkla konuşurken ana dilini bilmeyen ve bigâne düşmüş dudaklar susmalıdır.? -S. Ayverdi.
bildiğinden şaşmamak (kalmamak) : hiçbir etkiye aldırış etmeyerek doğru bildiği davranışı sürdürmek.
bildiğini okumak : herkes ne derse desin bildiği, istediği gibi davranmak. Örnek Kullanım : ?Efendiden gizli yine herkes bildiğini okuyordu.? -H. R. Gürpınar.
bildiğini yapmak : verilen öğütleri dinlemeyerek tutumunu sürdürmek. Örnek Kullanım : ?Her şeye peki, olur der fakat sonunda gene bildiğini yapardı.? -H. Taner.
bildiğini yedi mahalle bilmez : bir kimsenin çok kurnaz, çokbilmiş olduğunu anlatan bir söz.
bildik çıkmak : birbirlerini eskiden bildiklerini veya ailece tanıştıklarını anlamak. Örnek Kullanım : ?Hâlbuki ayrılık acısına ve ayrılık seslerine, bildik çıkmaklığım gerekti.? -R. H. Karay.
bildim bileli : öteden beri, eskiden beri. Örnek Kullanım : ?Sütannenin sandık odası, bildim bileli akar.? -Ö. Seyfettin.
bile bile lades : 1) kötü bir durumu öyle gerektiği için kabullenmiş görünme, bilerek aldanmış görünme. Örnek Kullanım : ?Benimki bir yapı meselesi. Ben böyleyim. Benimki bile bile lades. Aldırmıyorum, hoşgörümü kullanıyorum.? -N. Meriç. 2) sonucun kötü olacağını bilse bile bir işe g
bileğinde altın bileziği olmak : kolunda altın bileziği olmak.
bileğine güvenmek : gücüne veya hünerine güvenmek.
bileğinin hakkıyla (gücüyle, kuvvetiyle, zoruyla) : kendi gücü ve kendi çalışması ile.
bilek gibi : gür, kalın (saç veya akarsu).
bilet kesmek : 1) bileti koparıp alıcıya vermek, bilet satmak. Örnek Kullanım : ?Benimki paso, dedi, hanımefendiye bir bilet kes.? -R. H. Karay. 2) mec. işine son vermek, işten uzaklaştırmak, ayırmak.
biletini kesmek : 1) ölümüne karar vermek 2) işine son vermek, işten uzaklaştırmak, ayırmak.
bilgi tazelemek : önceden sahip olduğu bilgiyi yenilemek, güncelleştirmek. Örnek Kullanım : Matematikle ilgili bilgilerimi tazeledim.
bilgiçlik satmak (taslamak) : bilmediği hâlde bilir görünmek, bilgin geçinmek. Örnek Kullanım : ?Hazır olanlar, bilgiçlik tasladılar, tasdik ettiler.? -N. Araz.
bilincine varmak : anlamak, kavramak. Örnek Kullanım : ?İnsanın herhangi bir araçla ne yaşadığının bilincine varmasının bir doyum ve haz kaynağı olduğu unutulmamalıdır.? -A. Cemal.
bilir bilmez : yarım bilgi ile, bilip bilmediğine aldırmadan. Örnek Kullanım : ?Günde beş yüz defa, kendiliğimden bilir bilmez bunu haykırıyordum.? -R. H. Karay.
billur gibi : 1) çok duru, çok temiz (su) 2) çok beyaz ve pürüzsüz (kol, gerdan, göğüs) 3) pürüzsüz (ses).
bilmece gibi konuşmak : açık, anlaşılır bir biçimde konuşmamak.
bilmem hangi (kaç, kim, nasıl, ne) : önemli veya anlatılması gerekli görülmeyen şeyler için kullanılan bir söz. Örnek Kullanım : Bilmem hangi dairede kâtipmiş.
bilmezlikten gelmek : bilmiyor görünmek.
bin can ile : çok isteyerek, gönülden.
bin derde deva : 1) pek çok işe yarayan 2) her sıkıntıyı gideren.
bin dereden su getirmek : birini kandırmak için birçok sebep ileri sürmek, dil dökmek. Örnek Kullanım : ?Rıfat Paşa gibi terbiyeli bir zat bile bin dereden su getirir, harp siyasetimizi methederdi.? -Y. K. Karaosmanoğlu.
bin kalıba girmek : birbirine benzeyen birçok iş yapmak, sürekli olarak düşünce değiştirmek.
bin pişman olmak : çok pişman olmak. Örnek Kullanım : ?Kaç kez yakındım ona, yüzünü öyle bir yas kapladı ki yakındığıma da yakınacağıma da bin pişman oldum.? -Halikarnas Balıkçısı.
bin tarakta bezi olmak : birçok işi veya ilişkisi olmak.
binbir ayak bir ayak üstüne : ?herkesin ayakta olduğu kalabalık? anlamında kullanılan bir söz.
bindiği dalı kesmek : kendisine gerekli ve yararlı olan şeyi farkında olmadan yararsız duruma getirmek, kendi eliyle yok etmek. Örnek Kullanım : ?Bindiği dalı kesmek diye bir deyim vardır ya, sanki insanlığın bugünkü bunalımını anlatmak için bulunmuş.? -H. Taner.
bini bir paraya : 1) pek çok ve ucuz 2) pek çok yapılan, pek çok olan. Örnek Kullanım : ?Ali Çavuş’un hiddeti daha ziyadeleşti. Küfrün bini bir paraya.? -N. Nâzım.
binin yarısı beş yüz (o da bizde yok) : şaka çok düşünceli görünen birine ?aldırma!? anlamında kullanılan bir söz.
bir (aynı) yastıkta kocamak : karı koca birlikte uzun bir ömür sürmek.
bir … bir (bir de) : hem … hem. Örnek Kullanım : ?Denize bir konup bir kalkan martılar yüksekten avlarına bakarak haykırışırlar.? -A. İlhan.
bir araya gelmek : bir yerde toplanmak, buluşmak. Örnek Kullanım : ?Hep böyle bir araya gelip gülüp eğlenebilseler!? -N. Cumalı.
bir araya getirmek : toplamak. Örnek Kullanım : ?Gurbet duygusu sevgi ile ayrılık ve birleşme özlemini bir araya getirir.? -M. Kaplan.
bir arpa boyu (gitmek, yol almak) : çok az (gitmek veya yol almak). Örnek Kullanım : ?Süfli gayeler, kütleleri ya oldukları yere mıhlayan ve bir arpa boyu ileri götürmeyen sefil isteklerdir.? -S. Ayverdi.
bir aşağı bir yukarı : amaçsız olarak gidip gelmeyi anlatan bir söz. Örnek Kullanım : ?Karabibik tenha sokakta bir aşağı bir yukarı gezinmekteydi.? -N. Nâzım.
bir atımlık barutu olmak (kalmak) : bir konuda yapabileceği çok az şeyi bulunmak.
bir avuç toprak olmak : ölmek. Örnek Kullanım : ?O olmasaydı, sen şimdi bir avuç toprak olmuştun.? -R. N. Güntekin.
bir ayağı çukurda olmak : 1) yaşayacak çok az zamanı kalmış olmak. Örnek Kullanım : ?Ben, bir ayağı çukurda hasta bir ihtiyarım.? -M. Yesari. 2) çok yaşlanmış olmak.
bir ayak üstünde bin yalan söylemek : çok kısa sürede pek çok yalan söylemek. Örnek Kullanım : ?Bir ayak üstünde kırk yalanın belini büktüğü hâlde para hesabına bir türlü akıl erdiremez, bakkala bozdurulan paranın gerisini daima eksik getirirdi.? -R. N. Güntekin.
bir ayak üstünde kırk yalanın belini bükmek : çok kısa sürede pek çok yalan söylemek.
bir baltaya sap olamamak : belli bir iş sahibi olamamak. Örnek Kullanım : ?Tavla, domino ve muhtelif kâğıt oyunlarından başka bir şey bilmediği için bir baltaya sap olamamıştı.? -R. N. Güntekin.
bir bardak suda fırtına koparmak : önemsiz, küçük bir sorunu büyütmek.
bir baştan (uçtan) bir başa (uca) : bir yerin bir sınırından öbür sınırına kadar.
bir ben, bir de Allah bilir : ?çok sıkıntı içindeyim? anlamında kullanılan bir söz. Örnek Kullanım : ?Üç aydan üç aya maaş alıyoruz. Üç ayın sonunu nasıl bulduğumuzu bir biz biliriz, bir de Allah bilir.? -M. Yesari.
bir biçimine getirmek : 1) çözüm yolu bulmak. Örnek Kullanım : ?Ne olur bir biçimine getir/ yak şu linyiti çıtır çıtır? -B. R. Eyuboğlu. 2) sırasını, fırsatını bulmak, punduna getirmek, en uygun durumunu yakalamak. Örnek Kullanım : ?Bir biçimine getirip benimle Samim’e de veriştiriyormuş.? -S. Birsel
bir boka yaramamak : hiçbir şeye elverişli olmamak.
bir boydan bir boya : bir yerin bir ucundan öbür ucuna kadar, baştan başa. Örnek Kullanım : ?Önce, bir boydan bir boya sokağı gözden geçirdik.? -E. Bener.
bir bu eksikti : sıkıntılı bir durum varken bir yenisinin çıkması üzerine söylenen bir söz.
bir çatı altında (olmak, bulunmak) : aynı yapı, kurum, kuruluş vb. içinde (olmak).
bir çekirdek geri kalmamak : bütünüyle denk olmak.
bir çift lakırtı etmek : kısa konuşmak. Örnek Kullanım : ?Adam hesabına koyup bir hatır sormaz, bir çift lakırtı etmezler.? -M. Ş. Esendal.
bir çift sözü olmak : söyleyecek bir şeyleri bulunmak. Örnek Kullanım : ?Gel gör ki dilimin ucunda kağnı var. Kağnılar için de bir çift sözüm var.? -B. R. Eyuboğlu.
bir çuval inciri berbat etmek : düzelmekte olan bir durumu yersiz, yanlış davranışlarla bozmak. Örnek Kullanım : ?Bir çuval inciri berbat etmişlerin süklüm püklümlüğüyle müfettişin yanına çıktı.? -O. Kemal.
bir daha mı : hiçbir zaman. Örnek Kullanım : Bir daha mı, tövbeler tövbesi!
bir dalda durmamak : sık sık iş veya düşünce değiştirmek.
bir dediği bir dediğini tutmamak : söyledikleri birbirine uymamak, tutarsız konuşmak.
bir dediği iki olmamak : her istediği yapılmak.
bir dereceye kadar : bir noktaya veya sınıra kadar. Örnek Kullanım : Bu sıcak bir derece kadar çekilir.
bir deri bir kemik (kalmak) : çok zayıf (olmak). Örnek Kullanım : ?Zaten bir deri bir kemik, zayıf bir adamdı.? -S. Birsel.
bir dikili ağacı olmamak : hiçbir şeyi olmamak.
bir dikiş kaldı : nerede ise, az kaldı.
bir dirhem bal için bir çeki keçiboynuzu çiğnemek : verimi az, zahmeti çok olan bir işle çok uğraşmak.
bir don bir gömlek : yarı çıplak.
bir dostluk kaldı! : mal azaldığında satıcıların kullandığı bir müşteriyi özendirme sözü.
bir dudağı yerde bir dudağı gökte : masallardaki dev gibi korkunç ve çirkin.
bir düşüncedir (düşünce) almak : bir konuda kaygılanarak çözüm yolu bulmaya çalışmak. Örnek Kullanım : ?Neyse, sıramızı savdık ve yine yola çıktık ve yolda beni bir düşüncedir aldı.? -N. Hikmet.
bir eli yağda bir eli balda (olmak) : varlık ve bolluk içinde (olmak). Örnek Kullanım : ?Onlara göre bir eli yağda bir eli balda olan babam için dünyalık hiç bir sıkıntı ve tasa olmamak lazımdı.? -K. Bilbaşar.
bir elini bırakıp ötekini öpmek : aşırı saygı göstermek.
bir elle verdiğini öbür elle almak : yapar göründüğü bir iyiliği, sağladığı bir çıkarla ödetmek.
bir elmanın yarısı o, yarısı bu : birbirlerine çok benzeyen kimseler için kullanılan bir söz.
bir fende kazık kakmak (çakmak) : bir bilgi veya bilim dalında saplanmış kalmak. Örnek Kullanım : ?Bir fende kazık kakmaktansa hepsinden birer parça malumat kapma fikrinde idi.? -H. R. Gürpınar.
bir gömlek aşağı : birinden bir derece daha düşük.
bir gömlek fazla eskitmiş olmak : birinden daha yaşlı ve daha görmüş geçirmiş olmak.
bir hâl olmak : 1) bir şeyin çok tekrarlanması yüzünden bitkin duruma gelmek, usanmak, bezmek, fenalık gelmek. Örnek Kullanım : Çocuklar, yapmayın, etmeyin demekten bir hâl oluyorum. 2) huyu değişmek. Örnek Kullanım : ?Bu çocuğa bir hâl oldu, bu çocuk avareleşti.? -Y. K. Karaosmanoğlu. 3) kaz
bir hoşluğu olmak : garip veya tuhaf bir durumda olmak. Örnek Kullanım : ?Bir hoşluğu var üstünde bugün / Dursun Ağa’nın / Biraz başı ağrıyor / Biraz dişi ağrıyor? -O. Rifat.
bir içim su (gibi) : çok güzel (kadın). Örnek Kullanım : ?Görmeyeli sen büsbütün bir içim su olmuşsun.? -A. İlhan.
bir iğne bir iplik olmak : iğne ipliğe dönmek.
bir iki demeden (demeye kalmadan) : duraksamadan, karşısındakine vakit bırakmadan. Örnek Kullanım : ?Sol ayağımı eline aldı, bir iki demeye kalmadan çevirdi mi, bastırdı mı, bilmiyorum.? -T. Dursun K.
bir iki derken : az olmakla birlikte.
bir ilke imza atmak : bir konuda hiç kimsenin veya kuruluşun yapmadığı bir işi gerçekleştirmek.
bir iş olmak : anlaşılmaz, bilinmeyen bir durum olmak. Örnek Kullanım : ?Kaynının geceyi onlarda geçirmesinde vardı bir iş.? -O. Kemal.
bir işaretine bakmak : bir işi yapmak için hazır beklemek.
bir işi başından kesmek : yapılması istenmeyen bir işi baştan engellemek.
bir iştir oldu : istenmeyen, kötü bir durum karşısında söylenen bir söz.
bir kalem geçmek : boş vermek, bir an için göz ardı etmek. Örnek Kullanım : ?Üniversiteyi filan bir kalem geçin, liseyi bile okuyamamıştı.? -H. Taner.
bir kapıya çıkmak : aynı sonuca varmak.
bir karış beberuhi : alay çok kısa boylu kimse.
bir kazanda kaynamak : anlaşmak, uyuşmak, bağdaşmak.
bir kenara atılmak : unutulmak, terk edilmek, ilgi kesilmek.
bir kenarda durmak : gerektiği zaman kullanmak üzere hazırda tutmak.
bir kıza dünür düşmek : bir kızı evlenmek üzere başkası için istemek.
bir kol çengi : şen sözler ve davranışlarla çevresine neşe saçanlar için söylenen bir söz.
bir kolayını aramak : bir şeyi yapmak, çözmek için gerekli kolay ve kestirme yöntemi araştırmak. Örnek Kullanım : ?Yanlışını düzeltmek için bir kolayını aramaya başladı.? -M. Ş. Esendal.
bir kolayını bulmak : kolaylıkla yapabilmeyi sağlamak veya yapma yolunu bulmak. Örnek Kullanım : ?Etrafında, bir kolayını bulup dışarıya sızanlardan birkaç kişi ha bire ellerinden öpüyor.? -N. F. Kısakürek.
bir koyundan iki post çıkarmak : olması gerekenden daha fazla elde etmek.
bir Köroğlu, bir Ayvaz : bir karı kocanın çocuklarının, yakınlarının yanlarında bulunmadığını veya çocukları olmadığını anlatan bir söz. Örnek Kullanım : ?Eve işçi, aşçı tutmam, kaynana, baldız istemem. Bir Köroğlu bir Ayvaz.? -M. Ş. Esendal.
bir köşeye atılmak : terk edilmek, ilgilenilmemek, kendi kaderine terk edilmek. Örnek Kullanım : ?Böyle bir köşeye atılmak, iktidardan uzak kalmak, diri diri gömülmekti benim için.? -T. Oflazoğlu.
bir köşeye çekilmek : hiçbir işe karışmayarak yaşamak. Örnek Kullanım : ?Bir köşeye çekilip ölümü beklemek.? -Ö. Seyfettin.
bir köşeye koymak : saklamak, biriktirmek. Örnek Kullanım : ?Yıllardan beri dişinden tırnağından artırdığı, çoluk çocuğunun nafakasından kestiği parayı günün birinde, ben de bu zilletten kurtulurum umuduyla bir köşeye koymuştu.? -Y. K. Karaosmanoğlu.
bir köşeye oturmak : gelin olmak, evlenmek.
bir kulağından girip öbür kulağından çıkmak : söylenen söze önem vermemek. Örnek Kullanım : ?Fakat bütün bu sözler benim bir kulağımdan girip öbür kulağımdan çıkıyordu.? -Y. K. Karaosmanoğlu.
bir kurşun atımı : kurşunun gidebileceği uzaklık.
bir kuşsütü eksik : her türlü yiyecek var.
bir lokma bir hırka : hayatta azla yetinmeyi, dervişçe geçinmeyi anlatan bir söz. Örnek Kullanım : ?Toplumumuzda sanatçı-edebiyatçının bir lokma bir hırka felsefesi uyarınca yaşaması beklenir.? -T. Uyar.
bir o kadar : ne kadar varsa o kadar daha, bir katı, bir misli.
bir o yana, bir bu yana : rastgele, birçok yere, çeşitli yönlere.
bir olmak : bir araya gelmek, iş birliği yapmak. Örnek Kullanım : ?Böyle bir iftirayı yedi düvel bir olsa, yedi hafta tetkik eylese, künhüne eremez.? -N. Hikmet.
bir papel (pul) etmemek : değeri olmamak. Örnek Kullanım : ?Topunuzu satsam bir papel etmezsiniz. Hele bunu şehirde yapaydınız dumanınızı savururlardı, dedi.? -Halikarnas Balıkçısı.
bir paralık etmek : çok utanacak, işe yaramaz bir duruma düşürmek. Örnek Kullanım : ?Burnumuzun dibinde araba soydular, namusumuzu bir paralık ettiler.? -R. N. Güntekin.
bir sıkımlık canı olmak : çok cılız ve güçsüz olmak. Örnek Kullanım : ?Bir sıkımlık canın var. Bu boyla bir de adam korkutmaya kalkarsın ha diye ensesine iki tokat attım.? -R. N. Güntekin.
bir söylemek pir söylemek : uzatmadan gereği gibi söylemek.
bir şey (şeyler) olmak : 1) huyu, durumu, tutumu değişmek, yeni huylar edinmek. Örnek Kullanım : Son zamanlarda ona bir şeyler oldu. 2) bayılır gibi olmak, birden fenalık gelmek. Örnek Kullanım : Bana bir şeyler oluyor, dedi ve bayıldı. 3) ölmek. Örnek Kullanım : Bana bir şey olursa çocuklar size emanet.
bir şey sanmak : bir kimseyi, bir şeyi, bir yeri gerçeğinden, olduğundan başka türlü düşünerek hayal kırıklığına uğramak, değerlendirmede yanılmak. Örnek Kullanım : Tüccar deyince biz de onu bir şey sandık.
bir şey söylemek : 1) konuşmak 2) belirtmek, anlatmak, ifade etmek.
bir şeye benzememek : işe yarar durumda olmamak.
bir şeyler, bir şeyler : daha fazla açıklamamak, kısa kesmek gerektiğinde söylenen bir söz.
bir tahtası eksik : tkz. akılca eksik, yarım akıllı.
bir tarafa bırakmak (koymak) : önemsememek, benimsememek, ertelemek.
bir tarakta bezi olmamak : sözü edilen konu ile ilgisi olmamak, bilgisi bulunmamak.
bir taşla iki kuş vurmak : bir davranışla birden çok yararlı sonuca ulaşmak.
bir tat, bin feryat : mutluluktan çok, sıkıntısı olan. Örnek Kullanım : ?O zamana kadar kira köşelerinde sürünmekten bir tat, bin feryat, türlü sıkıntılara giriftar olmuşken…? -H. Z. Uşaklıgil.
bir tek atmak : bir kadeh içki içmek. Örnek Kullanım : ?Canım şurada bir tek atalım, serinleriz, konuşuruz, dediler.? -R. H. Karay.
bir torba kemik : çok zayıf.
bir tutmak (görmek) : eşit saymak, eşit görmek.
bir yakadan baş çıkarmak : bir çatı altında dirlik düzenlik içinde yaşamak.
bir yastığa baş koymak : evli bulunmak.
bir yaşına daha girmek : şimdiye değin görmediği şaşılacak yeni bir şeyle karşılaşmak. Örnek Kullanım : ?Ah anacığım bir yaşıma daha girdim, dünyada her şey aklıma gelirdi de tefle ayı oynatmak gelmezdi.? -O. C. Kaygılı.
bir yiyip bin şükretmek : kötü durumda olanlara bakarak kendi durumunun değerini bilmek. Örnek Kullanım : ?Bekâr olduğumuza bir yiyelim de bin şükredelim.? -R. N. Güntekin.
bir yol tutturmak : bir davranış, bir tutum biçimi belirlemek. Örnek Kullanım : ?Herkes bir yol tutturmuş kendince / Bir düzen kurmuş iyi kötü? -B. Necatigil.
bir yolunu bulmak : çare bulmak, çözüm üretmek. Örnek Kullanım : ?Hemen bir yolunu bulurlar yükü üstlerinden aşırmanın.? -A. Ağaoğlu.
birbiri için yaratılmış olmak : birbiriyle çok iyi anlaşmak.
birbiri üstüne gelmek : arka arkaya meydana gelmek, ara vermeden olmak. Örnek Kullanım : ?Son günlerde birbiri üstüne gelen yorgunluklardan söz etti.? -N. Cumalı.
birbirine düşmek : araları açılmak, aralarında anlaşmazlık çıkmak.
birbirine girmek : 1) karışmak 2) iplik vb. dolaşmak, çözülmeyecek duruma gelmek 3) mec. kavga etmek, dövüşmek. Örnek Kullanım : ?Bunun için sabır, sükûnet, soğukkanlılık gerek hâlbuki biz birbirimize giriyoruz.? -H. R. Gürpınar.
birbirine katmak : 1) aralarını açmak, aralarını bozmak, olay çıkarmak 2) karıştırmak.
birbirini çekememek : kıskanmak. Örnek Kullanım : ?Bu iki birbirini çekemezin kişiliklerini kendi imbiğinde eritmiş bir şair olduğu söylenir.? -H. Taner.
birbirini tutmaz : birbiriyle ilgisi olmayan, tutarsız.
birbirini yemek : iki veya daha çok kimse birbiriyle uğraşmak, birbirine kötülük etmek. Örnek Kullanım : ?Birbirimizi yiyecek zaman değil çocuklar.? -R. N. Güntekin.
birbirinin ağzına girmek : birbirine çok düşkün olmak.
birbirinin ağzına tükürmek : tkz. bir sorunda, bir olayda sözleşmiş gibi ağız birliği yapmak.
birbirinin gözünü oymak : aralarında aşırı geçimsizlik olmak.
bire … vermek : 1) buğday, arpa, nohut, fasulye vb. ürünler için toprak, kullanılan tohumun belli bir katı kadar ürün vermek 2) şans oyunlarında verilen paradan daha fazla para kazandırmak.
bire beş katmak : bire bin katmak. Örnek Kullanım : ?Rahmi’nin neyi var neyi yoksa özellikle de son zamanda aldıklarını, bire beş katarak sayanlar … çıktı.? -T. Buğra.
bire bin katmak : çok abartmak. Örnek Kullanım : ?Hiç merak etmeyin, hep bire bin katarak anlatır.? -Y. K. Karaosmanoğlu.
biri eşikte biri beşikte : küçük çocuğu çok olan kimseler için söylenen bir söz.
birinci elden kaynağa gitmek : bilimsel çalışmalarda kaynakların aslına, özgününe dayanmak.
birinci gelmek (çıkmak) : birçokları arasında en iyi olarak seçilmek.
birisinden biri : içlerinden biri, birkaç kişiden herhangi biri.
birlik olmak : bir işi yapmak için anlaşmak. Örnek Kullanım : ?Bu ayıbı işleyenlerle birlik olmayı bir türlü kibrime yediremiyorum.? -Y. K. Karaosmanoğlu.
bis yapmak : seyirci, beğenilen bir konserin sonunda tempolu biçimde alkışlayarak sanatçıyı veya sanatçıları bir eser seslendirmesi için yeniden sahneye çağırmak.
bismillah demek : bir işe uğurlu olması dileği ile başlamak.
bitap düşmek : çok yorulmak, yorgun düşmek. Örnek Kullanım : ?Sabaha doğru bitap düştü, onun kucağında uyuyakaldı.? -R. N. Güntekin.
biti kanlanmak : sıkıntı içinde yaşayan bir kişi para ve varlık yönünden güçlenmek. Örnek Kullanım : ?Fakat geçim durumunu az çok düzene sokmuş ve biti kanlanmışlar için rütbe ve şeref, paranın da üstündedir.? -R. N. Güntekin.
bitmek tükenmek bilmemek : bir türlü sonu gelmemek, eksilmemek. Örnek Kullanım : ?Kendisine ikram edilen kahveyi içerken her nefes alış verişinde göğsündeki taşın o bitmek tükenmek bilmez takırtıları duyuluyordu.? -İ. O. Anar.
bitmez (bitip) tükenmez : bitmeyen, sonu gelmeyen, uçsuz bucaksız. Örnek Kullanım : ?Kırk yıl bana bitmez tükenmez çok uzun bir süre gibi görünürdü.? -N. Cumalı.
bize de mi lolo? : ?işin içinde bir iş olduğunu bilmez miyiz sanıyorsunuz?? anlamında kullanılan bir söz. Örnek Kullanım : ?Şehir uşağıyız. Bize de mi lolo? Bu işin içinde bir karı dalaveresi olduğunu anladım.? -H. R. Gürpınar.
boca etmek : 1) geminin başını rüzgâr almayan tarafa çevirmek. Örnek Kullanım : ?Ne var ki Ateşoğlu dümendeydi. Yükseldi, yine boca etti.? -Halikarnas Balıkçısı. 2) mec. birden çevirip boşaltmak, dökmek. Örnek Kullanım : ?Şarap koyuyorum diye sirke şişesini boca etmişsin.? -H. R. Gürpınar.
bocuk domuzuna dönmek : çok semiz ve besili olmak.
bocur bocur kabarmak : duygulanıp içi kabarmak.
bodur kalmak : 1) boyu uzamamak. Örnek Kullanım : ?Boyu bosu kötü toprağa düşmüş İdris ağacı gibi bodur kalmış.? -Y. K. Karaosmanoğlu. 2) mec. gelişmemek.
boğa gibi : çok güçlü görünen, vücudu iyi gelişmiş (delikanlı).
boğaya çekmek : ineği boğa ile cinsel ilişkide bulundurmak.
boğaya gelmek : çiftleşme zamanı gelmek.
boğaz açmak : ağaçların dibini kazarak toprağı kabartmak.
boğaz boğaza gelmek : zorlu kavga etmek. Örnek Kullanım : ?Birbiriyle boğaz boğaza gelen okul çocuklarını, Samet’in varlığı bugünlerde tek bir vücut gibi bir araya toplayabilirdi.? -H. E. Adıvar.
boğaz durmaz : yeme içme gereksiniminin başka ihtiyaçlar gibi geri bırakılamayacağını anlatan bir söz.
boğaz içinde kavga var : açlığını aşırı bir biçimde gidermeye çalışanlar için söylenen bir söz.
boğaz ola : hlk. ?afiyet olsun, yarasın, bereketli olsun? anlamında kullanılan bir iyi dilek sözü.
boğaz olmak : 1) boğazı ağrımak. Örnek Kullanım : ?Çocukluğumdan beri sık sık boğaz olurdum.? -B. Felek. 2) imrenmekten boğazı şişmek. Örnek Kullanım : ?Fazla imrendiriyorsun insanı, boğaz olacağız.? -S. F. Abasıyanık.
boğazı açılmak : iştahı artmak.
boğazı düğümlenmek : üzüntüden boğazı tıkanmak.
boğazı inmek : bademcikleri şişmek, iltihaplanmak.
boğazı işlemek : durmadan bir şeyler yemek.
boğazı kurumak : çok susamak. Örnek Kullanım : ?Kediyi karşısında gördükçe yüreği titriyor, boğazı kuruyor.? -M. Ş. Esendal.
boğazına bir yumruk tıkanmak (gelip oturmak) : konuşamaz olmak, sesi çıkmamak. Örnek Kullanım : ?Babasının adı anılınca Ferit’in boğazına bir yumruk tıkandı.? -A. İlhan.
boğazına dizilmek : üzüntü, kaygı vb. sebeplerle isteksiz yemek, iştahı kesilmek.
boğazına durmak : yediği şeyi yutamamak. Örnek Kullanım : ?Nankörler! Yediğiniz ekmek boğazınızda dursun.? -Halikarnas Balıkçısı.
boğazına indirmek : fazla ve gelişigüzel yemek.
boğazına kadar : pek çok, gereğinden fazla, aşırı ölçüde. Örnek Kullanım : ?Baba daima boğazına kadar borç içinde yaşar, müsrif, batakçı bir memurdu.? -Ö. Seyfettin.
boğazına sarılmak : üstüne yürümek. Örnek Kullanım : ?Tam boğazına sarılacaktım, yere düştü, bir daha kalkamadı.? -R. H. Karay.
boğazında düğümlenmek : söylemek istediğini heyecan veya üzüntü yüzünden diyememek.
boğazından artırmak : yiyeceğinden kısıp parasını artırmak.
boğazından geçmemek : sevdiği bir kimsenin yokluğu veya yoksulluğu dolayısıyla bir yiyeceği yalnız başına yemekten üzüntü duymak. Örnek Kullanım : ?Her gün evde pişen türlü yemeklerin hiçbiri sensiz boğazımdan geçmiyor.? -O. C. Kaygılı.
boğazından kesmek : yiyip içmede çok tutumlu davranmak. Örnek Kullanım : ?Ekonomi, kendinin ve çoluk çocuğunun boğazından kesmek demekti.? -R. N. Güntekin.
boğazını doyurmak : karın doyurmak.
boğazını sevmek : yiyip içmeye düşkün olmak.
boğazını sıkmak : bunaltmak, sıkıntı vermek. Örnek Kullanım : ?Müfit, boğazını sıkan büyük öfke ile titreyerek başını çevirdi.? -P. Safa.
boğazını yırtmak : olanca gücüyle bağırmak.
boğuntuya getirmek : argo birini bunaltıp şaşırtmak yolu ile kendisinden, bir iş veya mal karşılığı olarak çok miktarda para çekmek.
bohçanın dört ucunu bir araya getirememek : 1) iki yakayı bir araya getirememek 2) dengeyi sağlayamamak.
bohçasını koltuğuna almak : kendi isteğiyle ayrılmak. Örnek Kullanım : ?Günün birinde bohçasını koltuğuna alıp kıyı mahallelerden birinde oturan ablası Fitnat Hanım’ın evine gitti.? -M. Ş. Esendal.
bohçasını koltuğuna vermek : kovmak, işine son vermek.
bohçasını toplamak : eşyasını toplamak.
bok atmak : kaba birine leke sürmek, kara çalmak.
bok etmek (bokunu çıkarmak) : kaba bir işi, bir şeyi bozmak, berbat etmek.
bok karıştırmak : kaba bir işi bozacak biçimde davranmak.
bok soyu (bokun soyu) : kaba kızılan veya tiksinilen bir şeye karşı sövgü olarak söylenen bir söz.
bok üstün bok : kaba çok kötü, çok berbat.
bok yedi başı : kaba burnunu her işe sokan, her işe karışan.
bok yemek : kaba yakışıksız bir iş yapmak. Örnek Kullanım : ?Merak etme kızım, bok yiyor o herif, dedi.? -A. Kutlu.
bok yemenin Arapçası : kaba ?yakışıksızlığın büyüğü? anlamında kullanılan bir söz.
bok yoluna gitmek : kaba yararsız, gereksiz bir şey uğruna yok olmak.
boku çıkmak : kaba bir iş veya durum tatsızlaşmak.
bokuyla kavga etmek : kaba çok sinirli ve geçimsiz olmak, her şeye öfkelenir olmak.
bol doğramak : parasını saçıp savurmak.
bomba gibi : 1) iyi, sağlam, göz alıcı, gösterişli 2) iyi hazırlanmış, çok çalışmış (öğrenci).
bomba gibi patlamak : 1) öfkelenerek birdenbire ve yüksek sesle bağırıp çağırmak 2) bir olay birdenbire ortaya çıkarak herkesi şaşırtmak. Örnek Kullanım : ?Babamın Üsküp’ü terk etmek ve Selanik’e gidip yerleşmek hakkında verdiği karar ailemiz arasında bir bomba gibi patladı.? -Y. K. Beya
bora gibi : çok sert, öfkeli, şiddetli.
borca almak : veresiye almak.
borca batmak : çok borçlu olmak. Örnek Kullanım : ?Şevket ölesiye çalışmak pahasına acaba bu korkunç masrafı karşılayacak kadar para kazanıyor mu idi yoksa çocukcağız borca mı batıyordu?? -R. N. Güntekin.
borca girmek : borçlanmak, borç para almak.
borcunu bilmek : 1) bir şey yapmayı yerine getirilmesi gereken bir iş olarak değerlendirmek 2) borcunu zamanında öder olmak.
borcunu kapatmak : borcunu ödeyip bitirmek.
borç almak : daha sonra ödemek üzere birinden para veya bir şey almak. Örnek Kullanım : ?On beş lira borç aldıktan sonra eve döndüm.? -H. E. Adıvar.
borç altına girmek : borç para almak.
borç bini aşmak : borç, altından kalkılamayacak duruma gelmek.
borç etmek (yapmak) : borçlanmak. Örnek Kullanım : ?Altlarında şilte, dolaplarında eşya kalmadı ama kimseye de borç yapmadılar.? -P. Safa. ?Babasından bir şey koparamadığı zaman borç ediyor, sonra ona ödetiyordu.? -H. R. Gürpınar.
borç gırtlağına çıkmak : borca batmak.
borç harç etmek : sürekli borç alıp vermek. Örnek Kullanım : ?Hazır param var biraz, biliyorsun. Yetmezse borç harç ederim.? -N. Hikmet.
borç yemek : borçla geçinmek.
borçlu çıkmak : görülen hesapta vereceği kalmak. Örnek Kullanım : ?Para muamelelerinden borçlu çıkmıştı.? -Y. K. Beyatlı.
boru değil : hlk. ?azımsanacak, küçümsenecek, önem verilmeyecek şey değil? anlamında kullanılan bir söz. Örnek Kullanım : ?Gençlik bu, boru değil.? -A. İlhan.
boru mu bu? : ?azımsanacak, küçümsenecek, önem verilmeyecek şey değil? anlamında kullanılan bir söz.
boş atıp dolu tutmak (vurmak) : umutsuz olarak girişilen bir iş, iyi sonuç vermek.
boş bırakmak : bir yerde kimse oturmamak, boş kalmak.
boş bırakmamak : 1) para, yiyecek vb. şeylerle yardım etmek 2) işsiz bırakmamak.
boş bulunmak : 1) dikkatsiz ve dalgın bulunmak. Örnek Kullanım : ?Nasıl boş bulunup o gazeteci kızın resmini çekmesine imkân verdi?? -A. İlhan. 2) söylenmesi sakıncalı olan bir şeyi söyleyivermek.
boş çıkmak : umduğu gerçekleşmemek, sonuç vermemek. Örnek Kullanım : ?Ben birkaç gündür arıyorum, birkaç yerlere başvurdum, boş çıktı.? -M. Ş. Esendal.
boş dönmek : hiçbir şey elde edemeden geri gelmek. Örnek Kullanım : ?Ankara’ya giden hiçbir heyetin geri boş döndüğünü görmedik.? -Y. Kemal.
boş durmak : işsiz kalmak, çalışmamak. Örnek Kullanım : ?Mustafa Kemal’in hiç boş durduğu yoktu.? -F. R. Atay.
boş durmamak : 1) her zaman bir işle uğraşmak 2) birinin yaptığına karşılık olarak bir harekette bulunmak. Örnek Kullanım : ?Bizden sonra cenaze çıkmış bir eve benzeyen Bekirağa bölüğündeki arkadaşlar boş durmamışlardı.? -H. C. Yalçın.
boş düşmek : esk. İslam hukukuna göre, kadın kocasından ayrılmak.
boş gezenin boş kalfası : işsiz güçsüz dolaşan (kimse). Örnek Kullanım : ?Oraya daha çok boş gezenin boş kalfası emekliler ya da ağırbaşlı orta yaşlılar giderdi.? -H. Taner.
boş gezmek (gezinmek) : işsiz güçsüz dolaşmak. Örnek Kullanım : ?On gün boş mu gezdin?? -Ö. Seyfettin.
boş gözlerle bakmak : anlamsız bakmak.
boş kalmak : 1) kimse oturmamak. Örnek Kullanım : ?Bir kayıkta boş kalan son yere atlayıp Galata’ya geçerken kafası hem umut hem de endişeyle doluydu.? -İ. O. Anar. 2) işsiz kalmak. Örnek Kullanım : ?Her senede üç dört ay, bahusus kışın boş kalırız.? -S. F. Abasıyanık.
boş kile dipsiz ambar : dipsiz kile boş ambar.
boş konuşmamak : gerçekleri söylemek, bilgisine dayanarak anlatmak. Örnek Kullanım : ?Amiralin sözlerine inanmak lazım, boş konuşmaz.? -F. F. Tülbentçi.
boş koymak : yoksun bırakmak.
boş ol (olsun) : esk. erkeğin karısını boşamak için söylediği söz. Örnek Kullanım : ?Boş ol deyince karılarının pılı pırtı toplayıp gitmesini hayalliyorlar.? -C. Uçuk.
boş oturmak : hiçbir işi olmamak.
boş vermek : argo aldırmamak. Örnek Kullanım : ?Aldırmayacaksın, boş vereceksin, güleceksin.? -N. F. Kısakürek.
boş yerine vurmak : böğürlerine vurmak.
boşa almak : 1) askıya almak 2) motorlu araçlarda vites kolunu vitesten kurtarmak, rölantiye almak.
boşa çıkarmak : olumlu bir sonuç alınmasını engellemek. Örnek Kullanım : ?Çocuklar her atılımını boşa çıkarıyor, onunla alay ediyorlar.? -A. İlhan.
boşa çıkmak : umut, düşünce vb. şeyler sonuç vermemek, gerçekleşmemek. Örnek Kullanım : ?Ümidim boşa çıkınca dizlerimin bağı çözülür.? -H. R. Gürpınar.
boşa gitmek : harcanan emek, para hiçbir işe yaramamak, olumlu bir sonuca ulaşamamak. Örnek Kullanım : ?Bir fikrin gerçekleştirilmesine yaramayan zaferler boşa gider.? -Atatürk.
boşa koysan dolmaz, doluya koysan almaz : içinden çıkılamayan güç bir durum karşısında kalındığında söylenen bir söz.
boşa vermek : boş geçirmek.
boşta gezmek : işsiz olmak. Örnek Kullanım : ?Huriye Hanım, kızının bu boşta gezer oğlana vardığı zaman …? -B. Felek.
boşta kalmak : işsiz kalmak.
boy almak (sürmek) : boyu uzamak, boylanmak.
boy atmak : boyu uzamak, boylanmak, gelişmek.
boy bos yerinde : uzun ve biçimli. Örnek Kullanım : Boyu bosu yerinde, yakışıklı adam.
boy göstermek : 1) görünmek. Örnek Kullanım : ?Burada biraz boy gösterdikten sonra bir yolunu bulup kapağı Paris’e attı.? -H. E. Adıvar. 2) gösteriş yapmak.
boy vermek : 1) su insan boyunu aşacak kadar derin olmak 2) suya dalarak boyu ile suyun derinliğini ölçmek 3) büyümek. Örnek Kullanım : ?Eğer fideleriniz nitelikli değilse boy verip yapraklandıkça, çiçek açtıkça, meyve verdikçe fideliğe kızmaya hakkınız yoktur.? -S. Birsel.
boya tutmak : bir şey iyi boyanır olmak.
boya vurmak (çekmek, sürmek) : boyamak. Örnek Kullanım : ?Kimi kirpiklerine boya sürüyordu.? -R. H. Karay. ?Kıpkızıl bir boya çektin odanın her yerine.? -M. A. Ersoy.
boyası atmak : boyası solmak.
boynu armut sapına dönmek : çok zayıflamak.
boynu kıldan ince olmak : haksız olduğu anlaşıldığında verilecek her türlü cezaya razı olmak. Örnek Kullanım : ?Eğer efendim, bir kelime yalanım varsa hükûmete karşı boynum kıldan incedir. Vurunuz.? -H. R. Gürpınar.
boynuna almak : bir şeyi borç veya ödev olarak üzerine almak. Örnek Kullanım : ?Çobanın hekim parasını, ilaç parasını boyunlarına aldılar.? -M. Ş. Esendal.
boynuna geçirmek : bir şeyi kendine mal etmek, zimmetine geçirmek.
boynunda kalmak : bir sözü iletmediği veya birine ödenecek parayı ödemediği için üzerinde borç kalmak.
boynunu bükmek : 1) acındırıcı, çaresiz bir durumda kalmak. Örnek Kullanım : ?Biraz düşündükten sonra ağır ağır başını eğip yere baktı ve boynunu büktü.? -Y. Z. Ortaç. 2) bir durumu, bir işi ister istemez kabul etmek. Örnek Kullanım : ?Şoför yine boynunu büktü, ‘O yürüyemezse, ben de yürüyemem
boynunu kırmak : hlk. çekip gitmek. Örnek Kullanım : ?Daha bir ay tutunamazlar, boyunlarını kırarlar deniliyordu.? -Ö. Seyfettin.
boynunu uzatmak : her şeye, her cezaya razı olmak.
boynunu vurmak : başını keserek öldürmek.
boynuz çekmek : boynuz kullanarak kan çekmek, hacamat etmek. Örnek Kullanım : ?Hastalık göğse inip ateş başlayınca yapılacak şey hastaya boynuz çekmek olurdu.? -B. Felek.
boynuz dikmek : kadın başka erkekle ilişki kurarak kocasını aldatmak. Örnek Kullanım : ?Ah ayol, kadın bu yaştan sonra boynuz dikiyor diye ondan iğrenirler.? -Ö. Seyfettin.
boynuz eğmek : istemeyerek uymak, karşı tarafın gücünü kabul etmek.
boynuz isterken kulaktan olmak : daha iyisini, mükemmelini ararken mevcut olanı yitirmek.
boynuz kulağı geçmek : bir konuda daha sonra yetişenler yetenek bakımından eskileri geçmek.
boynuz takmak (takınmak, taktırmak) : karısı başka bir erkekle ilişki kurarak aldatmak (aldatılmak). Örnek Kullanım : ?Onlar da sana seksen zamparayla boynuz taktırdılar ya.? -H. R. Gürpınar.
boyu beraber : kendi boyu kadar. Örnek Kullanım : Boyu beraber çocuğu var.
boyu boyuna, huyu huyuna : ?karı koca veya arkadaşlar arasında her bakımdan uygunluk olması gerekir? anlamında kullanılan bir söz.
boyu devrilsin (devrilesi) : ?ölsün? anlamında kullanılan bir ilenme sözü.
boyun bir karış uzadı : alay ?gereği olmayan o işi yapmakla sanki yükseldin? anlamında kullanılan bir söz.
boyun bükmek : boynunu bükmek.
boyun eğmek : isteyerek veya istemeyerek uymak, katlanmak. Örnek Kullanım : ?Para bulabilmek için ya bir tarafa boyun eğmeli ya öbür tarafla birleşmeli idik.? -F. R. Atay.
boyun kesmek : selam vermek için başını eğmek. Örnek Kullanım : ?Eli göğsünde, boyun keserek dervişçe bir selamla alçak bir sedirin ucuna ilişti.? -H. Taner.
boyun kırmak : saygı duyulan bir kimse karşısında, ayaktayken başı öne bükmek. Örnek Kullanım : ?Hürrem Hakkı, Ferhunde’nin önünde boyun kırdı.? -M. Yesari.
boyun olmak : hlk. kefil olmak.
boyun vermek : buyruk altına girmek.
boyuna bosuna bakmadan : ?fizik yapısının gereğince gelişmemiş olmasını göz önünde bulundurmadan? anlamında kullanılan bir söz.
boyunca çocuğu olmak : yetişkin çocuğu olmak.
boyunduruğa atmak (almak) : güreşte hasmın başını koltuk altına alıp boynuna kol dolamak.
boyunduruğa vurmak : baskı altına almak.
boyunduruk altına girmek : başkasının baskısı altında kalmak.
boyunun ölçüsünü almak : 1) kendi yetersizliğini, beceriksizliğini anlamak. Örnek Kullanım : ?Gelsin de görsün bakalım… Boyunun ölçüsünü alsın. Anlasın yük gemisiyle yola çıkmanın ne demek olduğunu…? -Z. Selimoğlu. 2) beklediği yakınlığı görememek.
boza gibi : koyu ve bulanık (sıvılar).
boza olmak : hlk. utanmak, bozum olmak.
bozdur bozdur harca : alay çok az olan şeyler için kullanılan bir söz.
bozguna uğramak (vermek) : yenilip perişan olmak, dağılmak, hezimete uğramak. Örnek Kullanım : ?Durdu ve bir anda bütün mukavemeti bozguna uğradı.? -P. Safa.
bozuk çalmak : argo canı sıkılmış, yüzü asılmış olmak.
bozuk plak gibi : sürekli tekrarlanarak.
bozum etmek : argo utandırmak, mahcup etmek.
bozum olmak : argo utanmak, utanacak duruma düşmek, mahcup olmak.
bozuntuya uğramak : şaşkınlığa kapılmak.
bozuntuya vermemek : bir kimsenin hoşa gitmeyen bir durumunda fark etmemiş gibi davranmak. Örnek Kullanım : ?Bozuntuya vermedim, yürüdüm, yanına gittim.? -Ö. Seyfettin.
böcek çıkarmak : ipek böceği yetiştirmek.
böcek gibi : ufak tefek ve esmer (çocuk).
bronz gibi : tunca benzeyen, tunç renginde olan.
bucak bucak aramak : her yerde aramak. Örnek Kullanım : ?Sizi bucak bucak arayan ölüm, nihayet izinizi bulup karşınıza dikildi mi?? -A. N. Asya.
bucak bucak kaçmak : bir olay, bir durum veya bir kimseyle karşılaşmamaya çalışmak. Örnek Kullanım : ?Sen gerçek hayattan bucak bucak kaçıyorsun.? -A. Kulin.
bugün git, yarın gel : bir iş yapılmak istenmediğinde baştan savmak için kullanılan bir söz.
bugünden tezi yok : hemen şimdi, derhâl. Örnek Kullanım : ?Bugünden tezi yok, şimdi buradan çıkıp oraya gidiyorum.? -H. R. Gürpınar.
bugünkü günde : şimdi, içinde bulunduğumuz zamanda, şimdiki şartlarda. Örnek Kullanım : ?Bugünkü günde İngilizcesiz olmuyor çok iş.? -N. Uygur.
buhar olmak : hlk. yok olmak, kaybolmak. Örnek Kullanım : ?Sanki buhar olup göğe çekilmişlerdi.? -S. Ayverdi.
buhran geçirmek : bunalım geçirmek.
buhrana tutulmak : buhran geçirmek.
bukağı vurmak : bukağı takmak.
bukalemun gibi renkten renge girmek : sürekli düşünce değiştirmek.
bula bula bunu (onu, bir şeyi, birini) bulmak : 1) var olanların en değersizini seçmek 2) kötü bir şeye rastlamak.
bulantı vermek : 1) midesini bulandırmak 2) mec. bıkkınlık vermek. Örnek Kullanım : ?Gözlerime, kulaklarıma, beş duyuma birden tiksinti, bulantı veren bu manzaraların ortasında niye duruyordum?? -A. Gündüz.
bulaşık suyu gibi : kötü hazırlanmış, tadı tuzu olmayan (sulu yiyecek ve içecek).
buldumcuk olmak : bir şeye sonradan ulaşınca şımarmak.
bulunmaz Bursa (Hint) kumaşı : alay çok az bulunduğu ve çok değerli olduğu sanılan şey. Örnek Kullanım : ?Nuri’ye gelince bulunmaz bir Hint kumaşı sayılmazdı o da.? -O. Rifat.
bulup buluşturmak : çaba göstererek bir şeyler sağlamak.
bulut gibi : çok sarhoş.
bulut olmak : çok sarhoş olmak. Örnek Kullanım : ?Meyhaneli köylerin her birinde üçer beşer çekmiş, bulut olmuştur.? -O. C. Kaygılı.
buluttan nem kapmak : en küçük bir şeyden alınmak, çok alıngan olmak. Örnek Kullanım : ?Biraz gariptir ki buluttan nem kapan o zamanki sansür bu cinayetler ve tesadüflerden ahkâm çıkararak hafiyelik etmezdi.? -A. Ş. Hisar. ?İhtiyatlı ol, bunlar tilkidir, rüzgârdan nem kapar elden kaçırma
buna değdi (idi) buna değmedi (idi) demek : birçok şeyin, iyilerini seçip önceden beğenmeyip bıraktıklarını da sonradan almak.
bunda bir iş var : gizli veya bilinmeyen bir yönü olan olay veya durum için kullanılan bir söz.
bundan iyisi can sağlığı : ?bundan daha iyisi olamaz? anlamında kullanılan bir söz.
burnu (bile) kanamamak : 1) zarar görmemek, yarasız beresiz olmak 2) tehlikeli bir durumdan yara bere almadan kurtulmak. Örnek Kullanım : ?Burunları bile kanamadan ganimete kavuşacaklardı.? -F. F. Tülbentçi.
burnu büyümek : kibirlenmek, büyüklenmek. Örnek Kullanım : ?Yalnız onun mu burnu büyüdü? Burnu büyüyen büyüyene!? -N. Hikmet.
burnu çenesine değmek : çok yaşlanmak. Örnek Kullanım : ?Bu kez gelen, burnu çenesine değmiş bir acuzeydi.? -İ. O. Anar.
burnu Kafdağına çıkmak (varmak) : kibirlenmek, şımarmak, burnu büyümek. Örnek Kullanım : ?Nikâh ettirir ettirmez kadının burnu Kafdağı’na çıkmış.? -S. M. Alus.
burnu Kafdağında (olmak) : çok kibirli (olmak). Örnek Kullanım : ?Çeltikçiler, o burunları Kafdağı’nda çeltikçiler çarşıya düşmüşler, önlerine gelene dert yanıyorlar.? -Y. Kemal.
burnu kırılmak : büyüklenemez duruma gelmek.
burnu sızlamak : duygulanmak. Örnek Kullanım : ?Orada zaman zaman sebepsiz yere burnu sızlardı insanın.? -M. Mungan.
burnu sürtülmek : sıkıntı çektikten sonra daha önce beğenmediği bir durumu kabul etmek, gururundan vazgeçmek.
burnu yere düşse almaz : kendini beğenmiş, kibirli.
burnuna karıncalar dolmak : ölmek. Örnek Kullanım : ?Bundan sonra müteahhit eline çay verenin burnuna karıncalar dolsun!? -A. Dino.
burnuna koymak : aldırış etmek, göz önünde tutmak, değer vermek, kale almak. Örnek Kullanım : ?Oğlan mahalle arkadaşlarıyla samimi idi. Kızsa ne anasını ne babasını ne de kardeşlerini burnuna kor, bu mahalle ve bu mahalleliden nefret ederdi.? -O. Kemal.
burnunda tütmek : çok özlemek. Örnek Kullanım : ?Benim Nazlılarım, Gülizarlarım hatta Ethemlerim burnumda tütmeye başladı.? -O. C. Kaygılı.
burnundan (fitil fitil) gelmek : elde ettiği güzel şey, sonradan gelen üzüntüler üzerine kendisine zehir olmak. Örnek Kullanım : ?Sabahki o tatlı eğlentiler şimdi fitil fitil burnumdan gelmeye başladığı için bugün buralara geldiğime bin kere pişman oluyordum.? -O. C. Kaygılı.
burnundan düşen bin parça olmak : çok asık suratlı olmak.
burnundan gelmek : iyi niyetle girişilen bir işten beklenen sonuç alınamadığından dolayı sıkıntı içinde olmak.
burnundan getirmek : yaptığına pişman etmek. Örnek Kullanım : ?Hele onu bir elime geçireyim, görürsün, burnundan getireceğim.? -H. Topuz.
burnundan kıl aldırmamak : kendisine söz söyletmemek, çok huysuz olmak.
burnundan solumak : çok öfkelenmiş olmak. Örnek Kullanım : ?İnliyor, göz süzüyor, burnundan soluyarak konuşuyordu.? -M. Ş. Esendal.
burnunu çekmek : 1) sümüğünü çekmek. Örnek Kullanım : ?Madam, küçük bir çocuk gibi burnunu çekerek eliyle içerideki odayı gösteriyor.? -A. Ümit. 2) mec. umduğunu bulamamak, amacına ulaşamamak.
burnunu kırmak : birini güç durumda bırakarak büyüklenmesini veya direnişini yok etmek.
burnunu sıksan canı çıkacak : çok zayıf ve güçsüz kimseler için kullanılan bir söz. Örnek Kullanım : ?Nerdee iş nerede. Bizimkinin ağzını bıçak açmıyor. Burnunu tutsan canı çıkacak.? -O. Kemal.
burnunu sürtmek : sıkıntı çektikten sonra daha önce beğenmediği bir durumu kabul etmek, gururundan vazgeçmek. Örnek Kullanım : ?Hadisat şimdi burnunu da sürtmüş olduğundan ilk karısına karşı iyi davranıyordu.? -Y. K. Karaosmanoğlu.
burnunun dibine sokulmak : çok yaklaşmak, iyice yaklaşmak.
burnunun dikine (doğrusuna) gitmek : öğüt dinlemeyerek kendi bildiği gibi davranmak. Örnek Kullanım : ?Soruların yanıtlarını buldum mu ne gezer ama nedense aptal kafam burnunun dikine gitmeyi sürdürdü.? -A. Ümit.
burnunun direği kırılmak (düşmek) : çok pis bir koku duyarak tedirgin olmak.
burnunun direği sızlamak : maddi veya manevi çok acı duymak, çok üzülmek. Örnek Kullanım : ?Burnunun direği sızlaya sızlaya evini özlemektedir.? -R. N. Güntekin.
burnunun direğini kırmak : çok pis bir koku yayarak tedirgin etmek. Örnek Kullanım : ?Tezek kokusu burnumun direğini kırmış, ciğerime işlemişti.? -B. R. Eyuboğlu.
burnunun ucundan ötesini (ilerisini) görmemek : dar düşünceli olmak.
burnunun ucunu görmemek : 1) çok sarhoş olmak 2) dalgın, dikkatsiz olmak.
burnunun yeli harman savurmak : 1) büyüklenmek, kibirlenmek 2) çok öfkelenmek.
burnunun yeli kırılmak : öfkesi yok olmak. Örnek Kullanım : ?Vazgeçin, dedi Nuh, kızlara yazık… Niye yazık olsun? Burnunun yeli kırılır, cart curt edemez millete!? -O. Kemal.
burun buruna gelmek : 1) beklenmedik bir anda karşılaşmak, birbirlerine çok yaklaşmak. Örnek Kullanım : ?Nabi Efendi, merdivenleri yorgun yorgun çıkarken sofada karısıyla burun buruna geldi.? -M. Yesari. 2) karşısında hissetmek. Örnek Kullanım : ?O kadar gururlu bir tavrı vardı ki onu ilk kez gören
burun bükmek : beğenmemek, önem vermemek. Örnek Kullanım : ?… şöyle demiştim, böyle yapmıştım, diyene burun büker.? -Y. K. Beyatlı.
burun kıvırmak : önem vermemek, küçümsemek, beğenmemek. Örnek Kullanım : ?Açıkçası durmadan yakınan o kadınlara burun kıvırdım.? -A. Ağaoğlu.
burun şişirmek : kibirlenmek.
burun yapmak : üstünlük taslamak.
burusu tutmak (tutulmak) : sancılanmak. Örnek Kullanım : ?Ben evin içinde zaten burusu tutulanlardan bahsedildiğine pek çok defalar müsadif olmuştum.? -H. Z. Uşaklıgil.
buyruğu altına girmek : bir kimse başka bir kimsenin isteklerini ister istemez yerine getirmek zorunda olmak.
buyur etmek : 1) buyurun diyerek konuğu saygı ile içeri almak. Örnek Kullanım : ?Soldaki bahçeli kahveye buyur ettim.? -S. F. Abasıyanık. 2) sofraya çağırmak. Örnek Kullanım : ?Aliş’e de buyur ettiler, ekmek, peynir ve üzümden ibaret yemeklerini yemeye koyuldular.? -Halikarnas Balıkçısı.
buyurun cenaze namazına! : şaka beklenmedik kötü bir durum karşısında üzüntü anlatan bir söz.
buz bağlamak : sıvıların yüzeyi donmak.
buz gibi : 1) çok soğuk 2) çok soğuk bir etki uyandıran (şey veya kimse) 3) kötü nitelikler için kesinlik. Örnek Kullanım : Adam buz gibi hırsız. 4) kesinlikle. Örnek Kullanım : ?Elbette can sıkıntısına düşer, buz gibi düşman kesilir erkeğe.? -A. Erhat.
buz kesilmek : şaşılacak, üzülecek bir durum karşısında donakalmak.
buz kesmek : çok üşümek. Örnek Kullanım : ?Beton döşeme bir türlü ısınmak bilmiyordu. Ve akşamlardan sabahlara kadar ayakları, baldırları buz kesiyordu.? -R. Enis.
buz tutmak : sıvının üstünde buz oluşmak, buzla kaplanmak.
buz üstüne yazı yazmak : 1) süresi, etkisi çok az olacak bir iş yapmak 2) bir kimseye etki yapmayan sözler söylemek.
buzdolabı gibi : çok soğuk bir etki uyandıran (kimse).
buzdolabına kaldırmak : bir konuda anlaşmaya varılamadığı için onu bir süre gündem dışında bırakmak.
buzlar çözülmek : 1) buzlar erimeye ve kırılmaya başlamak 2) mec. aradaki soğukluk, dargınlık, gerginlik ortadan kalkmak.
bülbül gibi konuşmak (okumak) : 1) kolaylıkla konuşmak, okumak. Örnek Kullanım : ?Kadın bülbül gibi Fransızca konuşuyor.? -H. E. Adıvar. 2) itiraf etmek.
bülbül gibi konuşturmak (söyletmek) : itiraf ettirmek. Örnek Kullanım : ?Buluştukları zaman da onu bülbül gibi konuşturdu.? -T. Buğra.
bülbül gibi söylemek : hiçbir şey saklamadan bildiklerini söylemek, itiraf etmek. Örnek Kullanım : ?Mahkemeye havale edeceğim, orada bülbül gibi söylersin.? -Ö. Seyfettin.
bülbül gibi şakımak : güzel sesle, neşeyle konuşmak.
bülbül kesilmek : bir etki veya baskı altında çokça konuşmak. Örnek Kullanım : ?İnsan bir garip nesnedir. Bir korku atlattıktan sonra bülbül kesilir.? -N. Hikmet.
büyü bozmak : yapılmış bir büyüyü etkisiz duruma getirmek.
büyü bozulmak : 1) yapılmış bir büyü etkisiz duruma getirilmek. Örnek Kullanım : ?Öldük, ölümden bir şeyler umarak / Bir büyük boşlukta bozuldu büyü? -C. S. Tarancı. 2) mec. önceden hissedilen duygular hissedilmez olmak.
büyük (söz) söylemek : yapacağı bir şey hakkında kesin konuşarak övünmek.
büyük abdesti gelmek : dışkı yapma ihtiyacı duymak.
büyük gelmek : kıyafet, bol ve geniş olmak.
büyük görmek (bilmek, tutmak) : kendini veya başkasını olduğundan üstün saymak, yüceltmek.
büyük oynamak : 1) çok para koyarak kumar oynamak 2) mec. büyük risk ve beklentilerle bir işe girişmek.
büyük sözüme tövbe! : bir konuda çok kesin konuşulduğunda tersi bir durumun başa gelmemesi dileğini belirten bir söz. Örnek Kullanım : ?Büyük sözüme tövbe, hatır ve hayalime bile getiremem.? -S. M. Alus.
büyük yemin etmek : bir şeyi yapmamak konusunda en kutsal şeyler üzerine ant içmek.
büyükle büyük, küçükle küçük olmak : her yaş ve durumdaki kişilere karşı dostça, arkadaşça davranmak.
büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öpmek : saygı ve sevgi göstermek. Örnek Kullanım : ?Buralara kadar zahmet ettiniz, büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öperim.? -H. Taner.
büyüklük göstermek : gönül ululuğu göstermek. Örnek Kullanım : ?İnsan yaptığı işler ve bıraktığı eserlerle büyüklüğünü gösterir.? -A. Gündüz.
büyüklük satmak : gururlanıp üstünlük taslamak. Örnek Kullanım : ?Bir eski muallime olan annem, istese de büyüklük satamazdı, elinden gelmezdi.? -O. Kemal.
büyüklük taslamak : kendini üstün görmeye çalışmak, böbürlenmek. Örnek Kullanım : ?Düne kadar kibir onların, büyüklük taslamak onların.? -N. Cumalı.
büyümüş de küçülmüş : konuşması ve davranışları yaşına uymayan, büyüklerinki gibi olan. Örnek Kullanım : ?Küçücük gözlü, çokbilmiş suratlı, büyümüş de küçülmüş, kavruk bir oğlandı.? -H. Taner.
büyüsüne kapılmak (tutulmak) : bir şeyin, bir kimsenin çekiciliğinden kurtulamamak. Örnek Kullanım : ?Durup durup başıma gelenlerin büyüsüne kapılıyordum.? -O. Pamuk.
büzülüp oturmak (kalmak) : bir kenarda çekingen bir tavırla oturmak. Örnek Kullanım : ?Ankara’ya kadar bir köşeye büzülüp kaldım.? -A. Gündüz.
teşekkürler
Çok teşekkürler işime yaradı ☺️