(bir iş) medreseye düşmek : alay içinden çıkılmaz boş tartışmaların konusu olmak.
(bir işte) methali olmak : bir işe karışmış bulunmak, bir işte parmağı olmak.
(bir şey başka bir şeyi) mumla aratmak : daha kötü olan yeni bir şey, bir durum, bir kimse, pek iyi olmayan eskisini aratmak.
(bir şey) mecrasında gitmek : bir iş kurallarına uygun bir biçimde yürümek.
(bir şey) muallakta olmak (kalmak) : sonuca bağlanmamak, sürüncemede kalmak.
(bir şeyden) mana (manası) çıkmak : anlamına gelmek, anlamını taşımak. Örnek Kullanım : ?Kızın adını Emel koydu. Oğlanınkini Fethi … Sanki bundan emelini fethetmiş manası çıkıyordu.? -H. R. Gürpınar.
(bir şeye) merak sarmak (duymak, salmak) : bir şeyi edinme, yapma veya onunla uğraşma isteğine kapılmak, bir şeye eğilim duymak. Örnek Kullanım : ?Bu adama, her gördüğüm vakit, merhamet ve korku ile karışık bir merak duyuyordum.? -R. N. Güntekin. ?Miralay beyimiz, emekli olduktan sonra komisyonculuğa kalkan
(bir şeyi) masaya yatırmak : bir konuyu, olayı enine boyuna araştırmak.
(bir şeyi) maymuna benzetmek (çevirmek, döndürmek) : gülünç ve çirkin duruma sokmak.
(bir şeyi) mesele yapmak : önemsiz bir şeyi önemli bir sorun durumuna getirmek. Örnek Kullanım : ?Orada kimseyi kıskanmamışken bu sonuncu kumasını büyük mesele yaptı.? -R. Erduran.
(bir şeyi) meslek edinmek : 1) bir işi meslek olarak yapacak bilgi ve beceriyi kazanmak 2) mec. bir şeyi yapmayı alışkanlık hâline getirmek.
(bir şeyin) makarasını çözmek : ayrıntılarıyla sayıp dökmek. Örnek Kullanım : ?Yukarı katta ihtiyar imamla yatalak hasta karısının aşağıdan tamamıyla işitilen kavgalarına dair hikâyelerinin makarasını çözerdi.? -H. Z. Uşaklıgil.
(bir şeyin) muhasebesini yapmak : bir şeyin olumlu veya olumsuz yönlerini gözden geçirerek bir yargıya varmak.
(bir yer) mahşere dönmek : çok kalabalıklaşmak.
(biri ötekiyle) mahkemelik olmak : istemediği hâlde dava konusu olmak.
(birine) madik atmak (etmek veya oynamak) : argo dolap çevirmek, hile yapmak.
(birine) malum olmak : içine doğmak. Örnek Kullanım : ?Ona da malum oldu haber / Koşup geldi odama? -B. Necatigil.
(birine) meydan dayağı çekmek : herkesin içinde veya çok dövmek.
(birine) meydanı dar etmek : birini çok sıkıntıya sokmak, her yönden sıkıştırmak.
(birine) mum tutturmak : aşırı disiplin altına almak.
(birine) müşkülat çıkarmak : yapmakta bulunduğu işi güçleştirecek durumlar yaratmak. Örnek Kullanım : ?Kaynanam olacak o kadın her türlü müşkülatı çıkarıyor.? -O. Aysu.
(birini) makaraya almak (sarmak) : bir kimseyle alay etmek.
(birini) maskaraya almak : biriyle eğlenmek, alay etmek.
(birini) maskaraya çevirmek : gülünç bir duruma sokmak.
(birini) maşa gibi kullanmak : maşası olmak.
(birini) maytaba almak : biriyle alay etmek, eğlenmek. Örnek Kullanım : ?Bu evde hepsi beni maytaba alıyor.? -H. R. Gürpınar.
(birini) mecbur tutmak : zorlamak, yükümlü saymak, mecbur etmek. Örnek Kullanım : ?Memleketin büyük menfaati, beni bu yolda harekete mecbur tutuyordu.? -Atatürk.
(birini) minder dışına atmak : ortadan kaldırmak, silmek, kovmak. Örnek Kullanım : ?Kötü para iyi parayı kovduğu gibi kötü yazar da iyi yazarı minder dışına atmaya çabalamaktadır.? -S. Birsel.
(birini, bir şeyi) musallat etmek : birini, bir başkasının başına bela etmek.
(birinin) mahkemede dayısı olmak : yüksek bir makamda koruyucusu, kayırıcısı bulunmak.
(birinin) mahremiyetine girmek : bir kimsenin özel hayatını öğrenecek kadar ona yakın olmak. Örnek Kullanım : ?Türkünün bir tarafında kapılar açılıyor ve siz durup dururken hiç tanımadığınız bir insanın mahremiyetine girmiş oluyorsunuz.? -B. R. Eyuboğlu.
(birinin) maskarası olmak : birinin eğlencesi olmak. Örnek Kullanım : ?Süslü kafeslere, hazır yemeğe tamah edip insanların maskarası olmanın âlemi var mı?? -H. Taner.
(birinin) maskarasını çıkarmak : birini rezil etmek, küçük düşürerek gülünç duruma sokmak.
(birinin) maşası olmak : sakıncalı bir işte biri tarafından araç olarak kullanılmak.
(birinin) muzipliğine uğramak : aldatılmak, şakaya hedef olmak. Örnek Kullanım : ?Gülmüşler ve kendisine, arkadaşının bir muzipliğine uğradığını söylemişler.? -F. R. Atay.
(biriyle) merhabası olmak : esenleşecek kadar tanışıklığı, yakınlığı olmak.
(biriyle) merhabayı kesmek : biriyle ilgisini kesmek.
maaş bağlamak : aylık bağlamak.
maaşa geçmek : aylığa geçmek.
macera aramak : başına geleceklerden habersiz, sonu bilinmeyen, tehlikeli, heyecanlı bir işe girişmek.
maceraya atılmak : tehlikeli, yorucu, sıkıcı ve ne olacağı bilinmeyen bir işe kalkışmak.
maç satmak : karşılaşma sonucunu belirlemek amacıyla meşru olmayan yollardan veya para karşılığı anlaşmaya varmak.
maça beyi gibi kurulmak : saygısızca yayılarak oturmak.
madalyonun ters tarafı (tersi, arka yüzü) : ?olumlu bir iş, bir durum veya bir olayın düşünülmesi, hesaba katılması gereken olumsuz yönü? anlamında kullanılan bir söz.
madara etmek : kötü duruma düşürmek, yalanını, yanlışını çıkarmak.
madara olmak : kötü duruma düşmek, yalanı, yanlışı ortaya çıkmak.
mağdur etmek : zarara uğratmak.
mağdur olmak : zarara uğramak.
mahal kalmamak : gerek kalmamak, gereği olmamak.
mahal yok : yeri, gereği yok. Örnek Kullanım : ?Otomobilin dinmeyen yaygarasını üstüne alınmaya mahal yoktu.? -Ö. Seyfettin.
mahalle kahvesi gibi : havasız, gürültülü ve kalabalık (yer).
mahalleyi ayağa kaldırmak : bağırıp çağırarak konu komşuyu tedirgin etmek.
maharet kazanmak : beceri edinmek, ustalaşmak.
mahcup çıkarmamak : utandırmamak. Örnek Kullanım : ?Her yazdığımı tutan hocayı mahcup çıkarmamak için yazdıklarımı daha ciddi bir öz eleştiri eleğinden geçirir olmuştum.? -H. Taner.
mahcup kalmak : utanmış olmak. Örnek Kullanım : ?Bu tekdir karşısında mahcup kalmak şöyle dursun, geniş geniş güldü.? -H. R. Gürpınar.
mahkeme açmak : mahkemede dava açmak.
mahkemeye düşmek : mahkemelik olmak. Örnek Kullanım : ?Korkma, ona zırnık vermem. İcap ederse mahkemeye düşeriz.? -Y. K. Karaosmanoğlu.
mahkemeye vermek : dava açmak.
mahsur kalmak : 1) bir yerden çıkamamak 2) kuşatılmak, sarılmak, çevrilmek.
mahşer gibi : çok kalabalık.
mahzur doğurmak : ortaya engel çıkarmak, sakınca yaratmak. Örnek Kullanım : ?Ne gibi mahzurlar doğurabileceğini görmemezlikten gelmek mümkün değildi.? -Y. K. Karaosmanoğlu.
mahzur görmek : sakıncalı bulmak.
makara çekmek : ötücü kuşlar sürekli ötmek.
makara gibi : aralıksız (konuşma).
makaraları koyuvermek (zapt edememek, salıvermek) : tkz. kendini tutamayarak kahkahayla gülmeye başlamak. Örnek Kullanım : ?Dersin ciddiliğine bakmadan koyuverdik makaraları.? -A. İlhan.
makas almak : argo yanağı orta parmak ile işaret parmağı arasına alıp sıkıştırmak, makaslamak.
makas değiştirmek : 1) tren yönünü değiştirmek 2) mec. tuttuğu yol ve yöntemden vazgeçip başka bir yöne yönelmek.
makas vurmak : makasla kesmek.
makbule geçmek : çok beğenilmek, hoşa gitmek, işe yaramak. Örnek Kullanım : ?O vakit o kış kıyamette / Ne kadar makbule geçer tatlı? -B. Necatigil.
makine çekmek : dikiş makinesinde dikmek.
makine gibi : çok çabuk, art arda, aynı biçimde yapılan veya olan.
makine gibi adam : düzgün, çok ve çabuk iş çıkaran adam.
makineli tüfek gibi : çok hızlı, birbiri ardınca. Örnek Kullanım : Makineli tüfek gibi konuşuyor.
makineyi bozmak : şaka motoru bozmak.
maksat gütmek : bir işi yaparken gizli amaç beslemek. Örnek Kullanım : ?Hiçbir maksat gütmeyerek yaptığım bu ufak tefek hizmetler boşa gitti.? -R. N. Güntekin.
maksat hasıl olmak : amaca ulaşılmak, amaç gerçekleşmek. Örnek Kullanım : ?İmzanın arkasına saklanan adam dost, düşman her kim olursa olsun maksat hasıl olmuştu.? -H. R. Gürpınar.
maktul düşmek (olmak) : vurulup ölmek, öldürülmek, katledilmek.
mal bulmuş Mağribî gibi : ?büyük bir zenginliğe kavuşmuşçasına büyük sevinç ve coşku ile? anlamında kullanılan bir söz. Örnek Kullanım : ?Başka bir gazeteci olsa bu fırsata mal bulmuş Mağribî gibi atlardı.? -H. Taner.
mal etmek : 1) bir değer karşılığında sahip olmak. Örnek Kullanım : ?Sen şimdilik buna karşılık diyeceksin ki dün yüze mal ettiğin arsaları bine, bine olanları on binlere sattın.? -Y. K. Karaosmanoğlu. 2) kendi malı, eseri, buluşu gibi benimsemek veya saymak. Örnek Kullanım : ?Nereden, ki
mal kaldırmak : ürün elde etmek. Örnek Kullanım : ?Kendisi şu kadarcık tarla sayesinde ancak akşamları bir kaşık sıcak çorba içecek kadar mal kaldırabiliyor.? -N. Nâzım.
mal kapatmak : para karşılığında herhangi bir üretim alanındaki verimin sırf kendisine ayrılmasını sağlamak.
mal meydanda : bir işin gizli bir yönünün olmadığını belirten bir söz.
mal olmak : 1) bir şeye bir değer karşılığında sahip olmak. Örnek Kullanım : Bu kitap bana yirmi liraya mal oldu. 2) bir iş, bir davranış sonucu zarara uğramak. Örnek Kullanım : ?Babamın hayatta iken en çok sevdiği yemek, bütün bir senenin tasarrufuna mal olsa da o gece mutlaka pişerdi.?
mal yapmak : servet sahibi olmak.
malı götürmek : herkesin göz diktiği bir çıkarı elde etmek.
malum değil : bilinmeyen konular için kullanılan bir söz.
malum ya! : ?bilinen şey? anlamında kullanılan bir söz. Örnek Kullanım : ?Bana gücenmeyiniz hanımefendi, malum ya, elçiye zeval yoktur.? -H. R. Gürpınar.
malumu ilam etmek : bilinen ve açık olan bir şeyi söylemeye, açıklamaya kalkmak.
mana çıkarmak : 1) yersiz bir yargıya varmak, yanlış değerlendirmek 2) bir söze, söyleyenin aklından geçmeyen bir anlam vermek 3) anlam çıkarmak.
mana vermek : kendince bir yargıya varmak, yorumlamak.
manasına gelmek : anlamına gelmek.
manaya gelmek : anlam bildirmek.
manda gibi : çok iri ve hantal.
manda gibi yayılmak : dikkatsizce ve bütün ağırlığıyla oturmak.
manda gibi yemek : çok ve acele ile yemek.
mandepsiye basmak (düşmek) : aldatılmak, tuzağa düşürülmek. Örnek Kullanım : ?Karı kocaya benzemiyordu ya neyse beni adamakıllı mandepsiye bastırdılar.? -A. Gündüz.
maneviyatı bozulmak : moral gücü sarsılmak.
maneviyatını kırmak : moral gücünü sarsmak.
manevra yapmak : 1) bir araca istenilen hareketi yaptırmak. Örnek Kullanım : ?Yolun iki tarafına arabalar park ettiği için çöp kamyonu kolay manevra yapamaz ve muhakkak trafik kilitlenirdi.? -E. Şafak. 2) ask. askerî birlikler savaş denemesi yapmak.
mangal gibi yüreği olmak : cesareti çok olmak. Örnek Kullanım : ?Sen bana iyi baksana, bende mangal gibi yürek var!? -O. Kemal.
mangalda kül bırakmamak : yapamayacağı işleri yapabilirmiş gibi söylemek.
mâni düzmek (yakmak) : 1) mâni okumak 2) müzik eşliğinde mâni söylemek.
manken gibi : vücut ölçüleri düzgün ve ince olan.
mantar atmak : argo yalan söylemek, martaval atmak.
mantar gibi (yerden) bitmek : birdenbire veya kendiliğinden ortaya çıkmak.
mantar gibi üremek : hızla çoğalıp yayılmak. Örnek Kullanım : ?Son zamanlarda mantar gibi üreyen yeni kahveci dükkânlarından birinde oturmuş, derin bir sohbete dalmışlardı.? -O. Aysu.
mantara basmak : argo birinin hazırladığı oyuna düşmek, oyuna gelmek.
manzara koymak : televizyon yayını sırasında beklenmeyen kesinti aralarını doldurmak için ekrana değişik manzara resimlerini getirip göstermek.
mapusa düşmek : hapse girmek.
mapushaneye düşmek : hapse girmek.
maraza aramak : çekişmek, olay çıkarmak için bahane aramak. Örnek Kullanım : ?İkinci yarıda herkesin dili bir karış dışarı çıktığı, maraza aradığı, çamurlaştığı zaman, seninki, oyuna yeni girmiş gibi terütaze koşar durur.? -H. Taner.
maraza çıkarmak : kavgaya yol açmak, kavga çıkarmak, anlaşmazlığa yol açacak işler yapmak.
marifet göstermek : ustalığını ortaya koyabilmek. Örnek Kullanım : ?Bütün bu zahmetlere … rağmen bari bir marifet gösterse idik.? -R. H. Karay.
Marmara çırası gibi yakmak (yanmak) : perişan etmek, mahvetmek veya perişan olmak, mahvolmak.
mars etmek : 1) tavla oyununda karşısındakine hiçbir pul toplamaya fırsat vermeden kendi pullarını toplayıp oyunu kazanmak. Örnek Kullanım : ?İkinci oyunda beni mars etti, mantığımı ya da mantıksızlığımı kavramıştı çünkü.? -T. Uyar. 2) tkz. karşısındakini söz söyleyemeyecek duru
mars olmak : 1) tavla oyununda pul toplamaya fırsat bulamadan oyunu kaybetmek 2) tkz. söz söyleyemeyecek duruma gelmek.
marsık gibi : koyu esmer, kömür gibi, simsiyah.
mart havası gibi : kararsız, huysuz (kimse).
mart içeri, pire dışarı : tedirgin edici biri geldiğinde gitmeye kalkan kimseler için kullanılan bir söz.
mart kedisi gibi : çapkın ve azgın olan.
martaval atmak (okumak) : inanılmayacak sözler söylemek, yalan söylemek.
maruz bırakmak : bir olayın veya bir durumun etkisinde bırakmak. Örnek Kullanım : ?Türk Cumhuriyeti varlığını, istikbalini safsatalarla tehlikeye maruz bırakamaz.? -Y. K. Karaosmanoğlu.
maruz bulunmak (olmak) : bir olayın veya bir durumun etkisinde bulunmak.
maruz kalmak : bir olay veya bir durumla karşı karşıya olmak. Örnek Kullanım : ?İnsan böyle bir kokuya sokakta maruz kalsa adımlarını sıklaştırır, arabadaysa camları kapatır.? -E. Şafak.
masal âleminde yaşamak : 1) gerçek olmayan, gerçekleşmesi güç olan şeyler düşünerek yaşamak 2) masallardaki gibi olağanüstü güzel anlar yaşamak.
masal gibi : olmayacak biçimde.
masal okumak (anlatmak) : inandırıcı olmayan, oyalayıcı sözlerle kandırmaya çalışmak.
masaya oturmak : bir anlaşmazlığı çözümlemek üzere bir araya gelmek, toplanmak.
maskara etmek : 1) bir kimseyi veya şeyi gülünç ve şerefsiz duruma düşürmek. Örnek Kullanım : ?Şu kendini bütün memlekete maskara eden münevver züppenin eksik tarafı millî şuurdan başka nedir?? -O. S. Orhon. 2) bir şeyi bozmak, berbat etmek.
maskara olmak : gülünç bir duruma düşmek.
maskesi düşmek : gerçek niyeti ve niteliği ortaya çıkmak.
maskesini atmak : amaçlarını gizlemesini bilen kimse, bu tutumunu bırakarak gerçek kişiliğini ve amaçlarını açığa vurmak.
maskesini düşürmek (kaldırmak) : gizli amaçlarını, gerçek kişiliğini ortaya çıkarmak.
masraf etmek : para harcamak.
masraf görmek : alışveriş veya ödeme işlerini yapmak.
masraf kapısı açmak : para harcamayı gerektiren bir işe girişmek.
masrafa girmek : bir iş veya yapım için çok para harcamak. Örnek Kullanım : ?Bir adamın hiç tanımadığı insanlar için bu kadar zahmet ve masrafa girmesine bir türlü akıl erdiremiyorum.? -R. N. Güntekin.
masrafı çekmek : bir iş için gereken parayı ödemek, gideri karşılamak.
masraftan çıkmak : beklenmedik bir sırada para harcama durumunda kalmak, paradan çıkmak.
mastor olmak : esrar içerek kendinden geçmek. Örnek Kullanım : ?Esrarcılar boğula boğula öksürürler, duman içinde kalırlar, duman olurlar. Buna mastor olurlar demek daha uygundur.? -S. Sema.
maşa gibi : zayıf ve kuru (kimse).
maşa kadar : çok küçük doğan (çocuk).
maşa varken elini yakmak : bir işten gelebilecek zarardan kendini koruyacak bir yol varken o yolu tutmamak.
maşalık etmek : başkalarının çıkarı, isteği ve amaçları doğrultusunda çalışmak.
maşallahı var : bir kimsenin veya bir şeyin iyi bir durumu anlatılırken söylenen bir söz. Örnek Kullanım : Çocuğun bugün maşallahı var, hiç huysuzluk etmedi.
mat etmek : 1) satranç oyununda yenmek. Örnek Kullanım : ?İki kişiyi birden satrançta mat ettim.? -A. Gündüz. 2) bir tartışma sonunda karşısındakini cevap veremez duruma düşürmek. Örnek Kullanım : ?Başkaları onları mat etmeden onlar kendi çelişkileri ile kendilerini çelmeliyorlardı.? -H.
mat olmak : 1) satranç oyununda yenilmek 2) bir tartışma sonunda veya benzeri bir durumda yenik düşmek.
matem tutmak : yas tutmak.
matiz olmak : argo sarhoşluktan sızacak duruma gelmek. Örnek Kullanım : ?Bak şu moruğa matiz oluyor gene.? -O. Kemal.
matrağa almak : alaya almak, eğlenmek.
matrak geçmek : argo alay etmek, eğlenmek. Örnek Kullanım : ?Matrak mı geçiyorsun benimle?? -N. Cumalı.
maval okumak : yalan söylemek, yalan söyleyerek oyalamak, masal okumak.
mavi boncuk dağıtmak : birçok kişiye birden sevgi göstermek ve söz konusu kişileri, bu sevginin yalnız kendisine verildiğine inandırmak.
mavra atmak (sıkmak) : 1) gevezelik etmek 2) palavra atmak.
maya çalmak : mayalanmayı sağlamak.
mayasında olmak : içinde olmak.
mayın dökmek (döşemek) : denize mayın bırakmak, denizi mayınlamak.
maymun gibi : 1) tuhaf, gülünç hareketler yapan 2) taklitçi.
maymun gözünü açtı : geçen bir olaydan ders alındığını anlatan bir söz.
maymuna dönmek : 1) çirkin ve gülünç duruma girmek 2) uslanmak.
mayna etmek : 1) herhangi bir şeyi halat ve palanga aracılığıyla denize veya yere indirmek. Örnek Kullanım : ?… filikalarını mayna etmişlerdi.? -A. İlhan. 2) mec. fırtına yatışmak.
maytap geçmek : biriyle alay etmek.
maziye karışmak : geçmişte kalmak, yürürlükten ve işlerlikten çıkmak.
mazur görmek : kusura bakmamak, hoş görmek, bağışlamak, affetmek. Örnek Kullanım : ?Büyük işler deruhte etmemiş insanların, bu husustaki tereddütlerini mazur görmelidir.? -Atatürk.
mecali (mecal) kalmamak : güç kalmamak, güçsüzleşmek. Örnek Kullanım : ?Artık ne yürümeye ne de ayak üstünde durmaya mecali kalmıştı.? -M. Ş. Esendal.
mecalsiz düşmek : güçsüzleşmek, takati kalmamak. Örnek Kullanım : ?Bir aralık kadının mecalsiz düştüğünü fark ettiler.? -R. H. Karay.
mecbur kalmak (olmak) : herhangi bir şeyi yapmak zorunda bulunmak.
meclis kurmak : birkaç kişi konuşmak veya eğlenmek için toplanmak. Örnek Kullanım : ?Nihayet bir akşam bütün ihtiyarlar, kadın erkek meclis kurar, ahenge başlarlarmış.? -H. E. Adıvar.
mecrası değişmek : bir iş, bir olay için gidişi, yönü, doğrultusu değişmek.
medar olmak : yardımı, yararı dokunmak.
medet ummak (beklemek) : yardım beklemek. Örnek Kullanım : ?Emin ol ki dağınık ve kasvetli bir cemiyet içinde aşktan bile medet ummayız.? -Y. K. Karaosmanoğlu.
mehil vermek : süre tanımak.
mehtaba çıkmak : ay ışığında gezip dolaşmak. Örnek Kullanım : ?O gece mehtaba çıkmak için bir hayli evvelinden başlayan tatlı bir hazırlık devresi vardı.? -A. Ş. Hisar.
mekân tutmak : bir yere yerleşmek.
mekik atmak : 1) mekiği arışlar arasından hızla geçirmek 2) mec. hiçbir yerde duramayıp iki yer arasında gidip gelmek.
mekik dokumak : iki nokta veya durum arasında sürekli gidip gelmek. Örnek Kullanım : ?Görüntümüz iyi ile kötü arasında mekik dokudu.? -T. Halman.
mekik gibi : sürekli gidip gelen.
mektebi asmak : derslere girmemek için keyfî olarak okula gitmemek, okulu asmak. Örnek Kullanım : ?Güzel havada mektebi asamamış bir ilkokul öğrencisi somurtkanlığı ile kafileye katıldım.? -H. Taner.
mektep görmemiş : 1) okula gitmemiş 2) tkz. kaba, saygısız.
mektep medrese görmüş : okumuş, öğrenim görmüş.
mektubu dışından okumak : bir kimsenin içinden geçeni yüz çizgilerinden anlamak.
mektup atmak : mektubu postaya vermek.
melek gibi : 1) sessiz, sakin. Örnek Kullanım : ?Annem melekler gibi iyi kadındır.? -S. F. Abasıyanık. 2) güzel. Örnek Kullanım : ?Kimi tarafları pek ince delikanlılar melek gibi kızları övüyorlardı.? -S. F. Abasıyanık.
meme vermek : emzirmek. Örnek Kullanım : ?Genç kadın arkasını dönerek göğsünü açtı ve özenle meme vermeye başladı.? -A. Gündüz.
meme yapmak : tek. motorlu araçlarda platin elektrik akımını geçirmeyecek ölçüde oksitlenmek, işlevini yapmaz olmak.
memede olmak : henüz meme ile beslenmek.
memeden kesmek : artık emzirmemek.
mendil atmak : herhangi bir duyguyu, gizli bir mesajı haberleşilen insana çeşitli anlamları olan renkli mendille bildirmek. Örnek Kullanım : ?Pencereyi açıp gözünün önünde oyalı yeşil mendil mi atacağım Ferit’e?? -N. Cumalı.
mendil kadar : çok küçük (alan). Örnek Kullanım : ?Mendil kadar olsun tarlamızı ayır/ Beni doyuracak ağacı göster? -B. R. Eyuboğlu.
mendil sallamak : birini uzaktan mendil sallayarak selamlamak veya uğurlamak. Örnek Kullanım : ?Arabalar yaklaşıyor, mendil sallayalım mı?? -A. Gündüz.
menfaat gütmek : çıkarını ön planda tutmak. Örnek Kullanım : ?Hayatımda hiçbir zaman menfaat gütmedim, paragözlü olmadım.? -S. M. Alus.
menopoza girmek : 1) âdetten kesilmek, doğurma özelliğini yitirmek, hayızdan nifastan kesilmek. Örnek Kullanım : ?Yakışmıyordu bu hafiflik çoktan menopoza girmiş bir kadına.? -İ. Aral. 2) mec. bu sebeplerden dolayı kadın bunalım içerisinde olmak.
menzil atmak : tar. ok atış yarışmalarında rekor kırmak.
menzil beygiri gibi koşmak : durup dinlenmeden çalışmak.
menzil dikmek : tar. atılan ok ile kırılan rekorun yerini belirten taş dikmek.
merak getirmek : kara sevdaya tutulmak.
meraka düşmek : 1) meraklanmak. Örnek Kullanım : ?Sevecek birini görse bile acaba daha güzeli bulunmaz mı diye meraka düşer.? -S. Birsel. 2) kaygılanmak.
meraka sokmak : meraklandırmak. Örnek Kullanım : ?Sizleri meraka sokmamı aranızda bulunmamın sevincine bağışlayın.? -Halikarnas Balıkçısı.
merakına dokunmak : ilgisini çekmek.
merakından çatlamak : 1) çok kaygılanmak 2) bir şeyi öğrenmek isteğini aşırı ölçüde duymak. Örnek Kullanım : ?Rica ederim söyleyiniz, merakımdan çatlayacağım.? -Y. K. Karaosmanoğlu.
merakını mucip olmak : merakına dokunmak.
merakını uyandırmak : merak etmesine sebep olmak, meraklanmak. Örnek Kullanım : ?Kızın en çok merakını uyandıran şey, Hasan’ın yeni kıyafetiydi.? -O. C. Kaygılı.
merakta kalmak : kaygı içinde olmak.
meraktan çatlamak : merakından çatlamak.
meram (meramını) anlatmak : isteğini, derdini anlatmak. Örnek Kullanım : ?Gözlerini siyasi ihtiraslar bürüyen kimselere meram anlatmak mümkün olmamıştı.? -Y. K. Karaosmanoğlu.
meram etmek : üstüne düşmek, yapmak istemek. Örnek Kullanım : ?İşte o, meram ettiği zaman etrafındakilere böyle tahakküm ederdi.? -R. N. Güntekin.
mercek altına almak : çok titizlikle ve etraflıca incelemek.
mercimeği fırına vermek : tkz. kadınla erkek gizlice aşk ilişkisi kurmak.
mercimek kadar : çok küçük ve yuvarlak.
merdiven dayamak : ileri bir yaşa yaklaşmak. Örnek Kullanım : ?Elliye merdiven dayadık, ötesine de geçtik.? -N. Araz.
merhaba çakmak : hlk. selamlamak. Örnek Kullanım : ?Kişileri kendi adıyla anmıştım, ona buna, yardımına koşan bunca kişilere bir merhaba çakayım diye.? -A. Erhat.
merhaba etmek : hâl hatır sormak, görüşüp konuşmak. Örnek Kullanım : ?Bir oturun bakalım, bir merhaba edelim!? -M. Ş. Esendal.
merhamet duymak : acıma veya şefkat duygusu uyanmak veya kabarmak. Örnek Kullanım : ?Ömrümde hiç kimseye bu kadar saf ve derin merhamet duymamıştım.? -P. Safa.
merhamete gelmek : acıma duygusuna kapılmak.
merhem olmak : bir derde çare olmak.
mermer gibi : beyaz, parlak, sert, sağlam ve pürüzsüz.
mesafe almak : bir konuda veya çalışmada önemli ölçüde ilerlemek.
mesafe bırakmak (koymak) : ilişkilerde samimi olmamak.
mesafe katetmek : yol almak, ilerlemek. Örnek Kullanım : ?Tam mesafe katettiğimiz zaman bizi nasıl yarı yolda bırakırsın?? -O. Aysu.
mesai yapmak : bir iş yerinde, yasal günlük iş süresi dışında ek bir ücretle fazla çalışmak.
mesaiye kalmak : mesai yapmak.
mesaj bırakmak : yazı veya sözle bilgi vermek. Örnek Kullanım : ?Giderken ona bir mesaj bırakmamış, haber de vermemiş.? -A. Ş. Hisar.
mesaj vermek : duygu ve düşünceleri karşı tarafa dolaylı bir biçimde anlatmak.
mesele çıkarmak : sorun çıkarmak.
mesele yok! : ?herhangi bir sıkıntı, güçlük yok!? anlamında kullanılan bir söz.
mesken tutmak : yerleşmek. Örnek Kullanım : ?Yârim İstanbul’u mesken mi tuttun / Gördün güzelleri beni unuttun? -Halk türküsü.
meskûn kılmak : bir yeri şeneltmek.
meskût geçmek : söylemeden geçmek.
meskût kalmak : konuşulmamak.
mesleğinin eri (erbabı) olmak : işinin uzmanı veya ustası olmak. Örnek Kullanım : ?Mesleğimin eri olduğumu takdir edersiniz.? -R. N. Güntekin.
mesnetsiz atmak : dayanağı olmadan konuşmak.
mesul tutmak : sorumlu görmek. Örnek Kullanım : ?Suçuna bakmadan bir de bu vaziyetten beni mesul tutmak istiyor, kabahati bana yüklüyor.? -E. İ. Benice.
mesuliyet almak : sorumluluk almak. Örnek Kullanım : ?Üstümüze ağır bir mesuliyet aldık.? -A. Gündüz.
meşakkate katlanmak : güçlüğe, sıkıntıya dayanmak, göğüs germek.
meşale çekmek : önderlik etmek, önayak olmak.
meşin gibi : 1) kararmış ve sertleşmiş (insan derisi) 2) iyi pişirilmeyip çiğ kalmış (et).
meşk almak : ders almak.
meşk vermek : ders vermek. Örnek Kullanım : ?Esasen hemen onun meşk vereceği kızları getirmiş, ona takdim etmişti.? -H. E. Adıvar.
meşru sayılmak : geçerli bulunmak. Örnek Kullanım : ?Meşru sayılan adilik ve faziletsizliklerden hiçbiri onda yoktu.? -P. Safa.
metanet göstermek : kötü bir duruma katlanmak, dayanmak.
meteliğe kurşun atmak : parası kalmamak.
metelik etmez : ?çok değersiz? anlamında kullanılan bir söz. Örnek Kullanım : ?Gözümde, milyonu olsa da kalp para ile metelik etmez.? -S. F. Abasıyanık.
metelik vermemek : değer ve önem vermemek, umursamamak, aldırış etmemek. Örnek Kullanım : ?Orayı gördükten sonra ben, gayri dünyanın hiçbir tarafına metelik vermem.? -Y. K. Karaosmanoğlu.
metres tutmak : metresle yaşamak.
mevkisi olmak : bir işte önemli bir makamda bulunmak.
mevlasını bulmak : istediğine erişmek.
mevzuya girmek : asıl konuyu ele almak.
meyanesi gelmek : helva vb. kıvamına gelmek.
meydan (birine veya bir şeye) kalmamak : fırsat bulamamak. Örnek Kullanım : ?Bu beladan kurtulabilmek için bir çare düşünmeye meydan kalmadan Ali, bir gece kasabaya girdi.? -M. Ş. Esendal.
meydan açmak : sebep olmak. Örnek Kullanım : ?Bu hareket, daha ileride kim bilir ne boğuşmalara meydan açacaktır?? -R. N. Güntekin.
meydan almak : esk. gelişmek, yayılmak, geniş ölçüde olmak.
meydan bırakmamak : fırsat vermemek. Örnek Kullanım : ?Ona ağız açmaya meydan bırakmadım.? -R. N. Güntekin.
meydan bulamamak : fırsat bulamamak.
meydan dayağı atmak : kalabalık içinde iyice dövmek.
meydan dayağı yemek : kalabalık içinde iyice dayak yemek. Örnek Kullanım : ?Vallahi meydan dayağı yesem bu kadar perişan olmazdım.? -R. N. Güntekin.
meydan okumak : korkmadığını, çekinmediğini açıkça bildirmek, kavga veya yarışmaya çağırmak. Örnek Kullanım : ?Hülasa yüz türlü yüzmek bilir, dalgıçlara meydan okurdu.? -R. H. Karay.
meydan vermemek : kötü bir durumun gerçekleşmesi için imkân veya zaman bırakmamak. Örnek Kullanım : ?Sonra sultanın cevabına meydan vermeden döndü.? -Ö. Seyfettin.
meydana atmak : ortaya çıkarmak.
meydana çıkarmak : 1) açıklığa kavuşturmak, ortaya çıkarmak, belli etmek. Örnek Kullanım : ?Marifetlerini birer birer meydana çıkarıyor.? -R. H. Karay. 2) bularak ortaya çıkarmak.
meydana çıkmak : 1) ortaya çıkmak, görünmek. Örnek Kullanım : ?İşte Galip, böyle bir muhitte herkesi şaşırtan büyük bir kabiliyetle meydana çıkıverdi.? -A. H. Çelebi. 2) belli olmak. Örnek Kullanım : ?Şafak serinliği içinde onun yükselmesini seyrederken ilk tahminimizde yanılmadığımız meydana
meydana dökmek : hepsini sergilemek, ortaya dökmek.
meydana düşmek : bir iş yapmak için kendini ortaya atmak.
meydana gelmek : 1) olmak, oluşmak. Örnek Kullanım : ?Kum tanelerinden meydana gelen yazıları okumaya çalışan Bünyamin bir hayli zorlandı.? -İ. O. Anar. 2) ortaya çıkmak. Örnek Kullanım : ?Müspet ve realist ilmî araştırmaların meydana gelebilmesi için istatistik bir zarurettir.? -N. Hikmet.
meydana getirmek : olmasını sağlamak, oluşturmak. Örnek Kullanım : ?Yaşlandıkça gençleşen bir adam yalnız verdiği eserlerden değil bundan sonra meydana getireceklerinden dolayı mühimdir.? -İ. A. Gövsa.
meydana koymak : yapıp ortaya çıkarmak, göstermek.
meydana vurmak : belli etmek, ortaya çıkarmak. Örnek Kullanım : ?Beşikten beri ruhlarına akıtılan düşmanlığı meydana vurmak için tam fırsatı bulmuşlardı.? -Ö. Seyfettin.
meydanda bırakmak : 1) açıkta, evsiz barksız bırakmak 2) ortada, herkesin gözü önünde bırakmak.
meydanı (birine veya bir şeye) bırakmak : 1) savunduğu şeyden vazgeçmek. Örnek Kullanım : ?Çok güzel görünen bir şey var ki o da iki tarafın da meydanı bırakıp kaçmamalarıdır.? -M. Ş. Esendal. 2) yarışmadan çekilmek.
meydanı boş bulmak : kendisini engelleyecek kimse görmeyerek aşırı davranışlarda bulunmak.
meyil vermek : 1) eğiklik sağlamak 2) mec. ilgi göstermek, gönül vermek. Örnek Kullanım : ?Her dilbere meyil verme / Ya sevilir ya sevilmez? -Erzurumlu Emrah.
meyve almak : 1) ürün elde etmek 2) mec. yarar elde etmek.
meyve vermek : 1) ürün vermek 2) mec. bir eser ortaya çıkarmak.
meyveye durmak : meyve verecek duruma gelmek. Örnek Kullanım : ?Oğlu Hakan’ın doğduğu yıl meyveye duran dut, en doğurgan dönemindeydi.? -M. Uyguner.
mezada çıkarmak (koymak) : açık artırma yoluyla bir malı satışa çıkarmak. Örnek Kullanım : ?Nesi var nesi yoksa toplar, buraya getirir, mezada koyardı.? -M. Ş. Esendal.
mezardan çıkarmak : bir kimseyi ölümden kurtarmak.
mezarını kazmak : kötülüğünü istemek, kötü duruma düşürmek için uğraşmak.
mıncığı çıkmak : ezilerek içi dışına çıkmak.
mır mır etmek : 1) ?mırıldanma? sesi çıkarmak 2) kendi kendine söylenip durmak.
mırın kırın etmek : bir isteği yerine getirmemek için çeşitli sebepler ileri sürmek, nazlanmak. Örnek Kullanım : ?Sorulsa, nasıl bir hayatı seviyorsun, diye, mırın kırın eder, hiçbir şey anlaşılmaz.? -A. Boysan.
mısır püskülü gibi : seyrek, ince ve cansız (saç).
mışıl mışıl uyumak : rahat, sessiz ve derin soluk alarak uyumak.
miadı dolmak : bir şeyin kullanım süresi bitmek, eskimek.
miadı gelmek : zamanı gelmek. Örnek Kullanım : ?Bakkalın veresiyeyi kestiği bir gün, artık bu işin miadı geldiğine kanaat ederek satış hususunda ısrar edecek olmuş.? -A. Ş. Hisar.
mide bulandırmak : 1) kusacak bir duruma getirmek. Örnek Kullanım : ?Dibinde, kıyılmış kertenkele ve yılan parçaları varmış gibi midesini bulandırmıştı.? -P. Safa. 2) mec. kuşkulandırmak.
mide fesadına uğramak : çok ve çeşitli yiyecekler yemekten midesi bozulmak.
midesi almamak (kaldırmamak, kabul etmemek, götürmemek) : 1) hastalık, tiksinme vb. sebeplerle bir şeyi yiyememek 2) mec. çirkin bir şey karşısında huzursuz olmak, rahatı kaçmak.
midesi bulanmak : 1) kusacak gibi olmak 2) mec. iğrenmek, tiksinmek 3) mec. kuşkulanmak, işkillenmek 4) mec. huzursuz olmak, rahatı kaçıp tedirgin olmak, hoşlanmamak. Örnek Kullanım : ?Bu rahatlık, bolluk, ferahlık havasına esir ticareti, sömürgecilik gibi kokular karışınca insanın m
midesi ekşimek (kaynamak, yanmak) : yeni yenilmiş yiyeceklerden ötürü midede rahatsızlık duymak. Örnek Kullanım : ?Şu midesi ekşimese hayat da ekşimeyecek onun için, ama ne yapsın?? -N. F. Kısakürek.
midesi ezilmek (kazınmak) : açlık duymak.
mideye indirmek : 1) yemek içmek 2) mec. haksız yere, kanunsuz olarak para kazanmak.
mideye oturmak : yenilen şey sindirilmeyip mideye rahatsızlık vermek.
mideyi bastırmak : hafif şeyler yiyerek açlığını gidermek.
mihenge vurmak : denemek.
mihnet çekmek : sıkıntılı bir duruma katlanmak, sıkıntı çekmek.
mikrofona koymak : hikâye, roman, oyun vb. eserleri radyo için elverişli duruma getirip yayımlamak.
mikroskop altına koymak (almak) : en ince noktasına kadar araştırmak, didik didik edip incelemek. Örnek Kullanım : ?Başkalarını nasıl mikroskop altına koydunsa kendini de öylece koy!? -H. E. Adıvar.
mil yapmak : yol yapmak.
milim oynamamak : 1) ölçüsüne tam olarak uygun düşmek 2) hiç kıpırdamamak.
milim şaşmamak : tam denk düşmek.
mim koymak (yapıştırmak) : 1) unutulmaması için işaret koymak 2) önemli bularak üstünde ısrarla durmak. Örnek Kullanım : ?Bu lafıma mim koy, dedi, Sabri Bey.? -A. İlhan.
minare gibi : çok uzun.
minder çürütmek : 1) işsiz, güçsüz oturmak 2) bir yerde uzun süre oturmak 3) otururken yapılan işlerle uzun yıllar uğraşmak.
minderden kaçmak : 1) güreşte oyuna katılmamak 2) güreşte oyun sırasında minderin dışına çıkmak.
minnet altında kalmamak : birinin iyiliğine karşı kendini borçlu durumdan kurtarmak için karşılık olarak bir iyilikte bulunmak.
minnet duymak : birinin iyiliğine karşı kendini ona borçlu saymak. Örnek Kullanım : ?Bana karşı gösterilen bu güven ve sevgiden dolayı çok minnet duymama rağmen, siyasi hayata atılmak istemiyordum.? -H. E. Adıvar.
minnet etmemek : boyun eğmemek.
minnettar kalmak : birinden görülen iyiliğe karşı teşekkür duygusu beslemek. Örnek Kullanım : ?Kendine minnettar kalan ahalinin elleri üzerinde geziyor.? -Ö. Seyfettin.
miras yemek : 1) kendine miras kalmak. Örnek Kullanım : ?Erkek çocuk ne kadar miras yerse kız çocuk da o kadar miras yer.? -F. R. Atay. 2) kendine kalan mirası tüketmek. Örnek Kullanım : ?Son zamanlarda İzmir’deki gazinocu bir amcasından beş bin liralık bir de miras yemişti.? -H. Taner.
mirasa konmak : bir kimseye önemlice bir kalıt kalmak. Örnek Kullanım : ?Bizimkiler okkalı bir mirasa konmuşlar da o hergelenin hakkını mı yemişler ne?? -H. Taner.
mis gibi : 1) çok güzel. Örnek Kullanım : ?Orada çamlar mis gibi kokarak rüzgârla fısıldaşırlardı.? -Halikarnas Balıkçısı. 2) elbette. Örnek Kullanım : ?Ben mis gibi tornacıyım, sanatımı bırakamam.? -S. F. Abasıyanık.
misafir gibi oturmak : 1) bulunduğu yerden her an ayrılacakmış gibi eğreti, üstünkörü oturmak 2) mec. hiç iş yapmamak.
misafir kalmak : bir yerde yiyip içmek, yatmak ve konuk olarak ilgi görmek. Örnek Kullanım : ?Cemile sekiz, on gün çiftlikte misafir kalacaktı.? -R. N. Güntekin.
misal göstermek : örnek vermek. Örnek Kullanım : ?Çocuklarıma beni misal gösterdiğini, ağzım kulaklarıma vararak öteden beriden işitiyordum.? -R. N. Güntekin.
misk gibi : mis gibi.
misli menendi yok : benzeri, eşi yok. Örnek Kullanım : ?Bu sonbahar sabahında Gülhane Parkı’nın misli menendi yoktur.? -S. F. Abasıyanık.
mitralyöz gibi : durmadan, ara vermeden (konuşma).
modası geçmek : 1) moda olmaktan çıkmak 2) mec. önemini yitirmek, geçersiz duruma gelmek, artık aranmamak. Örnek Kullanım : Bu işin modası geçti, onu vaktiyle yapmak gerekti.
model çıkarmak : 1) kumaş kesiminden önce kâğıt vb. malzeme üzerine parçanın örneğini hazırlamak 2) mec. bir şeyi vurarak izini çıkarmak. Örnek Kullanım : ?Bir tuğla işçisi kerpiç kalıbını kapmış, karısının sırtında model çıkarmış, kadın ciyak ciyak.? -A. Gündüz.
mola almak : voleybol ve basketbolda taktik alışverişi yapmak için bir süre ara istemek.
mola vermek : uzun süren yolculuğa, yürüyüşe veya çalışmaya, dinlenmek amacıyla bir süre ara vermek, oturup dinlenmek. Örnek Kullanım : ?Otobüs, yol üzerinde bir kasabanın çarşısında yarım saat mola vermişti.? -R. N. Güntekin.
moral bulmak : yürek gücünü, maneviyatını güçlendirmek. Örnek Kullanım : ?Savaşçı gruplarını moral bulmaları için bir haftalık tatile göndermeyi gerekli sayıyorlardı.? -R. Erduran.
moral vermek : bir kimsenin ruhsal direnme gücünü artırmak, cesaretlendirmek, yüreklendirmek.
morali bozulmak : ruhsal yönden direnme gücünü yitirmek, içine korku düşmek.
moralini bozmak : bir kimsenin ruhsal yönden direnme gücünü azaltmak, sarsmak. Örnek Kullanım : ?Bu olay, on beş gündür sıcak yemek yemeyen askerlerin morallerini bozup sinirlerini iyice gerdi.? -İ. O. Anar.
moratoryuma gitmek : tüm borçların ödeme zorunluluğunu geri bırakmak, resmî olarak geciktirmek.
morga kaldırmak : ölüleri morga götürmek.
mosmor kesilmek (olmak) : kötü duruma düşmek, bozulmak, mahcup olmak.
mostra olmak : argo kendini gülünç bir duruma sokmak.
motoru bozmak : bağırsakları bozulmak, ishal olmak.
muaf tutmak : bir ödevi, bir görevi bağışlamak, ayrıcalık tanımak.
muafiyet tanımak : kendisinden beklenilen veya istenilenlerin bütününü istememek.
muamele görmek : işlem uygulanmak, davranılmak. Örnek Kullanım : ?İyi muamele görmekle beraber eski neşesini kaybetmişti.? -Y. K. Beyatlı.
muamma asmak : âşıklık geleneğinde herhangi bir konuyu manzum olarak bilmece türünde düzenleyip genellikle kahvehanelerde herkesin göreceği bir yere koymak.
muammer olmak : 1) yaşamak 2) uzun ve mutlu yaşamak.
muaşakada olmak : sevişmek, birbirine âşık olmak. Örnek Kullanım : ?Ahmet’le Fazilet’in muaşakada oldukları ve evlenmeye hazırlandıkları anlaşıldı.? -Y. K. Beyatlı.
mucize göstermek : 1) olağanüstü bir olay yaratmak. Örnek Kullanım : ?Millî hareket bu son bir sene zarfında o kadar süratli bir mucize gösterdi ki büyüklüğüyle gözleri kamaştırıyor.? -Y. K. Beyatlı. 2) sadece peygambere özgü, insan aklının ve kabiliyetinin erişemeyeceği olağanüstülük
muhabbet beslemek : sevgi duymak.
muhacir gitmek : göç etmek. Örnek Kullanım : ?Bunlar Kozan’dan Kırım’a, oradan da Tuna’ya muhacir gitmişler.? -P. Safa.
muhafaza altına almak : korumak, saklamak, bir yerde tutmak, kapatmak.
muhakeme yürütmek : düşünmek, soruna bir çözüm aramak. Örnek Kullanım : ?Ferit bu aralık kendi kendine muhakemeler yürütmüş…? -S. F. Abasıyanık.
muhalefet etmek : karşı davranışta bulunmak, karşı çıkmak.
muhasara altına almak : kuşatılmak. Örnek Kullanım : ?Avluda neden bir köşede muhasara altına alındığımı o vakit anlamıştım.? -Y. K. Karaosmanoğlu.
muhayyer bırakmak : seçmeli bırakmak, seçmeye izin vermek.
muhit edinmek : ilişkili olduğu, tanışık olduğu kimselerin sayısını çoğaltmak.
mukabele okumak : topluluk karşısında dinleyicilerin takip edebileceği biçimde Kur’an’ı okumak.
mukabelede bulunmak : karşılık vermek.
mukarrer bulunmak : kararlaşmak.
mukavemet etmek (göstermek) : direnmek, dayanmak, karşı koymak. Örnek Kullanım : ?Kalabalık bir düşman karşısında mukavemet etmek, kudretimi arttırıyordu.? -K. Bilbaşar.
mukavemeti kırılmak : direnci, gücü azalmak.
mum etmek : muma çevirmek.
mum gibi : 1) dosdoğru, dimdik 2) uslu, kıpırtısız 3) tertemiz, düzgün 4) zayıf, sararıp solmuş.
mum kesilmek : sessiz, uslu, doğru düzgün durmak. Örnek Kullanım : ?Öteki çocuklar mum kesilmişler, sahte bir sessizlikle birer disiplin modeli olmuşlardı.? -Ç. Altan.
mum olmak : 1) hırçınlığı, yaramazlığı bırakmak 2) argo razı olmak. Örnek Kullanım : O bu işe çoktan mum olmuştur ama kendini naza çekiyor.
mum yakmak : kutsal sayılan bir yere giderek adak adadığında mum yakıp koymak.
mum yapıştırmak : 1) bir şeyi kırmızı mumla mühürlemek 2) mec. önemli bir şeyi unutmayıp akılda tutmak.
muma döndürmek (çevirmek) : her sözü dinler duruma getirmek, uslandırmak.
mumla aramak : çok isteyerek ve özlemle aramak. Örnek Kullanım : ?Kısacası, böyle bir komşuyu mumla arasa bulamayacaktır.? -T. Buğra.
mumya gibi : çok zayıf ve renksiz (kimse).
murada (muradına) ermek : isteğine kavuşmak, dileği gerçekleşmek, arzusu yerine gelmek. Örnek Kullanım : ?Sevdalılar nihayet murada eriyorlar.? -R. N. Güntekin.
muradı gözünde kalmak : emeline ulaşamamak. Örnek Kullanım : ?Kabrimin baş taşına yazsınlar / Muradı gözünde kalan bu diye? -Âşık Ali İzzet.
murat almak : dileğine kavuşmak.
murdar gitmek : murdar bir biçimde ölmek.
musallat olmak : birini sürekli rahatsız etmek, birine sataşmak, peşini hiç bırakmamak. Örnek Kullanım :
muşamba gibi : çok kirlenmiş (çamaşır, kumaş, örtü vb.).
muşmula gibi : asık (surat).
mutabık kalmak : uyuşmak, anlaşmaya varmak. Örnek Kullanım : ?O akşam da müzakere sonunda bu yaşıtım üvey dayımla mutabık kaldık.? -H. F. Ozansoy.
muvafık bulmak : uygun görmek kabul etmek. Örnek Kullanım : ?Bu, saadet, hürriyet vadeden düşman kumandanının karşısında inat etmeyi muvafık bulmadı.? -Ö. Seyfettin.
mübah görmek (saymak) : hoş görmek, sakıncasız bulmak. Örnek Kullanım : ?Kendine mübah gördüğünü bana yasak ederek beni susturmak mı istiyordun?? -P. Safa.
mücadele vermek : savaş vermek, mücadele etmek.
müdana etmemek : 1) kendini borçlu hissedecek duruma düşürmemek, kendi ayakları üstünde durmak, kimseye açıklama yapma gereği hissetmemek 2) yaranmaya, iyi görünmeye çalışmamak.
müjde koşturmak : bir muştuyu bir kimseye ivedilikle ulaştırmak.
müjde vermek (götürmek) : bir kimseye sevindirici, mutlu bir haberi ulaştırmak.
mükâfatını görmek : herhangi bir olumlu davranışın, özverinin veya bir sıkıntının iyi sonucunu elde etmek. Örnek Kullanım : ?Zavallı babam geçirdiği yetmiş senelik azabın mükâfatını görecek.? -Ö. Seyfettin.
mülahazat hanesini açık bırakmak : bir kimse hakkında kesin bir kanıya varamayarak zamanla ortaya çıkacak gelişmeleri beklemek.
mülakat vermek : belli bir konuda konuşmak, demeç vermek.
mümkün görünmek : olabilmek. Örnek Kullanım : ?Alınan tedbirlere rağmen Türkiye’nin nüfus artışını, beklenilen bir şekilde durdurmak pek mümkün görünmüyor.? -M. Kaplan.
mümkün olmak : imkân bulunmak. Örnek Kullanım : ?Bu iki ışık, varılması mümkün olmayan bir uzaklıkta duruyordu.? -H. S. Tanrıöver.
münakaşa götürmemek : tartışmaya yer vermeyecek biçimde kesin olmak.
münasebet almak : uygun düşmek.
münasebet düşmek : uygun bir durum ortaya çıkmak.
münasebet kurmak : iki şey arasında ilişki bulmak, yakınlık görmek.
münasebete girmek : 1) tanışma yolu açmak, ilişki kurmak. Örnek Kullanım : ?Onunla temas ve münasebete girmektense hiçbir şey yapmamayı ve hazır paradan yemeyi tercih ediyorum.? -Y. K. Karaosmanoğlu. 2) cinsel yaklaşımda bulunmak.
münasebeti düşmek : sırası gelmek. Örnek Kullanım : Bir münasebeti düşerse söylerim.
münasebetini getirmek : sırasını getirmek.
münasebette bulunmak : 1) ilişkisi olmak 2) ilişki kurmak 3) cinsel ilişkiyi gerçekleştirmek.
münasip bulmak : uygun olduğunu, yerinde görüldüğünü kabul etmek. Örnek Kullanım : ?El işlerini, bilhassa ziraatı münasip buldu.? -N. Hikmet.
münasip düşmek : uygun düşmek. Örnek Kullanım : ?O makama daha gayur bir zat münasip düşüyordu.? -A. İlhan.
münasip görmek : uygun ve yerinde bulmak. Örnek Kullanım : ?Kendi çocukları hep kız olduğu için yeğeni Bilâl’i bu işe münasip gördü.? -H. E. Adıvar.
müracaatta bulunmak : müracaat etmek.
mürekkebi kurumadan bozmak : kararı, sözleşmeyi, anlaşmayı yazılmasından çok kısa süre sonra bozmak.
mürekkep yalamak : çok okumuş, yazmış olmak. Örnek Kullanım : ?Herhâlde aile terbiyemin, görgümün ve az buçuk mürekkep yalamış olmamın da bu Tanrı vergisini beslemekte tesiri olacaktır.? -R. N. Güntekin.
mürekkep yalamış : öğrenim görmüş, kültürlü. Örnek Kullanım : ?Şöyle az buçuk mürekkep yalamış bir insanı böylesine üç nutuk çılgına döndürür.? -S. F. Abasıyanık.
mürüvvetini görmek : anne ve baba çocuklarının sevinçli günlerini görerek mutluluk duymak. Örnek Kullanım : ?Ne kaldı şurada alnımızın akıyla ilk torunumun mürüvvetini görmeye?? -A. Ağaoğlu.
müsaade etmek (buyurmak) : 1) izin vermek. Örnek Kullanım : ?Hiçbir şey söylemesine müsaade etmedim, gayet haşin, çok sert davrandım.? -E. İ. Benice. 2) geçiş için yol vermek, yol açmak 3) elverişli, uygun olmak.
müsabakaya girmek : yarışmak, yarışmaya katılmak.
müsadere etmek : zor alıma çarpmak.
Müslüman mahallesinde salyangoz satmak : körler mahallesinde ayna satmak.
müstahak olmak : hak kazanmak, layık olmak. Örnek Kullanım : ?Sen bu akıbete iki defa müstahak olmuşsun çocuğum.? -R. N. Güntekin.
müşahede altına almak : sürekli gözlem altında bulundurmak.
müşkülat çekmek : zorluk, güçlük içinde kalmak. Örnek Kullanım : ?Görüyorsunuz ki cevap vermekte müşkülat çekiyorsunuz.? -Y. K. Karaosmanoğlu.
mütalaa yürütmek : herhangi bir görüş üzerinde ayrıntılarıyla düşünce üretmek.
mütalaada bulunmak : görüş veya düşünce ileri sürmek.
mütekabiliyet esası üzerine : karşılıklı olarak.
müze gibi : eski ve değerli eşyaları olan (yer).
müzevirlik etmek : söz getirip götürmek, ara bozmak.