(bir işin) içinden çıkmak : karışık bir işin güçlüklerini yenebilmek, üstesinden gelmek. Örnek Kullanım : ?Pek cazip bir iş fakat çok paraya, çok vasıtaya ihtiyaç var. Bakalım bunun içinden nasıl çıkabileceğim?? -Y. K. Karaosmanoğlu.
(bir işin) ilerisine gitmek : bir işin sonuna kadar gitmek.
(bir işin) ipleri birinin elinde olmak : o işi el altından yönetmek.
(bir kimseye, bir şeye) ihtiyaç duymak : o kimse veya şey gerekli saymak.
(bir şey) içinde yüzmek : olumlu veya olumsuz bir durumun aşırı derecesinde bulunmak. Örnek Kullanım : Para içinde yüzmek. Sefalet içinde yüzmek.
(bir şey) iki baştan olmak : bir şey, her iki tarafın aynı şeyi istemesiyle, iyi niyetiyle gerçekleştirilebilmek. Örnek Kullanım : İyi geçim iki baştan olur.
(bir şeyde) iş yok : tkz. ?o şeyden yarar beklememeli? anlamında kullanılan bir söz.
(bir şeyden) ileri gelmek : 1) oluşmak, meydana gelmek. Örnek Kullanım : ?O kadar üşümesi trende saatlerce hareketsiz kalmasından ileri geliyordu.? -S. F. Abasıyanık. 2) neden olmak 3) bağlı bulunmak.
(bir şeye) imza atmak : imzalamak. Örnek Kullanım : ?Önüne bir tomar parşömen çeken ağa, yeni öğrendiği imzasını atmaya başladı.? -O. Kemal.
(bir şeyi) içi kabul etmemek : 1) bir şeyden midesi bulanmak 2) mec. benimsememek, kabullenememek.
(bir şeyi) içinde duymak : hissetmek, varlığını algılamak. Örnek Kullanım : ?Donmak üzere olan insanların tatlılığını içimde duymaya başladım.? -S. F. Abasıyanık.
(bir şeyi) imza etmek : imzalamak. Örnek Kullanım : ?Bir haftaya kalmayacak, bizim delegeler sulhu imza edecekler.? -Ö. Seyfettin.
(bir şeyin) içine etmek (sıçmak) : kaba bozup berbat etmek, içine etmek.
(bir şeyin) ilminden anlamak : herhangi bir şeyin uzmanı olmak. Örnek Kullanım : ?Onun ilminden anlayan şoför seni istediği yere götürür.? -Y. K. Karaosmanoğlu.
(bir yerde) içecek suyu olmak : o yere gitmesi kısmet olmak.
(bir yerde) ikamete memur edilmek : esk. sürgün cezası verilmek.
(bir yerin) içinden olmak : bir yerin merkezinde yaşamak veya orada doğmuş bulunmak.
(birine) içinden gülmek : sezdirmeden eğlenmek.
(birine) iltimas etmek (geçmek) : kayırmak, korumak. Örnek Kullanım : ?Sanırım ki öğretmenler bana iltimas geçiyorlardı.? -A. Erhat.
(birine) ip takmak : birinin kötülüğü için çalışmak.
(birine) iş düşmek : birinin iş yapması gerekmek. Örnek Kullanım : ?Hizmetçiden, aşçıdan, sana iş düşmeyecek bile.? -H. Taner.
(birine) iş etmek : aldatmak, birine beklemediği bir davranışta bulunarak onu zarara sokmak.
(birine) işi düşmek : birinin yardımına gereksinim duymak. Örnek Kullanım : ?Ara sıra işim düşerek kalem odasına girdikçe ona nazik ve kibar bir arkadaş muamelesi ediyordum.? -R. N. Güntekin.
(birini) içine sokacağı gelmek : birini çok sevmek.
(birini) ipe çekmek : asarak öldürmek.
(birini) işe almak : iş yerinde çalıştırmaya başlatmak.
(birini) işe koşmak : birine iş yaptırmak. Örnek Kullanım : ?Babama varıncaya kadar hepimizi işe koşuyor.? -R. N. Güntekin.
(birini, bir şeyi) iki paralık etmek : değerini düşürmek. Örnek Kullanım : ?Talebeliğin şerefini iki paralık etmişti gene.? -R. Ilgaz.
(birinin) içini okumak : birinin gizli, saklı düşüncelerini anlamak. Örnek Kullanım : ?Çökük gözlerinin arkasında insanın içini ezberden okuyan bir hayat sezişi var.? -H. E. Adıvar.
(birinin) içini sarmak : sürekli düşünmek, hep onunla meşgul olmak. Örnek Kullanım : ?Saat dokuza yaklaşırken onun içini bir bayram sevinci sarardı.? -H. Taner.
(birinin) ifadesini almak : 1) sorguya çekmek. Örnek Kullanım : ?Komiser Efendi, masanın başına oturup ifadesini almaya başladığı zaman ayağa kalktı.? -R. N. Güntekin. 2) görgü tanığının anlattıklarını yazmak 3) argo tepelemek 4) argo üstün gelmek, yenmek.
(birinin) iltiması olmak : arkası, kayırıcısı olmak.
(birinin) ipini çekmek : birini ölçülü davranmaya zorlamak.
(birinin) ipiyle kuyuya inilmez : ?kendisine güvenilmez? anlamında kullanılan bir söz. Örnek Kullanım : ?O tüysüz keratanın ipiyle kuyuya inilmez.? -A. İlhan.
(birinin) ismini vermek : adını vermek.
(birinin) işi başından aşmak (aşkın olmak) : pek çok işi olmak.
(birinin) işi rast gitmek : şans yardımıyla işi iyi, istediği gibi olmak.
(birinin) işini bitirmek : argo öldürmek.
(birinin) iştahı açılmak : yemek isteği artmak.
(birinin) iştahı kabarmak : isteği çoğalmak, heveslenmek. Örnek Kullanım : ?Derken, yavaş yavaş benim de iştahım kabarmaya başladı.? -R. N. Güntekin.
(birinin) izinden yürümek : birine içten bağlanarak onun başladığı işi aynı anlayışla sürdürmek.
(birinin) izine basmak : esk. gözden uzaklaştırmayarak ne yaptığını gözetlemek.
(biriyle) ilişki kurmak : bağlantı sağlamak, ilgi sağlamak. Örnek Kullanım : ?Hasta ile ofis dışı ilişki kurduğunu duyarsam şikâyet dilekçemi işleme koyacağım.? -A. Kulin.
(biriyle) ilişkiye girmek : 1) bağlantı kurmak 2) yakınlaşmak 3) cinsel ilişkide bulunmak.
(biriyle, bir şeyle) ilişiği olmamak : bağlantısı olmamak.
ibaret olmak (kalmak) : 1) -den oluşmak, meydana gelmek. Örnek Kullanım : ?Büyük önderin bize verdiği mükâfat bundan ibaret değildi.? -Y. K. Karaosmanoğlu. 2) ancak bu kadar olmak.
ibiş gibi : yüz ve davranışları gülünç olan (kimse).
ibre birinden yana dönmek : herhangi bir konuda birisi avantajlı duruma geçmek.
ibret almak : ders almak. Örnek Kullanım : ?Azizim, korkarım ki günün birinde bizi tamamıyla mahvedecek şey de bu olmasın karşımızdakilerden biraz ibret almalıyız, efendim.? -Y. K. Karaosmanoğlu.
icabına bakmak : 1) gereğini yerine getirmek 2) mec. bir kimseyi yok etmek, ortadan kaldırmak.
icara vermek : kiraya vermek. Örnek Kullanım : ?Tek hanemi sizin gibi asil bir aileye icara vereyim.? -P. Safa.
icat çıkarmak : 1) hoş görülmeyen yeni bir huy, davranış göstermek 2) yadırganan bir yol tutmak 3) ortaya gereği olmayan bir sorun atmak.
icat etmek : 1) ilk kez yeni bir şey yaratmak. Örnek Kullanım : ?Nihayet, yaza çize ilk satırı üç nokta ile başlayan yeni bir tarz icat ettim.? -Y. Z. Ortaç. 2) bir şeyi gerçekmiş gibi göstermek. Örnek Kullanım : ?Çok durduğumdan şüphelenmesinler diye uydurma bir tamir icat ettim.? -A. Gün
icazet almak : 1) izin, onay almak. Örnek Kullanım : ?Bir çift ayakkabı almak için dahi ondan icazet almak zorunda kalıyorum.? -A. Kulin. 2) diploma almak.
icazet vermek : izin, onay vermek. Örnek Kullanım : ?Ama bu kez bir ricada bulunmaktan ziyade icazet verircesine üst perdeden çıkmıştı sesi.? -E. Şafak.
icraata geçmek : uygulamaya veya çalışmaya başlamak. Örnek Kullanım : ?Edebiyat konusunda hükûmet daima bizim fikrimizi alır, ondan sonra icraata geçer.? -H. Taner.
icraya vermek : alacağın borçludan alınabilmesi için icraya başvurmak.
iç açmak : gönle ferahlık vermek, gönlü ferahlatmak.
iç bağlamak : iç tutmak.
iç çekmek : üzüntüyle derinden soluk almak. Örnek Kullanım : ?Hafif hafif iç çekmeler, tek hıçkırıklar, konser hâlinde ağlamalar.? -H. E. Adıvar.
iç dökmek : içini dökmek. Örnek Kullanım : ?Akşamları ikişer üçer kadeh içer, karşılıklı iç dökerdik.? -N. Cumalı.
iç etmek : argo eline geçen bir şeyi sahibine bildirmeyerek kendine mal etmek. Örnek Kullanım : ?Hem parayı iç et, üstüne bir de söv, ha?? -O. Hançerlioğlu.
iç geçirmek : derin soluk alarak üzüntüsünü belli etmek. Örnek Kullanım : ?Derin bir iç geçirişti ki ah çekişti denilebilir.? -R. H. Karay.
iç gıcıklamak : 1) istek uyandırmak 2) huylandırmak.
iç güveyisi girmek : karısının ailesinin evinde oturmak üzere evlenmek. Örnek Kullanım : ?O, zengin bir eve iç güveyisi olarak girmeye razı olmamış.? -A. Ş. Hisar.
iç güveyisinden hâllice : şaka ?nasılsın? sorusuna ?eh işte, fena değil? anlamında verilen karşılık.
iç içe girmek (geçmek) : 1) karmakarışık olmak 2) uygun bir biçimde birbirinin içine girmek 3) kaza sonucu araçlar birbirine girmek 4) birbirinden ayrılamaz durumda olmak. Örnek Kullanım : ?Burada tarih ile masal iç içe girmiş durumdadır hangisi masal, hangisi tarih, karışır gider birbirine
iç tutmak : yemişin içi oluşmak. Örnek Kullanım : ?Oysaki cevizlerin iç tuttuğuna bakılırsa yaz geçiyordu.? -N. Cumalı.
içeri girmek : 1) bir iş veya alışverişte zarar etmek. Örnek Kullanım : Bu işte bir milyar lira içeri girdim. 2) hapse girmek.
içeride olmak : 1) zarar etmiş olmak, borçlanmış olmak 2) hapishanede olmak.
içeriden çıkmak : hapisten kurtulmak, serbest kalmak. Örnek Kullanım : ?Umarım şimdi anlıyorsundur uzun süre yatan kişilerin içeriden nasıl çıktıklarını.? -İ. Aral.
içeriye atmak (almak veya tıkmak) : hapsetmek. Örnek Kullanım : ?Bundan da başka yarın bunu tutar, içeri tıkabilirdi.? -M. Ş. Esendal.
içeriye dalmak : 1) kapalı bir yere hızlıca girmek. Örnek Kullanım : ?Bir taş merdivenden çıkıp yarı açık duran bir tahta kapıdan içeriye dalıyorlardı.? -Y. K. Karaosmanoğlu. 2) bir yere izinsiz girmek.
içeriye düşmek : hapse girmek.
içi açılmak : güzel bir şey karşısında sıkıntısı dağılmak, ferahlamak. Örnek Kullanım : ?Artık bu çehrenin karşısına geç. Bak, bak, için açılsın.? -R. N. Güntekin.
içi alaylı, dışı kalaylı : ?dışı süslü, güzel görünüşlü ancak içi berbat? anlamında kullanılan bir söz.
içi almamak : 1) midesi kabul etmemek 2) sakıncalı gördüğünden veya beğenmediğinden, bir işi yapmak istememek.
içi bayılmak : 1) çok acıkmak 2) çok şekerli veya yağlı yiyecek ağır gelmek.
içi boşalmak : önemi ve anlamı kalmamak. Örnek Kullanım : ?Biliyorum bütün sözler yavan, bütün sözcüklerin içi boşalmış, bütün anlamlar kullanılmış.? -M. Mungan.
içi bulanmak : kusacak gibi olmak. Örnek Kullanım : ?Tabanları, dizleri sızlar gibi oldu. Bir de içi bulandı, kusacak gibi oldu.? -B. Felek.
içi burkulmak : bir şeye çok üzülmek. Örnek Kullanım : ?Hayatımızda bozukluğunu, yokluğunu içlerimiz burkularak duyduğumuz ne vardır ki millî şuur eksikliğinden gelmesin?? -O. S. Orhon.
içi cız etmek : ansızın içi sızlamak. Örnek Kullanım : ?Otuz sayfa okurum diye umduğum koca bir günün sonunda zar zor üç sayfa okuyabildiğimi anımsayınca içim cız etti.? -N. Cumalı.
içi çekmek : istek duymak. Örnek Kullanım : ?Arsız bir tabiatım var. Ne görsem içim çeker.? -R. N. Güntekin.
içi daralmak : sıkılmak, bunalmak. Örnek Kullanım : ?Hayvan aklıma geldikçe içim daralıyor dayı.? -N. Kurşunlu.
içi dayanmamak : acıklı bir durumu kaldıramamak.
içi dışı bir (olmak) : düşündüğünü açıkça söyleyen, gizli bir düşüncesi olmayan, ikiyüzlü olmayan.
içi dışına çıkmak : 1) kusmak 2) kusacak duruma gelmek. Örnek Kullanım : ?Cip hazır, dedi. İnşallah süspansiyonu iyidir yoksa yollarda içimiz dışımıza çıkacak.? -R. Erduran.
içi erimek : kaygı duymak, çok üzülmek.
içi ezilmek : 1) üzülmek, yüreği burkulmak. Örnek Kullanım : ?O kadar tatlıydı ki insanın içi eziliyordu.? -N. Hikmet. 2) acıkma hissi duymak 3) mec. sıkıntı ve heyecan içine düşmek. Örnek Kullanım : ?Ay içim eziliyor kızım… Uzatma çabuk söyle.? -H. R. Gürpınar.
içi ezim ezim ezilmek : çok üzülmek. Örnek Kullanım : ?İçi ezim ezim eziliyordu.? -H. R. Gürpınar.
içi geçmek : 1) istemeden kısa bir süre uyuyuvermek. Örnek Kullanım : ?Hanife kadın hastalandı, şimdi o gelinceye kadar işlerini ben yapıyorum, çamaşır yıkadım da yorulmuşum, şöyle içim geçmiş.? -R. H. Karay. 2) bir işe yaramaz duruma gelmek. Örnek Kullanım : ?Islak duvarların, rüzgâr vurd
içi gitmek : 1) içi sürmek 2) bir şeyi yapmayı veya elde etmeyi çok istemek. Örnek Kullanım : ?Gençtim, güzeldim, düzgüne, rastığa, janjanlı çoraba benim de içim gidiyordu.? -A. Gündüz.
içi götürmemek : 1) acıklı bir durum karşısında dayanamamak 2) kıskanmak, çekememek 3) vicdanına sığdıramamak.
içi hop etmek : birdenbire heyecanlanmak. Örnek Kullanım : ?Güler’i gördüm ve içim hop etti.? -A. Gündüz.
içi ısınmak : hoşlanmak, sevmek. Örnek Kullanım : ?Uzun yıllar içim ısınmadı ona.? -Y. Z. Ortaç.
içi içine geçmek : tedirgin olmak.
içi içine sığmamak : telaş, sabırsızlık, coşkunluk göstermekten kendini alamamak. Örnek Kullanım : ?Nazmiye’den çok İhsan’ın içi içine sığmıyor, birazdan başlarına gelecekleri tasarlayarak kahroluyordu.? -O. Kemal.
içi içini yemek : 1) istediğini yapamama yüzünden üzülmek. Örnek Kullanım : ?Bir an önce varalım diye içim içimi yiyor.? -A. İlhan. 2) dert etmek.
içi kağşamak : isteksiz ve gönülsüz olmak. Örnek Kullanım : ?Uzunca bir süredir, bir daha âşık olamayacak kadar içinin kağşadığını düşünüyordu.? -M. Mungan.
içi kalkmak (kabarmak) : 1) iğrenmek 2) taşkın bir ağlama duygusu içinde bulunmak 3) duygulanmak, heyecanlanmak.
içi kan ağlamak : çok üzüntü duymak. Örnek Kullanım : ?Demin Raif Efendi’nin karısını dinlerken içim kan ağlıyordu.? -Y. K. Beyatlı.
içi kapanmak : sıkılmak, bunalmak.
içi kararmak : 1) sıkılmak, bunalmak. Örnek Kullanım : ?Hani bazı kadınlar vardır, hödük koca ile düşe kalka eblehleşir, içleri kararır, ispinoz gibi susar otururlar.? -H. Taner. 2) hiçbir şeyden tat alamaz olmak 3) umutsuzluğa düşmek.
içi kazınmak (kıyılmak) : açlıktan midesinde eziklik duymak.
içi paralanmak (parçalanmak) : birine acıyarak çok üzülmek. Örnek Kullanım : ?Yusuf için her fedakârlığa razı idim. Fakat buna imkân göremiyordum. İçim parçalandı.? -R. N. Güntekin.
içi rahat etmek : kaygı duyulacak bir konu bulunmadığını öğrenerek ferahlamak. Örnek Kullanım : ?Vehbi Dede itiraz etmezse içi rahat edecek.? -H. E. Adıvar.
içi sıkılmak : bunalmak. Örnek Kullanım : ?Sekiz saattir trendeyim. Tren boş ve neşesiz. İçim sıkılıyor.? -A. Haşim.
içi sızlamak : bir şey veya kişi için çok üzülmek.
içi sürmek : ishal olmak.
içi titremek : 1) özen göstermek 2) çok üşümek 3) duygulanmak.
içi vık vık (fık fık, pır pır) etmek : sabırsızca, tedirgin davranmak.
içi yağ bağlamak : yüreği yağ bağlamak.
içi yanmak : 1) çok susamak 2) büyük bir acı, sıkıntı vb. nedenlerle çok üzülmek. Örnek Kullanım : ?Sanki ağlayan ve en çok içi yanan o değildi.? -T. Buğra. 3) bir şeye karşı büyük bir özlem duymak. Örnek Kullanım : ?Biliyorum içiniz vatan aşkıyla yanıyor, aynen benim gibi.? -M. İzgü.
için için gülmek (gülümsemek) : belli etmeden, gizli gizli gülmek. Örnek Kullanım : ?Belki tramvayda, vapurda yan yana giderken, o ona için için gülmüştür, belki de alay etmiştir.? -N. Hikmet.
için için kaynamak : aşırı heyecan, gözü peklik ve hareket içindeyken bunu belli etmemek.
için için yanmak : 1) ateşin yanması sürmek, farkına varılmadan yanmak. Örnek Kullanım : ?Pamuk için için yanıyor, zaman zaman küçük parıltılar çıkarıyordu.? -A. Kutlu. 2) mec. dışa vurmadan çok üzülmek.
içinde kaybolmak : 1) göze çarpmamak. Örnek Kullanım : ?Fakat götürdükleri eşya da kendileri de koca köşkün içinde kayboldular.? -R. N. Güntekin. 2) giysi çok büyük gelmek 3) beklenen sonuca ulaşamamak.
içinde olmak : 1) herhangi bir özellik yaradılışında var olmak 2) hevesli, istekli olmak.
içinden bir şeyler kopmak : içi ezilmek. Örnek Kullanım : ?İdris Bey atına binip köyden ayrılırken içlerinden bir şeyler koptu.? -Y. Kemal.
içinden geçirmek : bir şeyi yapmayı düşünmek.
içinden geçmek : düşünmek, aklından geçmek. Örnek Kullanım : ?İçinden geçip de bir türlü açığa vuramadığı sözleri, şimdi ezberlenmiş bir nutuk veya bir dua hâlinde söylüyordu.? -Y. K. Karaosmanoğlu.
içinden gelmek : bir şeyi yapmak için içten bir istek duymak. Örnek Kullanım : ?Yüzüne bakmak istemiyordum, onu aşağılamak istediğimden değil içimden öyle geliyordu.? -A. Ümit.
içinden kan gitmek : içi kan ağlamak. Örnek Kullanım : ?Şu kadıncağıza öyle acıyorum ki içimden kan gidiyor.? -O. Kemal.
içinden konuşmak : kimsenin duymayacağı kadar yavaş sesle konuşmak.
içinden okumak : 1) ses çıkarmadan okumak 2) argo sessiz bir biçimde sövmek.
içinden yanmak : çok istemek, sabırsızlık göstermek. Örnek Kullanım : ?Yanımızdan bir ayak evvel kaçmak için içinden yanıyor.? -H. E. Adıvar.
içine almak : kapsamak.
içine ateş atmak : aşırı acı, sıkıntı veya üzüntü verecek davranışta bulunmak. Örnek Kullanım : ?Nazmiye’nin içine avuçla ateş atıp evden içeri giriyor ama başını kaldırıp pencereye bakmıyordu.? -O. Kemal.
içine ateş düşmek : büyük bir acı ve üzüntünün etkisi altına girmek. Örnek Kullanım : ?Pamuk zamanı gelince, köylüler Toros’tan pamuğa dökülünce içine bir ateş düştü, duramaz oldu.? -Y. Kemal.
içine atmak : 1) sıkıntısını kimseye belli etmemek 2) yapılan bir kötülüğe karşı sesini çıkarmamakla birlikte, bunu unutmamak.
içine baygınlıklar çökmek : sıkıntı, fenalık basmak. Örnek Kullanım : ?Şevki, ekmek öpüp çocukları üzerine yemin ettikçe onun içine baygınlıklar çöküyordu.? -M. Ş. Esendal.
içine çekilmek (kapanmak) : çevresindeki kişilerle ilgi kurmamak, duygularını kimseye açmamak. Örnek Kullanım : ?O sene çok içine çekilmiş, daima boş vakti kütüphanede geçen ağır bir talebe vaziyetini almıştı.? -H. E. Adıvar.
içine çekmek : 1) soluk almak 2) mec. bilincine varmak, anlamak. Örnek Kullanım : ?Bu barut kokulu alçaklık ve zorbalık havasını uzun uzun, derin derin içine çekti.? -Y. K. Karaosmanoğlu.
içine daralma gelmek : sıkıntı basmak, sıkılmak. Örnek Kullanım : ?Hava kararmaya yüz tutunca, içine bir daralma geliyor çocuğun.? -A. Kulin.
içine dert olmak : bir şeyi yapamamaktan dolayı üzülmek.
içine doğmak : bir işin olacağını veya olduğunu hiçbir belirtiye dayanmadan önceden sezinlemek, malum olmak. Örnek Kullanım : ?Bunu git hocadan sor, elbette benden, senden önce o cennetlik kişinin içine doğmuştur.? -R. H. Karay.
içine dokunmak : dertlendirmek, üzmek.
içine fenalık gelmek (basmak) : ruhu daralmak, sıkılıp bunalmak. Örnek Kullanım : ?İçine fenalıklar basmaya başladı bir kere rezil olmuşlardı mahalleye.? -A. Kulin.
içine hüzün çökmek : kederlenmeye, hüzünlenmeye başlamak. Örnek Kullanım : Eski bayramlar gibi olmuyor, hüzün çöküyor içimize.
içine işlemek : duygulanmak, etkilenmek, dokunmak. Örnek Kullanım : ?Kızın pembe beyaz yanakları, simsiyah kaşı, gözü içine işlemişti.? -O. Kemal.
içine kurt düşmek : kendisine zararı dokunacak bir durum meydana geleceğinden kuşkulanmak. Örnek Kullanım : ?Kız geçen cuma, pazardan geç geldiğinden beri esasen içine kurt düşmüştü.? -H. E. Adıvar.
içine kuşku çökmek : içten içe şüphesi yoğunlaşmak.
içine oturmak : çok etkilenmek, çok üzülmek.
içine sinmek : 1) isteğince olduğu için huzur ve mutluluk duymak. Örnek Kullanım : ?Uykusundan esneye gerine çıkar, içine sinmiş rüyalardan hafif hafif sıyrılırdı.? -A. Ş. Hisar. 2) içi rahat etmek. Örnek Kullanım : ?Düğünümde bulunmazsan gelinliğim içime sinmeyecek, diyor.? -R. N. Güntekin.
içine su serpilmek : ferahlamak.
içine tükürmek : bir şeyi bozup berbat etmek. Örnek Kullanım : ?Ne zaman ki sen ve senin gibiler ilk dönüme pey sürdünüz, bizler de dalaverenin içine tükürdük.? -T. Buğra.
içini açmak : derdini anlatmak, içini dökmek. Örnek Kullanım : ?Rabia elinden gittikten dört beş ay sonra imama verdiği söze rağmen yavaş yavaş komşulara içini açmak istedi.? -H. E. Adıvar.
içini bayıltmak (kıymak) : 1) tatlı, ağır gelip artık yiyememek 2) mec. çok konuşarak veya ağır davranarak birini usandırmak 3) mec. yoğun olarak hissetmek. Örnek Kullanım : ?Bu bahçede insanın içini bayıltan hanımeli, gül ve salkım kokuları binbir ot kokusuna karışıyordu.? -H. E. Adıvar.
içini boşaltmak : 1) sıkıntı ve derdini söylemek. Örnek Kullanım : ?Psikanalistler, insanı nasıl itiraf ettirerek içini boşaltmak suretiyle tedavi ederlerse, sanat eserleri de aşağı yukarı aynı rolü oynarlar.? -M. Kaplan. 2) öfkesini açığa vurmak 3) banka, şirket vb.ni yasal görüntü
içini çekmek : iç çekmek. Örnek Kullanım : ?Öyle ağlıyor ki ben de içimi çeke çeke onu teselli etmeye çalışıyorum.? -A. Ağaoğlu.
içini çürütmek : ruhunu karartmak, bezdirmek, yıldırmak. Örnek Kullanım : ?Bazı alametler büsbütün içimi çürüttü.? -R. N. Güntekin.
içini dondurmak : şaşırtmak, ürpertmek. Örnek Kullanım : ?Benden bu denli emin olması içimi dondurdu.? -R. Mağden.
içini dökmek : 1) derdini anlatmak, iç dünyasındaki duygu ve düşüncelerini bir bir anlatmak. Örnek Kullanım : ?Rakım güldü, bu manastır kaçkını eski gâvura içini dökmekten lezzet alıyordu.? -H. E. Adıvar. 2) ferahlamak, rahatlamak. Örnek Kullanım : ?Bu yazıyı niçin yazıyorum? Biraz içimi dök
içini ezmek : üzüntüsünü, sıkıntısını duymak. Örnek Kullanım : ?Şimdi duyduğum suçluluğa karışan özlem içimi eziyor.? -E. Bener.
içini ısıtmak : hoş, güzel bir şey hoşluk duygusu yaratmak, coşku vermek.
içini karartmak : bunalıma veya sıkıntıya sokmak, endişeye düşürmek. Örnek Kullanım : ?Annesini yanına aldığı günlerdeki mutsuzluğum hâlâ içimi karartıyor.? -E. Bener.
içini kemirmek : bir üzüntüden rahatsızlık duymak, tedirgin olmak.
içini kurt yemek (kemirmek) : sürekli bir kaygı içinde bulunmak.
içini parçalamak (parça parça etmek) : çok üzülmek, aşırı derecede sıkılıp harap olmak. Örnek Kullanım : ?İçini parça parça etmekle beraber Azize’nin feryadı ona tabii gelmeye başlamıştı.? -H. E. Adıvar.
içini sıkmak : sıkıntı vermek. Örnek Kullanım : ?Fakat bu lakırtı Rabia’nın içini sıkar.? -H. E. Adıvar.
içini yakmak : çok üzülmek. Örnek Kullanım : ?Fakat küçüklerin bahçede ağlamaları o kadar içimi yaktı ki kendi kendime hiç kocaya varmamaya yemin ettiğimi hatırlıyorum.? -H. E. Adıvar.
içini yemek : çok üzülmek. Örnek Kullanım : ?Ahmet Kerim, o gün bu kaygı ile içini yedi durdu.? -Y. K. Karaosmanoğlu.
içinin ateşi küllenmek : sıkıntıdan kurtulmak. Örnek Kullanım : ?İçimin ateşi hiç küllenmedi. Seneler geçtikçe daha alevleniyor. Evlat acısı bu …? -H. R. Gürpınar.
içinin yağı erimek : telaş veya kaygı ile üzülmek. Örnek Kullanım : ?İçimizin yağı eridiği hâlde umursamadığımızı göstermek için kendimizi cendereye soktuğumuz yıllar…? -H. Taner.
içli dışlı olmak : karşılıklı olarak candan ve içten davranmak, teklifsiz görüşmek. Örnek Kullanım : ?Toprakla insan hiçbir edebiyatta böylesine içli dışlı değildir.? -C. Meriç.
içli dışlı tanımak : yakından, bütün özellikleriyle bilmek. Örnek Kullanım : ?Kaç kat elbiseleri olduğuna varıncaya kadar içli dışlı tanıyordu.? -R. N. Güntekin.
içtikleri su ayrı gitmemek : sıkı fıkı dost, arkadaş olmak. Örnek Kullanım : ?İçtikleri su ayrı gitmez, her derdini onunla paylaşırdı.? -H. Topuz.
idare etmek : 1) yönetmek, çekip çevirmek. Örnek Kullanım : ?Devleti, sadece idare edenlerin sorumluluğuna bırak-mak ve bir daha onu düşünmemek, sosyal şuura sahip olmamak demektir.? -M. Kaplan. 2) tutumlu kullanmak. Örnek Kullanım : ?Lakin siz, yine sabaha kadar kalacakmışız gibi idare edi
idaresini bilmek : yerine göre harcamak, tutumlu davranmak.
iddiaya girmek (tutuşmak) : karşıt iddialarda bahse girişmek. Örnek Kullanım : ?Balkonda yan yana oturmuş, bir yandan tutulan Ay’ı izlerken, bir yandan da iddiaya girmiştik.? -N. Eray.
idman yapmak : beden hareketleri yapmak. Örnek Kullanım : ?Evinden yalnız idman yapmak için çıktığına eminim.? -S. F. Abasıyanık.
idrak etmek : 1) akıl erdirmek, anlamak, kavramak. Örnek Kullanım : ?Evliliğim boyunca, saçmalığını ancak şimdi idrak edebildiğim bir iş bölümü vardı Ayşin ile aramızda.? -E. Şafak. 2) erişmek, ulaşmak. Örnek Kullanım : Cumhuriyetin yetmiş beşinci yılını idrak ettik. 3) ruh b. algılamak.
ifade vermek : huk. bir olayla ilgili olarak gördüğünü, bildiğini yetkili veya ilgili kimseye söylemek.
iflah olmamak : 1) onmamak, düzelmemek. Örnek Kullanım : ?Dal çürük çıktı mı otuz metreden düşen iflah olmuyor artık.? -H. Taner. 2) doğru davranışta bulunmamak.
iflahı kesilmek : çaresiz kalmak. Örnek Kullanım : ?Benim dört çeşit insan karşısında iflahım kesilir.? -H. Taner.
iflahını kesmek : tkz. gücünü tüketmek, bir daha düzelemeyecek bir duruma getirmek. Örnek Kullanım : ?Bunlar dişlerine kestirdikleri mahkûma iflahını kesinceye kadar gaddarca saldırırlar.? -K. Korcan.
iflas bayrağını çekmek (borusunu çalmak) : tkz. 1) ticarette batmak 2) her şeyini yitirmek.
iflas etmek : 1) bir kimse veya kuruluş için mahkeme kararıyla anaparasını yitirdiği açıklanmak, batmak. Örnek Kullanım : ?Ayna ithal edermiş, sonra iflas etmiş, az buçuk oynatmış.? -S. F. Abasıyanık. 2) mec. düşünce, iddia, tez, kimse vb. yenilgiye uğramak, değeri düşmek.
ifrat tefritte kalmak (bulunmak) : herhangi bir konuda çok ileri gitmek veya geride kalmak.
ifrata kaçmak : çok ileri gitmek, aşırı davranmak.
ifrata vardırmak : bir şeyin ölçüsünü kaçırmak.
ifrit kesilmek (olmak) : çok öfkelenmek, çok kızmak. Örnek Kullanım : ?Arzuma karşı konulunca ifrit kesildiğimi pek iyi bildiğinden ses çıkarmadı.? -R. H. Karay.
iftihara geçmek : okuldaki başarısı ve iyi davranışları sebebiyle üstün öğrenci seçilmek, övünç çizelgesinde yer almak.
iftira atmak : iftira etmek. Örnek Kullanım : ?Elin nur topu gibi kızına iftira atmak doğru mu?? -A. Gündüz.
iftira çalmak : iftira etmek. Örnek Kullanım : ?On parmağınızda on kara, iftira üstüne iftira çalıyorsunuz.? -T. Buğra.
iftiraya uğramak : kasıtlı ve asılsız suç yüklenmek. Örnek Kullanım : ?Uykusuzdum, yorgundum, bir otobüs dolusu insanın içinde iftiraya uğramıştım.? -A. Ağaoğlu.
iğfal etmek : 1) esk. aldatmak, kandırmak, baştan çıkarmak. Örnek Kullanım : ?Bu takdirde hem kendilerini hem de milleti iğfal etmiş olurlar.? -Atatürk. 2) ırzına geçmek, tecavüz etmek. Örnek Kullanım : ?Bir genç kızı izdivaç vaadiyle iğfal etmiş bir adamın mesuliyetini, vicdan azabını ve n
iğne atsan yere düşmez : çok kalabalık. Örnek Kullanım : ?Sabah sabah davullar vurulup meydan kurulur. Aman öyle bir kalabalık olur ki iğne atsan yere düşmez.? -E. C. Güney.
iğne deliğinden geçmek : 1) aşırı derecede zayıflamak 2) herhangi bir işte, durumda zorlu bir süreçten geçmek.
iğne deliğinden Hindistanı seyretmek : küçük bir olaydan büyük anlamlar çıkarmak.
iğne deliğine girmek : kimsenin bulamayacağı bir biçimde gizlenmek, saklanmak.
iğne ile kuyu kazmak : yetersiz araçlarla, sürekli ve sabırlı bir biçimde çalışıp çok güç olan veya çok ağır yürüyen bir işi başarmaya çalışmak. Örnek Kullanım : ?İğne ile kuyu kazmak gibi bir şeydi oymacılık.? -Ç. Altan.
iğne ipliğe dönmek : çok zayıflamak. Örnek Kullanım : ?Sabun toprakta eridikçe insanın düşmanı da oturduğu yerde erir, iğne ipliğe dönermiş.? -R. N. Güntekin.
iğne üstünde oturmak : diken üstünde oturmak. Örnek Kullanım : ?Konuk kadının durgunluğu evdeki tedirginliktendi, iğne üstünde oturuyormuşçasına eğretiydi duruşu.? -B. Günel.
iğne yapmak (vurmak) : iğne ile vücuda sıvı bir ilaç vermek. Örnek Kullanım : ?Ölecek miyim? İğne yap bana doktor diyordu.? -S. F. Abasıyanık.
iğne yemek : iğne olmak. Örnek Kullanım : ?Sonunda doktorların ısrarıyla bir sürü kuduz iğnesi yedi.? -R. Erduran.
iğne yutmuş ite (maymuna) dönmek : argo zayıf ve bitkin duruma gelmek. Örnek Kullanım : ?Birbirimizle kavga etmekten, bekârlıktan, biraz açlıktan, iğne yutmuş ite dönmüştük.? -M. Ş. Esendal.
ihaleye çıkarılmak : eksiltmeye veya artırmaya çıkarılmak.
ihanete uğramak : aldatılmak, sadakatsizlik görmek. Örnek Kullanım : ?Nerede sadakat beklersek orada ihanete uğrarız.? -A. Ş. Hisar.
ihata etmek : 1) çevirmek, çevrelemek, kuşatmak, sarmak. Örnek Kullanım : ?Dıştan uzatılmış bir merdivenle binanın üst kısmını ihata eden bir balkona çıkılıyor.? -H. S. Tanrıöver. 2) mec. kavramak, anlamak.
ihdas etmek : 1) ortaya çıkarmak, meydana getirmek 2) kurmak 3) mec. bir şeyin olmasına, ortaya çıkmasına sebep olmak.
ihraç etmek : 1) yurt dışına mal veya hizmet satmak 2) mec. çıkarmak, dışarı atmak. Örnek Kullanım : ?Dimağlar da aynıyla hazım cihazı gibi kendisine verilen yemeğin ihtiyaca müsait olan kısmını alır, diğerini tart ve ihraç eder.? -H. S. Tanrıöver.
ihrama girmek : hac görevini yerine getirmek üzere ihram giymek.
ihramdan çıkmak : hac görevini tamamladıktan sonra giyilen ihramı çıkarmak.
ihtarda bulunmak : ihtar etmek. Örnek Kullanım : ?Mahpushane müdürüne haber salarak ‘Vazifene dikkat et.’ diyerek ihtarda bulunan oydu.? -K. Korcan.
ihtarname çekmek : huk. yasal yollarla yazılı uyarı göndermek.
ihtilafa düşmek : anlaşamamak, bozuşmak, uyuşamamak.
ihtimal vermemek : bir şeyin gerçekleşeceğini, olabileceğini hiç düşünmemek.
ihtisas yapmak : belli bir konuda özel eğitim görmek, uzmanlaşmak, ihtisaslaşmak. Örnek Kullanım : ?Ben tütüncülük üzerinde ihtisas yapmıştım.? -R. H. Karay.
ihtiyaca cevap vermek : gereksinimini karşılamak.
ihtiyatlı bulunmak : beklenmedik sonuçlara karşı hazırlıklı olmak.
ihtiyatlı davranmak : uyanık olmak, düşünerek davranmak. Örnek Kullanım : ?Benim soyulmaya değer bir şeyim olduğu kimsenin aklına gelmezdi ama yine de ihtiyatlı davranmak lazımdı.? -H. E. Adıvar.
ikbali sönmek : daha önce iyi olan durumu veya işi bozulmak.
iki ahbap çavuş : şaka her yerde hep birlikte görülen, birbirinden ayrılmayan iki arkadaş.
iki arada bir derede (kalmak) : sıkışık, zor şartlar altında (kalmak).
iki arada kalmak : birbirine karşıt iki kişi arasında ne yapacağını bilemeyerek şaşırmak.
iki ateş arasında kalmak : zor bir durumda karar verememek.
iki ayağını bir pabuca sokmak : birini bir işi hemen yapması için çok sıkıştırmak. Örnek Kullanım : ?Nerelerdesiniz, İhsan Bey? Hem sabah sabah iki ayağımı bir pabuca sokuyorsunuz hem ortalarda görünmüyorsunuz.? -A. İlhan.
iki büklüm olmak : 1) yorgunluk, hastalık, yaşlılık vb. nedenlerle beli bükülmek, öne doğru eğilmek. Örnek Kullanım : ?İnsanlar iki büklüm olup düştükleri konduların içinde dozer kasnaklarının sesiyle irkildiler.? -L. Tekin. 2) mec. riyakârlık, dalkavukluk, gerçek olmayan saygı vb. ne
iki cami arasında kalmış beynamaz : iki yoldan hangisini tutacağını şaşırmış kimse.
iki çift laf (lakırtı veya söz) etmek : 1) birkaç söz söylemek. Örnek Kullanım : ?O, keyfini etsin karşılaştığı bir ahbapla iki çift lakırtı etsin de siz ne olursanız olun.? -N. Ataç. 2) bir araya gelerek sohbet etmek.
iki dirhem bir çekirdek : çok güzel ve özenli giyinmiş. Örnek Kullanım : ?İki dirhem bir çekirdek kadınların başlarında şemsiye, ellerinde de yelpaze.? -S. Birsel.
iki eli (birinin) yakasında olmak : kıyamette ondan davacı olmak. Örnek Kullanım : ?Babanın kanını yerde korsan öteki dünyada iki elim yakanda diye kışkırtmıştı.? -O. Kemal.
iki eli (kızıl) kanda olsa : ?elindeki iş ne kadar önemli olursa olsun? anlamında kullanılan bir söz. Örnek Kullanım : ?Eğer gece vakti hekim lazım olursa sen benim pencerenin altına gel, bir nara bas, iki elim kızıl kanda olsa yetişirim.? -H. Taner.
iki eli böğründe kalmak : çaresiz kalıp ne yapacağını bilememek.
iki eli şakaklarında düşünmek : derin derin düşünmek.
iki elim yanıma gelecek : doğru söylendiği kanıtlanmak istendiğinde ?öleyim ki doğru söylüyorum? anlamında kullanılan bir söz.
iki gözü iki çeşme : 1) sürekli ağlar durumda. Örnek Kullanım : ?Biçare kadın iki gözü iki çeşme anlatmış bunları.? -E. Şafak. 2) sürekli ağlayan.
iki gözü iki çeşme ağlamak : sürekli veya çok ağlamak. Örnek Kullanım : ?Sen gittin de aylarca yas tuttu, iki gözü iki çeşme ağladı.? -Y. Kemal.
iki hırtı, bir pırtı : aşırı yoksulluğu anlatan bir söz. Örnek Kullanım : ?Getirdiğimiz iki hırtı, bir pırtıyla bu ev döşenmez.? -H. R. Gürpınar.
iki karpuzu bir koltuğa sığdırmak : aynı anda iki işi veya görevi yapmak.
iki kat olmak : iki büklüm olmak. Örnek Kullanım : ?Ali, birdenbire zayıflamak, birdenbire saçlarını ağarmış görmek, birdenbire belinde müthiş bir ağrı ile iki kat oluvermek, hemen yüz yaşına girmiş kadar ihtiyarlamak istiyordu.? -S. F. Abasıyanık.
iki kere iki dört eder : ?gerçekliğinden şüphe edilmeyecek kadar açık? anlamında kullanılan bir söz.
iki lafı (sözü) bir araya getirememek : düşündüğünü doğru dürüst ifade edememek.
iki lakırtı etmek : iki çift laf etmek. Örnek Kullanım : ?Genç olduk, ihtiyar olduk, şu adama sor bakalım, bir gün, bir saatçik olsun oturup benimle iki lakırtı etmiş midir?? -M. Ş. Esendal.
iki lakırtıyı bir araya getirmek : meramını kısaca, düzgün ve açık bir biçimde anlatmak. Örnek Kullanım : ?Kız bir türlü iki lakırtıyı bir araya getirip kendini müdafaa edemediği için lalanın başı derde girmemiş oluyordu.? -R. N. Güntekin.
iki paralık olmak : değerini yitirmek. Örnek Kullanım : ?Herifi enseleyemezsem diye, aklı başından gidiyordu. Mahalledeki on beş yıllık bekçilik haysiyeti iki paralık olacaktı.? -S. Kocagöz.
iki rahmetten (iyilikten) biri : ?çok acı çeken ağır hastalar için ya iyileşsin ya ölüp kurtulsun, böyle çekmesin? anlamında kullanılan iyi dilek sözü.
iki satır laf etmek (konuşmak) : dostça biraz söyleşmek.
iki seksen uzanmak : alay bir çarpma, vurma sonucu boylu boyunca serilmek.
iki söz bir pazar : ?uzun boylu pazarlık etmeden? anlamında kullanılan bir söz.
iki ucu boklu değnek : kaba ne yönden bakılırsa bakılsın çözülmesi çok güç iş veya durum.
iki ucunu bir araya getirememek : gelirle gideri denkleştirememek, işleri düzene koyamamak.
iki yakası bir araya gelmemek : geçim sıkıntısından bir türlü kurtulamamak, borçtan kurtulamamak.
iki yakasını bir araya getirememek : maddi sıkıntıdan kurtulup rahata erememek. Örnek Kullanım : ?Burada kızlar çok pahalıdır. Evlenen adam kolay kolay iki yakasını bir araya getiremez. Kızın bütün sülalesine hatırı sayılır hediyeler sunmak şarttır.? -B. R. Eyuboğlu.
ikilemde kalmak : iki şey arasında karar verememek.
ikileme düşmek : karar verememek.
ikili oynamak : 1) karşı olan yanlardan hem birini hem öbürünü destekler görünmek 2) at yarışlarında birinci ile ikinciyi tahmin edip para yatırmak.
ikinci baharı yaşamak : ileri yaşlarda mutluluk, refah ve esenlik içinde bulunmak.
ikinci gelmek : bir yarışmada birinciden sonraki dereceyi almak.
ikinci plana düşmek : bir kimsenin veya topluluğun gözünde eski önemini, değerini yitirmek. Örnek Kullanım : Yanlış tutumu yüzünden ikinci plana düştü.
ikindiden sonra dükkân açmak : bir işe başlamakta geç kalmak.
ikisi bir kapıya çıkmak : aynı sonuca varmak, aynı sonucu doğurmak.
ikişer olmak : ikişer ikişer sıraya dizilmek. Örnek Kullanım : ?Arkadan hâkî esvaplı, ikişer olmuş rüştiye çocukları bağrışarak kaynaşıyorlardı.? -Ö. Seyfettin.
ikiz doğurmak : 1) ikiz bebek dünyaya getirmek 2) mec. herhangi bir işte çok sıkıntı çekmek.
ikrah getirmek : tiksinmeye, iğrenmeye başlamak.
ikram görmek : ağırlanmak. Örnek Kullanım : ?Mal müdürü, vergi kâtibi, evkaf memuru gibi her zaman işinin düşeceği nüfuzlu adamlarla senli benli konuşur, odalarına uğradıkça başköşede ikram görürdü.? -R. H. Karay.
ikrar vermek : söz vermek. Örnek Kullanım : ?İkrar verdi cahil gönlüm inandı / Seherin yelleri esti gelmedi? -Karacaoğlan.
iktidardan düşmek : 1) devlet yönetiminde yetkiyi başka bir partiye bırakmak zorunda kalmak 2) cinsel gücü azalmak.
ilaç gibi : işe yarar, her derde deva.
ilaç gibi gelmek : 1) iyileşmeyi veya çözümü kolaylaştırmak 2) rahatlatmak, huzura kavuşturmak. Örnek Kullanım : ?Böylesi zor bir iş için çalışmak bana ilaç gibi geliyordu.? -C. Uçuk.
ilaç için olsun : bir şeyin hiç bulunmadığını anlatmak için kullanılan bir söz. Örnek Kullanım : ?Silifke’de dalmaya başladılar ama bir gün, iki gün, on gün, denizde ilaç için olsun tek bir sünger bulamadılar.? -Halikarnas Balıkçısı.
ilah gibi : çok yakışıklı (erkek).
ilan vermek : çeşitli basın yayın organlarıyla bir durumu duyurmak, açıklamak. Örnek Kullanım : ?Dün, bütün akşam gazetelerine ilan verdim.? -Ö. Seyfettin.
iler tutar yeri olmamak (kalmamak) : çok dağınık, kötü, bozuk veya berbat bir duruma gelmek. Örnek Kullanım : ?Mamafih, artık iler tutar yeri kalmayan paltosunu eskiciye satmak suretiyle bu kararını biraz daha uzattı.? -H. Taner.
ileri almak : 1) öne almak 2) saati önceki vakte almak, öne ayarlamak.
ileri atılmak (çıkmak) : öne doğru çıkmak.
ileri geçmek : 1) öne geçmek 2) üstün bir makama geçmek.
ileri geri etmemek : uzun boylu tartışmamak, sorgu sual etmemek. Örnek Kullanım : ?Hiç pazarlığa sorguya kalkışmadan, hiç ileri geri etmeden dayağa başladılar, vurduklarını da attan aşağı yıktılar.? -M. Ş. Esendal.
ileri geri konuşmak (söz etmek, laflar etmek) : yersiz ve gönül kıracak biçimde konuşmak. Örnek Kullanım : ?Şoför yolda ileri geri konuştu.? -L. Tekin.
ileri gitmek : 1) söz ve davranışta ölçü dışına çıkmak, gereksiz, aşırı davranışta bulunmak. Örnek Kullanım : ?Hatta daha ileriye giderek başka ve daha tuhaf şeyler düşündüm.? -S. F. Abasıyanık. 2) ilerlemek, gelişmek. Örnek Kullanım : ?Hiçbir medeniyet bütün alanlarda başka bir medeniyetten
ileri götürmek : bir durum veya davranışta ölçüyü aşmak. Örnek Kullanım : ?Ukalalığı daha da ileri götürmüştü.? -S. F. Abasıyanık.
ileri sürmek : 1) öne doğru yürütmek 2) bir düşünceyi veya tasarıyı önermek, serdetmek. Örnek Kullanım : ?Ne var ki sihirbaz parayı geri vermedi. Çünkü işin aslını bildiğini ileri sürüyordu.? -İ. O. Anar.
ileri varmak : ileri gitmek.
ilerisini gerisini düşünmemek : sonucun ne olacağını hesaplamamak.
ilerisini gerisini hesaplamamak : herhangi bir konuda çok ve ayrıntılı düşünmeden hareket etmek, tedbirsizce, ihtiyarsızca davranmak.
ileriyi görmek : uzağı görmek.
iletişim kurmak : bilgi, haber vb. alışverişi yapmak. Örnek Kullanım : ?Falih Rıfkı Atay da düşünen ve iyi iletişim kuran bir insandı.? -R. Erduran.
ilgi çekmek (uyandırmak) : çevresinde ilgiyi, dikkati ve merakı üzerine toplamak, alaka çekmek, alaka toplamak veya alaka uyandırmak. Örnek Kullanım : ?Öyle bir renk olmalı ki hemen karşıdan hem ilgi uyandırmalı hem de insan etkilenmeli.? -M. İzgü.
ilgi duymak : bir işe, bir olaya, bir kimseye önem vermek, yakınlık duymak. Örnek Kullanım : ?Yeni istidatlara her zaman ilgi duyan bir büyük sanatçı idi.? -C. Uçuk.
ilgi görmek : ilgi çekmek.
ilgi göstermek : ilgisini esirgememek, belli etmek. Örnek Kullanım : ?Eski gardiyan boş gözlerle bakıyor, en küçük bir ilgi göstermiyordu.? -O. Kemal.
ilgi toplamak : 1) ilgisini yoğunlaştırmak, belli etmek 2) ilgi görmek.
ilgisini çekmek : ilgisini, dikkatini ve merakını üzerinde toplamak, alaka duymak. Örnek Kullanım : ?İki üç ders içinde ilgisini çeken bir öğrenci olmuştum.? -Y. Z. Ortaç.
ilgisini kesmek : bir kimse veya şeyle bütün bağlarını koparmak, ilişkisi kalmamak, alakayı kesmek. Örnek Kullanım : ?Çocuğu babasına bırakıp kendisi erkekle ilgisini keser ve familyasının yanına döner.? -F. R. Atay.
ilham almak : esinlenmek.
ilham etmek (vermek) : içe doğmasına sebep olmak, esindirmek. Örnek Kullanım : ?Osmanlı müverrihleri, acı tecrübelerin ilham ettiği bu insafsız hükümlere elbette ki itibar etmeyeceklerdi.? -C. Meriç.
iliği kemiği ısınmak : üşümüşken vücudu iyice ısınmak.
iliğine (iliklerine) kadar : iyice, en son sınırına dek. Örnek Kullanım : ?Ilık bir mart güneşi, iliklerine kadar ısınıyor insan.? -O. V. Kanık.
iliğine işlemek (geçmek) : 1) çok ıslanmak. Örnek Kullanım : ?Korunaklı sandığım köşe o kadar da korunaklı değildi. Yağmur iliklerime kadar işlemişti? -S. Dölek. 2) çok üşümek 3) bütün varlığını kaplamak, çok etkilenmek. Örnek Kullanım : ?En büyük payın yine de Celile’nin iliklerine işlemiş korkusu olac
iliğine kadar ıslanmak : çok ıslanmak. Örnek Kullanım : ?İliklerine kadar da ıslanmış ve soğuk almış.? -N. F. Kısakürek.
iliğini kemirmek : 1) çok etkilemek 2) sömürmek.
iliğini kurutmak : canından bezdirecek kadar sıkıntı vermek.
ilik gibi : 1) çok lezzetli, iyi pişmiş (et) 2) argo çok güzel, istek uyandıran (kadın veya kız).
iliklerinde duymak : benliğinde yoğun bir biçimde hissetmek.
ilişiği kalmamak : var olan ilgisi, bağlılığı artık olmamak. Örnek Kullanım : Onunla hiçbir ilişiğim kalmadı.
ilişiğini kesmek : hiçbir ilgisi kalmamak, bağlantılarını koparmak.
ilkel kalmak : gelişmemek, ilk durumunda kalmak. Örnek Kullanım : ?Yaptıkları bu ilk çadır, sonrakilerle kıyaslandığında son derece ilkel kalıyordu.? -E. Şafak.
illallah dedirtmek : bezdirmek, usandırmak. Örnek Kullanım : ?Keza, kaç zamandır apartman sakinlerine illallah dedirten çöp kokusunun nispeten en az hissedildiği yer de gene burasıydı.? -E. Şafak.
illallah demek (etmek) : usanmak, bıkmak, bezmek.
ilmik atmak : ilmik yapmak.
ilmini almak : bir işin özelliklerini, işleyişini, en ince ayrıntılarına kadar iyice öğrenmek.
iltibasa yol açmak : karışıklığa sebep olmak.
iltizam etmek : keseneğe almak.
imamın abdest suyu gibi : soğuk veya sıcak olması gerekirken ılık olan içecekler için kullanılan bir söz.
imamkayığına binmek : ölü tabut içinde veya sal üzerinde mezarlığa götürülmek.
iman getirmek : 1) gönül rızasıyla Müslümanlığı kabul etmek 2) yürekten inanmak. Örnek Kullanım : ?Onun özveri, alçak gönüllülük taşan yüzünü görünce hayatın sadece bir para çekişmesi olmadığına iman getirir, ferahlardınız.? -H. Taner.
imana gelmek : 1) Müslümanlığı kabul etmek 2) en sonunda doğruyu söylemek 3) sonradan bir şeyi kabul edip uymak.
imana getirmek : 1) Müslümanlığı kabul ettirmek 2) istenilen biçimde davranmayı zorla kabul ettirmek. Örnek Kullanım : ?Müslüman olmadan varmayacağını anlayınca kırkyıllık kart gâvuru imana getirdi.? -H. E. Adıvar.
imanı gevremek : tkz. (imanı) çok yorulmak veya sıkıntı çekmek. Örnek Kullanım : ?Bütün gün çalışmaktan imanımız gevremiş, kurt gibi acıkmışız.? -E. Şafak.
imanı yok : 1) (imanı) acımasız, insafsız 2) kahrolası!
imanına kadar : tkz. (imanına) ağzına kadar, son kertesine kadar, tıka basa, alabildiğince.
imansız gitmek : Tanrı’ya inanmadan ölmek.
imara açılmak : yapılaşma yasağı olan bir yerin üzerine yapı yapılmasına izin vermek. Örnek Kullanım : ?Boğaziçi sırtları imara açıldı.? -A. Boysan.
imbikten çekmek : damıtmak.
imdada (imdadına) koşmak (yetişmek) : çok zor ve tehlikeli bir anda yardım etmek. Örnek Kullanım : ?Aşağı kattan gürültüyü işiterek imdadıma koşan annem evvela neye uğradığını bilememişti.? -Y. K. Karaosmanoğlu. ?Neyse bu işte de otelci imdadımıza yetişti.? -R. N. Güntekin.
imdadına yetişmek (erişmek) : yardım etmek. Örnek Kullanım : ?Hakkı Bey karısının imdadına erişti. Selma Hanım’ın müşkül bir vaziyette kaldığını hissederek söze karıştı.? -Y. K. Karaosmanoğlu.
imeceye girmek : imece yoluyla yapılacak çalışmaya katılmak. Örnek Kullanım : ?Gençlerle imeceye girme gücü yitirilmediği sürece yaşlanmanın ertelenebileceğini kanıtladı.? -A. Cemal.
imkân vermek : olanak sağlamak. Örnek Kullanım : ?Nasıl boş bulunup o gazeteci kızın resmini çekmesine imkân verdi?? -A. İlhan.
imlaya gelmemek : bir şey veya düşünce düzenlenemeyecek kadar karışık olmak, yönteme uyamayacak bir durumda olmak.
imtihan vermek : 1) sınanmak 2) tehlikeli ve zor bir durumdan zarar görmeden iyi bir sonuca ulaşmak.
imtihana çekmek : 1) bilgisini ölçmek 2) denemek, sınamak.
imza toplamak : bir dilekçeyi veya öneriyi, destekleyenlere imzalatmak.
imza vermek : imza atmak.
imzayı basmak (çakmak) : tkz. imzalamak, imza etmek.
in cin top oynamak : hiçbir canlı varlık bulunmamak. Örnek Kullanım : ?Adam inlerle cinlerin top oynadığı yolda mezarlığın yıkık duvarına sıçradı.? -Ç. Altan.
in cin yok : hiç kimse yok.
in gibi : dar ve karanlık (yer).
inadı tutmak : çok direnmek.
inadım inat olmak : söylediğinden veya yaptığından vazgeçmemek, çok direnmek.
inan olsun : ?bana inanınız? anlamında kullanılan bir söz. Örnek Kullanım : İnan olsun, ben bunu biliyordum.
inanca vermek : güvence vermek.
inanılır gibi (şey) değil : çok şaşırılan, hayret edilen veya hayranlık duyulan bir olayla karşılaşıldığında söylenen bir söz. Örnek Kullanım : ?O şaşırtıcı yükselişten sonra düştüğü bu durum inanılır şey değil.? -C. Külebi.
inayette bulunmak : inayet etmek.
ince eleyip (eğirip) sık dokumak : bir şeyi en küçük ayrıntılarına kadar araştırmak, gözden veya elden geçirmek. Örnek Kullanım : ?Annesinin bu meseleyi nasıl ince eleyip sık dokuyacağını biliyordu.? -O. Kemal.
inceldiği yerden kopmak : sonucu neye varırsa varsın. Örnek Kullanım : ?İnceldiği yerden kopsun kimsenin eline kalmamalı, kapılara bakmamalı insan.? -A. Kilimci.
inci (inciler) döktürmek : bir konuda önemli, anlamlı ve güzel söz söylemek.
inci gibi : küçük, temiz, güzel ve düzgün. Örnek Kullanım : ?Pekâlâ elinde inci gibi yazısı var, daha ziyade okuyup da ne olacak?? -M. Ş. Esendal.
incir çekirdeği doldurmamak : çok az veya çok önemsiz olmak. Örnek Kullanım : ?İncir çekirdeği doldurmayan konularda bir araba lakırtı söylerler.? -N. Uygur.
infial uyandırmak : kızgınlığa yol açmak, öfke yaratmak.
infiale kapılmak : kızgınlık, öfke duymak.
infilak etmek : 1) patlamak 2) mec. birdenbire şiddetle ortaya çıkmak. Örnek Kullanım : ?… biraz sonra hiddet, birikmiş kin, kıskançlık birdenbire infilak etti.? -A. H. Tanpınar.
İngiliz ipi ile asılmak : İngiliz sicimi ile asılmak.
İngiliz sicimi ile asılmak : bir işi ustasına yaptırmak.
inhisara (inhisarına) almak : tekeline almak.
inim inim inlemek : sürekli olarak inlemek, çok sıkıntıda olmak.
inim inim inletmek : birini büyük sıkıntıya sokmak.
inisiyatifi ele almak (geçirmek) : karar verme yetkisini kullanmak. Örnek Kullanım : ?Bu kurnaz dilenci böylece inisiyatifi göstermelik de olsa eline alıp sağa sola emirler vermeye başladı.? -İ. O. Anar.
inisiyatifini kullanmak : gerekli kararları öncelikle almak.
inkârdan gelmek : inkâr etmek.
inkıraz bulmak : batmak, çökmek, dağılmak, yok olmak, son bulmak.
inkıraz gelmek : çökmek, dağılmak. Örnek Kullanım : ?O zaman da bozgun ve inkıraz geldi, çattı.? -F. R. Atay.
inkıraza uğramak : batmak, dağılmak, çökmek, yok olmak.
inkıtaya uğramak : kesilmek.
inkisarı tutmak : ilenci gerçekleşmek.
insafa gelmek : acımasız ve haksız tutumdan vazgeçmek.
insafına kalmış : bir şeyin bir kimsenin doğruluğuna, adaletine ve isteğine bağlı olduğunu belirten bir söz.
insaflı çıkmak : anlayışlı, hoşgörülü olduğu belli olmak. Örnek Kullanım : ?Gelinin babası insaflı çıktı da verdi Gülizar’ı bizim oğlana.? -M. İzgü.
insafsızlık etmek : acımamak, insafsızca davranmak.
insan ayağı değmemiş (basmamış) : içine insan girmemiş, içinde insan olmayan. Örnek Kullanım : ?Yine yeşil yosunlu, insan ayağı değmemiş gibi yokuşlar var ağaçlı.? -S. F. Abasıyanık.
insan eli değmemiş (dokunmamış) : bakımsız kalmış yer.
insan eti yemek : birini çekiştirmek.
insan gibi : insanlara yaraşır biçimde.
insan içine çıkmak : toplum içine karışmak, başkalarıyla ilişki kurmak.
insan kuş misali : uzakça bir yere gidildiğinde söylenen bir söz.
insanda akıl bırakmamak (koymamak) : düşünceleri karmakarışık yapmak, kararsızlığa yol açmak.
insaniyet namına : ?insanlığa yakışır duygulara uyarak? anlamında kullanılan bir söz. Örnek Kullanım : ?Hakkında bilgisi olanların aşağıdaki adrese bildirmelerini insaniyet namına rica ederim.? -S. F. Abasıyanık.
insanlıktan çıkmak : 1) çok zayıflamış olmak 2) insana özgü niteliklerini yitirmek. Örnek Kullanım : ?İki üç aydır şu Çukurova’da gezdik, gezdik, insanlıktan çıktık.? -Y. Kemal.
inşallahla maşallahla : ?çaba harcamadan? anlamında kullanılan bir söz.
inşirah bulmak : iç açılmak, ferahlamak.
intikam almak : öç almak. Örnek Kullanım : ?Gözlerimi kapadım ve ilk defa erkeklerden intikam almayı düşünerek kendimi koyuverdim.? -A. Gündüz.
inzivaya çekilmek : toplumdan kaçıp hiçbir şeyle ilgilenmeyerek tek başına yaşamak.
ipe dizmek : boncuk vb.ni ipliğe geçirmek.
ipe gitmek : ölüme gitmek. Örnek Kullanım : ?Menfaatine dokunan adam, ipe gitmek için lazım gelen hükümleri giyer.? -F. R. Atay.
ipe sapa gelmemek : akla yakın olmamak veya birbirini tutmamak. Örnek Kullanım : ?Söyledikleri zaten ipe sapa gelmez şeyler.? -A. İlhan.
ipe un sermek : geçersiz birtakım nedenler ileri sürerek istenilen işi yapmaktan kaçınmak.
ipek gibi : 1) çok ince, parlak ve yumuşak 2) güzel, iyi huylu.
ipi (birinin) eline geçmek : yönetimi başkasının eline geçmek, kontrolü başkasının elinde bulunmak. Örnek Kullanım : ?İpleri Topal Osman’ın eline geçince bir uysallaşır, bir uysallaşır kâfir!? -R. Enis.
ipi çözmek : hlk. ilgisini kesmek.
ipi kırmak : hlk. savuşup gitmek.
ipi koparmak : bağlı bulunduğu kuruluşla veya yakınlığı bulunan kişi ile ilişkisini kesmek.
ipi sapı yok : birbirini tutmaz, yersiz, anlamsız.
ipin ucunu kaçırmak : tkz. yönetimde veya bir şeyi kullanmada gereken ölçüyü yitirmek. Örnek Kullanım : ?Bu kadar çalıştığım hâlde, ölçülerim pek mi aykırıdır nedir, yine ipin ucunu kaçırıveririm.? -O. V. Kanık.
ipini kırmak : azmak, ele avuca sığmaz bir durum almak.
ipini koparmak : başıboş kalmak.
iple çekmek : sabırsızlıkla beklemek. Örnek Kullanım : ?Ertesi günün öğleye doğru olan saatlerini iple çekiyordum.? -Y. K. Beyatlı.
ipliği pazara çıkmak : kötü nitelik ve suçları ortaya çıkmak.
iplik çekmek : 1) kumaştan iplik çıkarmak 2) iplik eğirmek.
ipoteği çözmek (kaldırmak) : tutudan kurtarmak. Örnek Kullanım : ?Bu ipoteği çözmek sizin elinizde! Bir tek siz çözebilirsiniz onu!? -N. Eray.
ipotek altında tutmak : 1) tutuda tutmak 2) baskı altına almak.
ipten kazıktan kurtulmuş : her türlü kötülüğü yapacak yaradılışta olan (kimse). Örnek Kullanım : ?İşte şimdi gördüğünüz gibi hırsızların, esrarkeşlerin, ipten kazıktan kurtulmuş, gözü kanlı canilerin arasında çilemi dolduruyorum.? -H. Taner.
ipten kuşak kuşanmak : yoksul düşmek.
ipucu vermek : aranılan gerçeğe ulaştırabilecek şeyle ilgili, onu bulmaya yarayan bilgi vermek.
irapta mahalli yok : hiçbir değeri ve önemi yok.
iraptan mahalsiz : hiçbir değeri ve önemi yok.
irtibat kurmak : bağlantı sağlamak. Örnek Kullanım : ?İrtibat kurduğu adamı gören tek kişi benim.? -O. Aysu.
isabet almak : vurulmak, yaralanmak. Örnek Kullanım : Düşman uçağı isabet aldı.
isabet oldu : ?yerinde, tam isteğe uygun? anlamında kullanılan bir söz.
isim yapmak : ad yapmak.
iskambil kâğıdı gibi devrilmek : birer birer ve birbiri ardı sıra devrilmek.
iskâna açmak : kadastrosunu, planlarını ve altyapısını bitirip bir bölgeyi inşaat yapmaya hazır duruma getirmek.
iskandil etmek : 1) deniz derinliğini ölçmek 2) soruşturmak, araştırmak. Örnek Kullanım : ?Evde kimsenin olmadığını telefonla iskandil ediyorlarmış diyor Bedri.? -O. Rifat. 3) mec. bir işin içyüzünü araştırmak, bilgi toplamak 4) argo gözetlemek, çevreyi kollamak. Örnek Kullanım : ?Cevizlerin a
iskele almak : 1) gemi merdivenleri kaldırılıp harekete hazırlanmak 2) argo bir erkek, bir kadına sarkıntılık etmek.
iskelet gibi : çok zayıf.
iskelete dönmek : çok zayıflamak.
iskeleti çıkmak : çok zayıflamak.
islim tutmak : gerekli koşulların olgunlaşmasını beklemek.
ismi (bile) olmamak : adı (bile) olmamak.
ismi çıkmak : adı çıkmak. Örnek Kullanım : ?Ama siz ecnebiler ismi çıkmış yerlerden hoşlanırsınız.? -S. F. Abasıyanık.
ismi geçmek : adı geçmek.
ismi gibi bilmek : adı gibi bilmek.
ismi lazım değil : ?adının anılması gerekmiyor? anlamında kullanılan bir söz.
ismi var cismi yok : 1) sözü edilen ancak gerçekte var olmayan 2) adı olmasına karşın görevini, etkinliğini yerine getirmeyen.
ismini bağışlamak : adını bağışlamak.
ismini cismini almak : adını, kimliğini belirleyip kaydetmek. Örnek Kullanım : ?Fabrika sahibinin ismini cismini aldı.? -S. F. Abasıyanık.
ismini cismini bilmemek : tanımamak.
israfa kaçmak : gereksiz yere aşırı harcamalarda bulunmak.
istasyon yapmak : duraklamak, beklemek. Örnek Kullanım : ?Bir geçitte bir dakika kadar istasyon yaparak geçit bekçisiyle yârenlik ettik.? -R. N. Güntekin.
istavroz çıkarmak : haç çıkarmak. Örnek Kullanım : ?Lanet kelimesini her anışında istavroz çıkarıyordum.? -N. Meriç.
istediği gibi at koşturmak (oynatmak) : keyfince, istediği gibi davranmak.
istek duymak : bir şeye karşı eğilim duymak, arzulamak.
istek uyandırmak : istemesine, arzu duymasına yol açmak. Örnek Kullanım : ?İnsanda ille de saçını, yanağını okşamak isteğini uyandıran güzel kız çocuklarını andırırdı.? -N. Cumalı.
istifayı basmak : herhangi bir sebeple görevinden ani bir kararla çekilmek.
istifini bozmamak : aldırış etmeyip durum ve davranışını değiştirmemek. Örnek Kullanım : ?Adamcağız o akşam, arkasından bir bisiklet çıngırağı duymuş fakat istifini bozmamıştı.? -H. E. Adıvar.
istihareye yatmak : girişilecek bir işin hayırlı olup olmadığını göreceği rüyadan anlamak için abdest alıp dua okuyarak uyumak. Örnek Kullanım : ?İstihareye yatmazsın / Doğruca yola girmezsin? -Halk türküsü.
istikamet vermek : yön vermek, yöneltmek. Örnek Kullanım : ?Son otuz senede tarihe nasıl bir istikamet verdiğimizi görüyorum.? -Y. K. Beyatlı.
istikrar bulmak : 1) karar kılmak 2) yerleşmek.
istim üstünde olmak : 1) buharla işleyen araçlar kalkmaya hazır duruma gelmek. Örnek Kullanım : ?Gemi istim üstünde, kalkması yakın. Demir almak için süvari bekleniyordu.? -Z. Selimoğlu. 2) mec. hemen gidecek durumda bulunmak.
istirhamda bulunmak : istirham etmek.
isyan bayrağı (bayrağını) açmak (çekmek) : karşı gelmek, başkaldırmak. Örnek Kullanım : ?Demek ki bunca senelik kuzu gibi yumuşak başlı karısı da nihayet isyan bayrağını açmıştı.? -M. Ş. Esendal. ?Yeniçeriler bunu uğursuzluk telakki edip paşaya isyan bayrağı çektiler.? -İ. O. Anar.
isyanları oynamak : isyan etmek.
iş (birinde) bitmek : işin bitmesi veya sorunun çözümü birine bağlı olmak.
iş (birinden) bitmek : işin sonuçlanması ondan beklenilmek.
iş (birine) kalmak : işin bitmesi için asıl gayret birine düşmek. Örnek Kullanım : ?Aman hemşire hanım… Şimdi iş size kaldı. Siz inat edin. O, sizin ısrarınıza dayanamaz.? -R. N. Güntekin.
iş açmak : uğraştırıcı, gereksiz bir durumun ortaya çıkmasına sebep olmak.
iş almak : yapılması kesinleşen bir işi üstlenmek, taahhüt altına girmek. Örnek Kullanım : ?İş alacağım diye, kafasını ve meslek görüşünü de satmamış bir kişilik.? -A. Boysan.
iş ayağa düşmek : iş, sorumsuz ve yetkisiz olanların elinde kalmak.
iş başa düşmek : kendi işini kendi görme zorunda kalmak.
iş bırakmak : çalışanlar toplu hâlde işlerini terk etmek, çalışmayı durdurmak.
iş bilmek : becerikli olmak. Örnek Kullanım : ?En zekileri, en iş bilenleri olan Osman her şeyi anladı.? -R. H. Karay.
iş bitirmek : bir işi iyi bir sonuca ulaştırmak.
iş çevirmek : gizli, dolambaçlı bir iş yapmak. Örnek Kullanım : ?Öbürleri şüpheleniyorlar, bir iş çevirdi ama nasıl anlasak diye düşünüyorlardı.? -R. H. Karay.
iş çığırından çıkmak : amacından saparak düzeltilmesi güç bir durum almak.
iş çıkarmak : 1) çok iş yapmak. Örnek Kullanım : ?Yönettiği bütün toplantılarda, batılı bir metotla kısa zamanda verimli iş çıkarmakta üstüne yoktu.? -H. Taner. 2) gereksiz, uğraştırıcı bir işe yol açmak, sorunlara neden olmak.
iş dayıya düştü : gayret dayıya düştü.
iş değil : 1) bir şeyin çok kolay olduğunu belirten bir söz 2) kınama belirten bir söz. Örnek Kullanım : Bu senin yaptığın iş değil.
iş edinmek : 1) bir şeyi görev, meslek olarak kabul etmek. Örnek Kullanım : ?Yazar mutlaka bir diyeceği olan adam değil, yazmayı kendisine iş edinmiş adamdır.? -N. Ataç. 2) bir şeyi kendi uğraşı, sorunu durumuna getirmek.
iş görmek : 1) iş yapmak. Örnek Kullanım : ?Baş üstünde bir ana işlerinizi görür veya çocuklarımızı doğurur, besler ve büyütür.? -F. R. Atay. 2) iş yapmaya uygun olmak.
iş göstermek : yapması için birine iş vermek, iş buyurmak.
iş inada binmek : 1) bir işi yapmakta direnmek 2) zıt görüş ve davranışta ısrar edilmek.
iş işten geçmek : bir işi gerçekleştirme imkânı kalmamış olmak. Örnek Kullanım : Gittiği yerlerde soğuk karşılanışını sonradan anlar ama iş işten geçmiş olur.
iş karıştırmak : 1) fesat sokmak 2) zararlı bir iş yapmak.
iş ki : yeter ki. Örnek Kullanım : İş ki sınıfını geçsin.
iş mi? : yapılan bir şeyin beğenilmediğini, küçümsendiğini bildiren bir söz. Örnek Kullanım : ?Hint postasını getirmek iş mi?? -M. Ş. Esendal.
iş ola : yaptığı iş beğenilmediğinde ?sanki iş görmüş gibi? anlamında kullanılan bir söz.
iş olsun diye : gereksiz bir hareketi belirtmek için kullanılır.
iş sarpa sarmak : iş, içinden çıkılması zor bir duruma girmek.
iş tutmak : 1) iş yapmak, çalışmak. Örnek Kullanım : ?Biraz çökmüşsün, iş tutuyor musun?? -F. R. Atay. 2) kaba cinsel ilişkide bulunmak.
iş vermek : 1) birine yapacak iş göstermek 2) argo gönlü olduğunu gösterecek davranışlarda bulunmak, pas vermek.
işaret vermek : bir araç kullanarak bir şeyi belli etmek. Örnek Kullanım : ?Başı ile evet işareti verdi.? -A. Gündüz.
işbaşı yapmak : iş yerinde işe başlamak. Örnek Kullanım : ?Şimdiye kadar sabah postasının çoktan işbaşı yapması, otobüslerin biletçileriyle birlikte seferde olmaları gerekir.? -T. Dursun K.
işbaşına gelmek : yönetici olmak.
işe bak! : şaşırılacak bir durum karşısında kullanılan bir söz.
işe girmek : göreve, çalışmaya başlamak.
işe karışmak : 1) herhangi bir konuda katkıda bulunmak, görev almak. Örnek Kullanım : ?Her işe karışır, fikrini söyler, uzun uzun nasihatler eder.? -M. Ş. Esendal. 2) herhangi bir konuda olumsuz yönde müdahale etmek.
işe yaramak : elverişli olmak. Örnek Kullanım : ?Bunları ezberledik de ne oldu? Hiç! Ne o günlerde işimize yaradı, ne de ondan sonra.? -M. Ş. Esendal.
işi (bir şeye) vurmak : işi değiştirmek. Örnek Kullanım : ?O vakit aktör yahut aktris işi meddahlığa vuruyor.? -Ö. Seyfettin.
işi …-e dökmek : işi değiştirip bir başka biçime çevirmek. Örnek Kullanım : ?Onun işi böyle filozofluğa döküşünde biraz da benim mesuliyetim olmadı değil.? -H. Taner.
işi …-e vurmak : gerekenden başka biçimde davranmak, … gibi görünmek. Örnek Kullanım : İşi şakaya vurmak.
işi ahbaplığa dökmek : yerli yersiz yakınlık göstermek. Örnek Kullanım : ?Şimdi maşallah açılmaya başladım diye söylenirsin, işi ahbaplığa dökersin, olur gider.? -R. N. Güntekin.
işi aksi gitmek : istenilen sonucu elde edememek.
işi Allaha kalmak : güç şartlar altında, kimseden yardım umudunun kalmadığı bir durumda bulunmak.
işi azıtmak : yanlış ve aşırı yollara sapmak. Örnek Kullanım : ?Hani ya kahve nerede? Bir saattir bekliyorum, hâlâ gelmedi! Yoo! Siz artık işi azıttınız gayri!? -A. Ş. Hisar.
işi bitmek : 1) işi sona ermek 2) hâli, gücü kalmamak.
işi bozmak : yapılan anlaşmayı, verilen sözü tutmamak. Örnek Kullanım : ?Hiç benim yüzüme bakmıyor, işi bozacak bir şey söyleyeceğimden korkuyor gibiydi.? -M. Ş. Esendal.
işi bozulmak : yapmakta olduğu işten gereği kadar kazanç sağlayamaz olmak.
işi ciddiye almak : soruna önem vermek. Örnek Kullanım : ?İşi ciddiye almış olacak ki hemen okul müdürüne çıkmış, izin istemiş.? -E. Bener.
işi çıkmak : başka bir işle meşgul olmak. Örnek Kullanım : ?Bazen işi çıkıyor günlerce.? -F. F. Tülbentçi.
işi gücü bırakmak : yaptığı işten uzaklaşmak. Örnek Kullanım : ?Su bulmak için işi gücü bırakarak bütün gün su peşine düşmemiz lazım gelecekti.? -B. R. Eyuboğlu.
işi ileri götürmek : beklenenden daha aşırı davranışlar içine girmek. Örnek Kullanım : ?Ama işi bu kadar ileri götürdüğüne göre, sonuçlarına da katlanması gerekirdi.? -E. Bener.
işi iş olmak : işi yolunda olmak.
işi iş, kaşığı gümüş : ?işi tam istediği yolda? anlamında kullanılan bir söz. Örnek Kullanım : ?Geldiğine geleceğine şimdi bin pişman! İzmir’de işin iş, kaşığın gümüş be adam, otursana oturduğun yerde!? -A. İlhan.
işi olmak : 1) yapacak bir şeyi bulunmak 2) işi istediği gibi bitirmek 3) uğraşma zorunda olmak. Örnek Kullanım : Üstelik sen de buraya girmeye kalkışırsan işimiz var.
işi oluruna bırakmak : işi belli bir amaca göre değil de, kendi akışı içinde yürütmek.
işi pişirmek : tkz. aralarında gizlice anlaşmak. Örnek Kullanım : ?Böyle olunca da Saffet Ferit için kızla işi pişirmek bir saat meselesi hâline gelecekti.? -S. F. Abasıyanık.
işi resmiyete dökmek : bir iş veya durum için resmî bir yola sokmak, resmî bir nitelik vermek.
işi sağlama almak : işin gerçekleşmesi ve bozulmaması için gerekli önlemleri almak. Örnek Kullanım : ?Oyuna gelenlerin işi sağlama almaları dudaklarımdaki gülüşü kurutuverdi.? -N. Hikmet.
işi şakaya dökmek : ciddi başlayan bir sözü veya davranışı şakaya çevirmek. Örnek Kullanım : ?Bu gayretin boşluğunu anlayarak işi şakaya dökmeye başlıyor.? -R. N. Güntekin.
işi tatlıya bağlamak : sorunlu bir işi, iyi bir biçimde çözmek. Örnek Kullanım : ?Ben kahvemde çocukça siyasi iddialardan korkarken, bir de felsefe çıktı. Rica ederim bugün işi tatlıya bağlayalım.? -Ö. Seyfettin.
işi temizlemek : sorunu çözmek.
işi üç nalla bir ata kalmak : eline önemsiz bir imkân geçtiğinde büyük işlerin düşüne kapılanlar için söylenen bir söz.
işi yokuşa sürmek : işi zorlaştırmak.
işi yolunda (tıkırında) gitmek (olmak) : iş düzenli ve istenilen biçimde yürümek.
işin alayında olmak : bir işe gereken önemi vermemek, dalga geçmek.
işin başı : bir işin en önemli noktası.
işin garibi : işin tuhafı.
işin içinde iş var : ?bir işin içyüzü başka? anlamında kullanılan bir söz.
işin içinden çıkamamak : başaramamak, sorunu çözümleyememek.
işin içinden çıkmak (sıyrılmak) : 1) bir şeyi anlamak, bir sorunu çözümlemek. Örnek Kullanım : ?Ne yaparsanız yapın, yeter ki akıllıca olsun, demiş, çıkmış işin içinden!? -B. R. Eyuboğlu. 2) güç bir sorunu çözemeyince kestirip atmak 3) bir konudan veya işten uzak durmak, kaçmak. Örnek Kullanım : ?O, ne emreder
işin kolayına kaçmak : derinliğine araştırmadan basit olarak düşünmek, yüzeyde kalmak, tembellik etmek.
işin kötüsü : işin kötü yanı. Örnek Kullanım : ?Cahil adam neye uğradığını şaşırmış ve işin kötüsü yatışır gibi olan merakı yine kabarmıştı.? -İ. O. Anar.
işin kurdu : bir iş en ince ayrıntısını bilen, deneyimli, uzman (kimse).
işin kurdu olmak : belirli bir konuyla ilgili her şeyi bilmek, uzmanlaşmak. Örnek Kullanım : ?Şimdi yaşlandık, bu işlerin kurdu olduk.? -N. Meriç.
işin mi yok : ?önemli değil, boş ver? anlamında kullanılan bir söz.
işin ortasını bulmak : ortak bir noktada anlaşmak. Örnek Kullanım : ?Şimdi bak Nimet, gel şu işin ortasını bulalım.? -M. İzgü.
işin rengi değişmek : konu başka biçimde gelişmek, öncekinden farklı davranmaya başlamak. Örnek Kullanım : ?O zaman işin rengi değişir, asık yüzünün morluğu uçup giderdi.? -O. Kemal.
işin tuhafı : işin tuhaf olan yanı. Örnek Kullanım : ?İşin tuhafı, tek perdesi kalkmış fayton penceresinde görünen silindir şapkalı adam da altın dişlerini göstere göstere kahkahalar atıyor.? -A. Ağaoğlu.
işin ucu birine dokunmak : bir işten dolaylı olarak zarar görmek.
işin üstesinden gelmek : güç bir işi başarmak, sonuçlandırmak.
işinden olmak : görevini yitirmek, görevinden atılmak. Örnek Kullanım : ?Tabii ertesi günü işinden oldu. İşinden olunca o da gitti askere yazıldı.? -H. Taner.
işine bak! : 1) ?görevini, işini sürdür? anlamında kullanılan bir söz. Örnek Kullanım : ?Otururuz, otururuz sen işine bak!? -M. Ş. Esendal. 2) ?sen karışma? anlamında kullanılan bir söz.
işine gelmek : çıkarına, amacına, düşüncesine uygun olmak. Örnek Kullanım : ?Yattığı yerden işine gelen kararları onaylar, hoşlanmadıklarını bozarmış.? -T. Halman.
işine koyulmak : işini yapmayı sürdürmek.
işini bilmek : nereden, nasıl yararlanacağını bilmek, çıkarını bilmek.
işini görmek : 1) görevini yapmak. Örnek Kullanım : ?Bu dünyaya geldi geleli elini ılıktan soğuğa vurmamış, işini hep kurnazlıkla görmüştür.? -Y. Kemal. 2) mec. dövmek 3) argo öldürmek.
işini uydurmak : kurnaz, açıkgöz davranarak işine istediği gibi biçim vermek.
işini yoluna koymak : işi veya görevi olumlu olarak yürütmek, sıkıntı çekmeden gerçekleştirmek. Örnek Kullanım : ?Kendisi burada işini yoluna koyduğu sıralarda, dört yıl, göğsünü, o, savaş meydanlarında siper yapmıştı.? -R. H. Karay.
işinin adamı : çalıştığı işte başarı sağlayan, işinin gerektirdiği nitelikleri taşıyan kimse.
işitmezliğe getirmek (işitmezlikten gelmek) : işitmemiş, duymamış gibi davranmak, aldırmamak.
işkembeden atmak (söylemek) : tkz. uydurarak söylemek.
işkembesini düşünmek : tkz. öncelikle karın doyurmayı düşünmek.
işkembesini şişirmek : tkz. oburca yemek.
işkenceye sokmak : maddi veya manevi sıkıntı vermek, zora sokmak.
işlem görmek : ekon. herhangi bir mal, kıymetli kâğıt, döviz vb. piyasada alınmak, satılmak, değiştirilmek.
işleme koymak : bir işin gerçekleşmesi için gerekli olan işlemleri başlatmak. Örnek Kullanım : ?Hasta ile ofis dışı ilişki kurduğunu duyarsam şikâyet dilekçemi işleme koyacağım.? -A. Kulin.
işler açılmak : piyasa canlanmak.
işler arapsaçına dönmek : işler çok karmaşık bir hâl almak. Örnek Kullanım : ?İşler arapsaçına döner ve doğacak arbedeleri de önlemenin çaresi bulunmaz.? -K. Korcan.
işler becermek : zararlı, gizli işler yapmak.
işportaya düşmek : değerini yitirmek, herkes tarafından kullanılmak.
iştah açmak : yemek isteğini artırmak.
iştah kapamak (kesmek) : yemek isteğini azaltmak.
iştaha gelmek : arzulamak.
iştahı kapanmak (kesilmek) : yemek isteği yok olmak. Örnek Kullanım : ?Doktor muayenesine gitmek için aldığı her randevunun ardından korkudan iştahı kesiliyordu.? -S. Erez.
iştahı olmak : yemek isteği fazla olmak.
iştahı yerinde olmak : yemesi, içmesi ve yaşaması düzenli olmak.
işten (bile) değil : çok kolay. Örnek Kullanım : ?… gürültüler ve rezaletler çıkarmak onun için işten bile değildi.? -Y. K. Karaosmanoğlu.
işten el çektirmek : görevden uzaklaştırmak.
işten güçten kalmak : herhangi bir sebeple çalışmamak, çalışamamak. Örnek Kullanım : ?Oraya kadar sürüklenmek, hanlarda birçok para harcamak, günlerce işten güçten kalmak köylülerin gözünü yıldırır.? -H. E. Adıvar.
işten güçten vakit bulamamak : çok yoğun çalıştığı için zaman ayıramamak.
iştiyak duymak : göreceği gelmek, özlemek.
it dişi domuz derisi : sevilmeyen iki kişi arasındaki anlaşmazlıktan duyulan hoşnutluğu anlatan bir söz.
it gibi çalışmak : çok çalışmak, yorulmak.
it izi at izine karışmak : at izi it izine karışmak.
it sürüsü kadar : hkr. çok kalabalık.
ite atsan yemez : ?çok kötü, berbat? anlamında kullanılan bir söz.
ite ot, ata et vermek : ata et, ite ot vermek.
ithamda bulunmak : birini suçlamak.
iti ite kırdırmak : kötülüğü kötülük aracılığıyla ortadan kaldırmak.
itibar görmek : 1) sayılmak, kendisine değer verilmek. Örnek Kullanım : ?Bütün satıcılar onu tanıdık bir yüzle karşılıyorlardı ve her yerde aşırı bir itibar görüyorduk.? -K. Bilbaşar. 2) aranmak, istenmek.
itibara almak : göz önünde tutmak, hesaba katmak.
itibardan düşmek : saygınlığını yitirmek.
itibarın sağ olsun : özellikle alışverişlerde kişiye güven duyulduğunda söylenen söz. Örnek Kullanım : ?Paran kıtsa itibarın sağ olsun.? -M. Ş. Esendal.
itidalini kaybetmek : aşırılığa kapılmak, soğukkanlılığını yitirmek.
itidalini muhafaza etmek : kendini aşırılığa kaptırmamak, kendini tutmak. Örnek Kullanım : ?Fakat itidalinizi muhafaza etmek şartıyla haber verebilirim.? -A. Gündüz.
itimat beslemek : güven duymak, güvenmek.
itimat telkin etmek : güven vermek.
itin götüne (kıçına) sokmak : kaba rezil etmek.
itişip kakışmak : birbirini itmek. Örnek Kullanım : ?Gecikme korkusuyla herkes itişip kakışmakta ise kimsenin aklına gelmez konuşmak.? -R. Erduran.
iyi etmek : 1) iyileştirmek, hastalıktan kurtarmak 2) uygun, yerinde bir davranışta bulunmak. Örnek Kullanım : ?Biraz da etrafında olup bitenlere dikkat etsen iyi edersin.? -A. M. Dranas. 3) argo soymak, parasını, malını almak.
iyi gelmek : 1) yaramak. Örnek Kullanım : Ağrılarıma bu ilaç iyi geldi. 2) giyecek, üstüne olmak, uygun olmak. Örnek Kullanım : Palto üstüne iyi geldi. 3) uğurlu gelmek.
iyi gitmek : 1) bir iş yolunda olmak 2) yakışmak. Örnek Kullanım : Bu elbise size iyi gidiyor.
iyi gözle bakmamak : hakkında iyi düşünmemek.
iyi gün dostu olmak : sadece iyi günlerde görünmek.
iyi hoş (ama) : bir görüşe karşıt bir düşünceyi söylerken kullanılan bir söz.
iyi iş (doğrusu) : tkz. beğenilmeyen bir olay, bir durum karşısında şaşkınlığı anlatan bir söz.
iyi karşılamak : 1) kabul etmek, beğenmek, benimsemek. Örnek Kullanım : ?Belki babam, güvercinlerin satıldıklarını iyi karşılamayacaktır.? -M. Ş. Esendal. 2) ilgi göstermek.
iyi ki : güzel bir rastlantı olarak, ne mutlu. Örnek Kullanım : ?İyi ki o günkü acı ile ölmemişiz.? -F. R. Atay.
iyi saatte olsunlar : cinler, periler. Örnek Kullanım : ?Yuvarlak, şen yüzlü, zaman zaman ince ve alaylı ışıldayan bir tanesi iyi saatte olsunlar ile temasta olduğu zaman şaşılaşan kara gözlü, orta yaşlı bir kadın.? -H. E. Adıvar.
iyiliği dokunmak : yararlı olmak, yararını görmek.
iyilik bilmek : kendisine yapılan iyiliği unutmamak.
iyilik görmek : maddi, manevi yardım görmek.
iyisi mi : yapılacak olanın en doğrusu, en uygun olanı. Örnek Kullanım : ?İyisi mi, yüz vermemeli ve hatta danslara iştirak etmesine müsaade etmemeli, demiş.? -R. N. Güntekin.
iyiye çekmek : bir düşünce veya olayı olumlu yönüyle değerlendirmek.
iyiye iyi, kötüye kötü demek : hatır için söz söylememek, dürüst olmak.
iz bırakmak : etkisini kalıcı duruma getirmek. Örnek Kullanım : ?Her hareket yahut düşünce, hareket edenin veya düşünenin zihninde bir iz bırakır.? -C. Meriç.
iz sürmek : 1) izlemek, arkasından gitmek, takip etmek. Örnek Kullanım : ?Sonradan onun da izini sürüp yerini buldum.? -Y. K. Beyatlı. 2) av sırasında hayvanın ayak izlerine bakarak gittiği yeri bulmaya çalışmak.
izahatta bulunmak : izahat vermek.
izanı yok : anlayışsız, kavrama yeteneği zayıf.
izbandut gibi : çok iri, cüsseli (erkek). Örnek Kullanım : ?Elin izbandut gibi herifiyle dövüşür müyüm?? -M. Ş. Esendal.
izi belirsiz olmak : iz bırakmadan ortadan çekilmek.
izi silinmek : ortadan yok olmak, kaybolmak.
izin almak : bir şey yapmak için onay sağlamak. Örnek Kullanım : ?Biz izin almadan çıkamazdık.? -A. Kutlu.
izin çıkmak : bir şey yapmada serbest bırakılmak.
izin koparmak : güçlükle izin almak. Örnek Kullanım : ?Kendisi belediyeden birkaç gün izin kopararak onları ziyaret edecekti.? -R. N. Güntekin.
izine dönmek : esk. bir karar veya yargıdan geri dönmek, bir karardan vazgeçmek, rücu etmek.
izine düşmek : av hayvanlarının, gittiği yolu izleyerek arkalarından gitmek.
izine uymak : düşünce ve davranışlarını benimsemek.
izini kaybetmek : bir kimse hakkında bilgi alamamak.
izinli çıkmak : izin alarak belli bir süre için bir yerden ayrılmak. Örnek Kullanım : ?İlk bakışta bana izinli çıkmış bir hasta bakıcı gibi göründü.? -R. N. Güntekin.
izinli saymak : 1) izin vermek 2) mec. bir işte ayrı tutmak.
izlenim (izlemini) bırakmak (vermek) : etki bırakmak. Örnek Kullanım : ?Görevlilerin edalı ve dıbır dıbır yürüyüşleri bir geçit töreni izlenimini verir.? -S. Birsel.
izne çıkmak (ayrılmak) : bir iş yerinde üst makamların onayıyla belli bir süre için görevinden ayrılmak.
izole etmek : 1) yalıtmak 2) mec. yalnız bırakmak.
izzetinefsine dokunmak : 1) onuruna dokunmak 2) gücüne gitmek. Örnek Kullanım : ?Terk edilmiş hâli izzetinefsime dokunuyor fakat onu hiç yadırgamıyorum.? -A. Ş. Hisar.
izzetinefsine yedirememek : onursuz kalmayı kabul edememek, düşkünlüğü veya zavallılığı reddetmek. Örnek Kullanım : ?Otele gidip de aptalcasına beklemeyi, yürek çarpıntılarıyla kapıyı gözetlemeyi izzetinefsime yediremiyorum.? -R. H. Karay.
Çok uzun ağagaga