(bir şeyin) orucunda olmak : 1) herhangi bir şeyi yemez içmez olmak 2) bir şeyi yapmaz olmak. Örnek Kullanım : ?Ayıplama kardeş, üç gündür lakırtı orucundayım.? -H. R. Gürpınar.
(biri veya bir şey) ortadan kaybolmak : 1) saklanılmak, bulunmaz olmak 2) nereye gittiği bilinmemek, kimseye sezdirmeden gitmek. Örnek Kullanım : ?Nihayet hakikaten de bir gün söylediği gibi büsbütün ortadan kayboldu.? -A. H. Çelebi. 3) yok edilmek, kullanılmamak. Örnek Kullanım : ?Eski, büyük teşrifat kayıkları ort
(birine) oyun etmek : kurnazlıkla birini aldatmak. Örnek Kullanım : ?Kendisine oyun ettim diye, benden kuşkulandığı hâlde gene bana başvuruyor.? -O. C. Kaygılı.
(birini) on paralık etmek : birine hakarette bulunmak, birini kötü duruma düşürmek.
(birinin) ocağına düşmek : birine koruması için sığınmak veya yardım etmesi için yalvarmak. Örnek Kullanım : ?Hanımefendi, gençliğin kadrini biliniz… Ocağınıza düştük.? -P. Safa.
(birinin) ocağına incir (darı) dikmek (ekmek) : birinin evini barkını dağıtmak. Örnek Kullanım : ?İhmal bütün ocaklara incir diker.? -Ö. Seyfettin.
(birinin) omzuna binmek : yük olmak, ağırlık vermek.
(birinin) onuruna … vermek : birine saygı göstermek için yemek, toplantı vb. ağırlamada bulunmak.
(iş) ortada olmak : yapması gereken kişi belli olmamak.
… olsun … olsun : sözü geçen her şey. Örnek Kullanım : ?Er olsun subay olsun, harpte ölen her askerin müşterek sembolü meçhul askerdir.? -P. Safa.
o duvar senin, bu duvar benim : birinin yalpalayacak kadar sarhoş olduğunu anlatan bir söz. Örnek Kullanım : ?O duvar senin, bu duvar benim, sağdan sola, soldan sağa yalpa vurarak halkın önüne çıkıvermiş.? -H. F. Ozansoy.
o gün bugün(dür) : o zamandan beri. Örnek Kullanım : ?İşte o gün bugündür ahbaplığı ilerlettik.? -N. Hikmet.
o kadar : 1) çok fazla. Örnek Kullanım : ?Oyunları o kadar güzel olurmuş ki bunlar millî bir edebiyat eseri sayılırmış.? -A. Ş. Hisar. 2) kâfi, yeter.
o kapı (mahalle) senin bu kapı (mahalle) benim : sürekli gezip dolaşmayı anlatan bir söz. Örnek Kullanım : O kapı senin bu kapı benim, akşamı eder.
o taraflı olmamak : konuyla ilgisi yokmuş gibi davranmak.
o tarakta bezi olmamak : o şeyle ilişiği bulunmamak.
o yolun yolcusu : 1) toplumun ahlak anlayışına göre kötü bir hayat sürdüren kimse 2) sonunda ölecek olan kimse.
objektif olmak : 1) nesnel olmak 2) tarafsız davranmak.
ocağı batmak : yuvası yıkılmak veya soyu tükenmek.
ocağı kör kalmak : soyu tükenmek, çocuğu bulunmamak.
ocağı sönmek : aile dağılmak, yok olmak, çoluk çocuk yok olmak. Örnek Kullanım : ?Aşk tuzakları birçok ocakların sönmesine sebep olmuştur.? -F. R. Atay.
ocağı tütmek : 1) soyu devam etmek 2) yaşamını sürdürmek.
ocağını yeşertmek : aile yuvasını canlandırmak. Örnek Kullanım : ?Aşkla, şevkle ocağını yeşertecek birini istiyordu.? -Y. Kemal.
od yok ocak yok : çok yoksul.
odun gibi : anlayışsız, görgüsüz, kaba.
of bile dememek : şikâyetçi olmamak, şikâyet etmemek. Örnek Kullanım : ?Yusuf gözlerine mil çekilirken of bile demedi.? -Y. Kemal.
of çekmek : oflamak. Örnek Kullanım : ?Bir of çeksem karşıki dağlar yıkılır? -Halk türküsü.
oflaya puflaya : sıkılarak, acı çekerek, bunalarak. Örnek Kullanım : ?Oflaya puflaya neleri varsa hepsini vermek zorunda kalırlar.? -Ç. Altan.
oflayıp puflamak : ?of, puf? diyerek sıkıntısını, acısını dışa vurmak.
ofsayta düşmek : 1) futbolda hücuma geçen takımın en az bir oyuncusu topla oynandığı anda rakip takımın kale çizgisine, o takımın en yakın oyuncusundan daha yakın bulunmak 2) mec. istemediği hâlde kötü bir durumda kalmak.
ofsaytta kalmak : 1) ofsayta düşmek 2) mec. istemediği hâlde kötü bir durum içinde kalmak.
oğul çıkarmak : bir kovan, yeni bir oğul arısı topluluğu meydana getirmek.
oğul vermek : oğul arılarının bir bölüğü kovandan ayrılıp ayrı bir kovana gitmek. Örnek Kullanım : ?Sivrisinekler çevresinde oğul vermeye başlamışlardı.? -O. Kemal.
oh çekmek : birinin kötü duruma düşmesine sevinmek. Örnek Kullanım : ?Mahalleli bir oh çekti bu hâlleri işitince.? -Y. N. Nayır.
oh demek : rahata ermek, rahata kavuşmak, rahat bir soluk almak.
oh olsun! : söz dinlemeyip yanlış davranarak kötü duruma düşenlere ?çok iyi olmuş? anlamında kullanılan bir söz. Örnek Kullanım : Oh olsun, benim sözümü dinlemedin!
ok atmak : hlk. miras kalan malları paylaştırmak için ad çekmek.
ok gibi (yerinden) fırlamak : çok hızlı gitmek. Örnek Kullanım : ?Affedersiniz, beni burada görürse kızar diye ok gibi fırladı.? -B. Felek.
ok meydanında buhurdan yakmak : 1) geniş bir yeri yetersiz bir şeyle ısıtmaya çalışmak 2) önemli bir iş için yetersiz imkânlardan yararlanmaya çalışmak.
ok yaydan (yayından) çıkmak : geri dönülemeyecek bir iş yapmak. Örnek Kullanım : ?Amcam, beni bir kahraman gibi müdafaaya çalıştı, çalmadığı kapı bırakmadı. Fakat ok yaydan çıkmıştı.? -R. N. Güntekin.
okka çekmek : hacminden umulmayacak kadar okka ağırlığında olmak.
okkanın altına gitmek : haksız yere ezilmek, bir zarar veya ceza görmek. Örnek Kullanım : ?Eğer gözünü açmaz, bu kör dövüşüne bir nihayet vermezsen muhakkak okkanın altına gidersin.? -R. N. Güntekin.
oklava yutmuş gibi : baston yutmuş gibi.
okulu asmak (kırmak) : okuldan kaçmak, derslere girmemek.
okumayı sökmek : okula yeni başlayan öğrenci, verilen eğitim sonrası okumaya başlamak, okuma becerisini kazanmak.
okuyup üflemek : dinî inanca göre bir duayı okuduktan sonra, üfleyerek ruhlara yollamak. Örnek Kullanım : ?Gerçi her gece yatmadan evvel okuyup üflerse de çok geçmeden yine uyanır ve kalkardı.? -A. Ş. Hisar.
ola ki : olabilir ki, belki. Örnek Kullanım : ?Ola ki bir oldubitti yaratmayı kendi çıkarlarına uygun görmüşlerdir.? -S. Birsel.
olacak gibi değil : ?olamaz, olmuyor, olacağa benzemiyor? anlamında kullanılan bir söz.
olacak o kadar : ?kabul edilebilir ölçüde? anlamında kullanılan bir söz.
olan (olup) biten : meydana gelen olaylar, ortaya çıkan durum veya oluşan her şey. Örnek Kullanım : ?Biraz da etrafında olup bitenlere dikkat etsen iyi edersin.? -A. M. Dranas. ?Uzun İhsan Efendi olan biteni çaresizlikle seyrediyordu.? -İ. O. Anar.
olan oldu : ?iş işten geçti, artık yapacak bir şey kalmadı? anlamında kullanılan bir söz.
olanak sağlamak (tanımak) : bir işin olmasına elverişli ortamı hazırlamak.
olay çıkarmak : hoş olmayan bir durum yaratmak, hadise çıkarmak.
olay yapmak : bir olayı gereğinden fazla büyütmek, sorun çıkarmak.
olay yaratmak : ortada herhangi bir sebep yokken bir olaya yol açmak. Örnek Kullanım : ?Hınzır sıfır, sağda da olsa solda da olsa olaylar yaratıyor.? -A. Boysan.
olayın üstüne gitmek : olayı etraflıca araştırmak.
oldu bilmek (saymak) : sorunu çözülmüş bilmek.
oldu olacak : hiç olmazsa. Örnek Kullanım : ?Oldu olacak bunu makamla söyle de bari biraz eğlenelim.? -O. C. Kaygılı.
oldu olacak, kırıldı nacak : hlk. ?her şey olup bitti, iş işten geçti? anlamında kullanılan bir söz.
oldu olanlar : ?hoş olmayan, kötü birtakım olaylar oldu? anlamında kullanılan bir söz. Örnek Kullanım : Bize oldu olanlar!
oldubittiye getirmek : geri dönülmesi güç veya olanaksız bir durum yaratmak, emrivaki yapmak.
olduğu kadar : 1) kabul edilebilir düzeyde 2) beklenilenin altında.
olmayacak duaya âmin demek : gerçekleşmeyecek, sonuç vermeyecek işlerle uğraşmak.
olmaz olmaz : ?olamayacak, imkânsız şey yoktur? anlamında kullanılan bir söz.
olmuş armut gibi eline düşmek : emeksiz ve zahmetsizce eline geçmek.
olta atmak : 1) balık yakalamak için olta takımını suya atmak 2) mec. tuzak kurmak.
oltaya düşmek : hileyle karşılaşmak, oyun veya düzen içine girmek. Örnek Kullanım : ?Sersem balık gibi bu oltaya düşeceklerdi.? -H. F. Ozansoy.
oltaya gelmek : aldatılmak.
oltaya takılmak : tuzağa düşmek.
oltaya vurmak : balık yakalanmak.
oltayı yutmak : argo aldanmak.
oluk gibi akmak : çok bol ve arası kesilmeden gelmek. Örnek Kullanım : ?Para oluk gibi akıyordu Nahit’e.? -T. Buğra.
olup olacağı : ?hepsi bu kadar? anlamında kullanılan bir söz.
olupbittiye getirmek : oldubittiye getirmek.
olur a! : geniş zaman kipinden sonra gelerek belirsizlik, olasılık anlamı katan bir söz. Örnek Kullanım : ?Olur a! Ağası belki sılaya gitmiştir, yerine tabanı yarık biri gelmiştir, ona da mektubu emniyet edememiştir.? -S. M. Alus.
olur almak : yetkili makamdan bir uygulamayı yapabilmek için yazılı izin almak.
olur şey (iş) değil : ?olamaz veya gerçekleşmesi beklenmez? anlamında kullanılan bir söz.
olur vermek : yetkili makam bir uygulamanın yapılabilmesi için yazılı izin vermek.
oluruna bakmak : bir işin yapılabilirliğini araştırmak, yapmaya çalışmak.
oluruyla yetinmek : elde olanları yeterli bulmak, kanaat etmek.
omuz kaldırmak : 1) bilmez gibi davranmak 2) kabul etmemek, geri çevirmek.
omuz öpüşmek : eşit derecede olmak.
omuz silkmek : aldırmamak, önem vermemek. Örnek Kullanım : ?Seni hizmetime alacağım, dedim. Âdeta omuz silkerek. Örnek Kullanım : -Pekâlâ, dedi.? -F. R. Atay.
omuz vermek : 1) omzuyla dayanmak 2) mec. destek olmak. Örnek Kullanım : ?Bu, insanı yanlış yollara itelese de bir çıkış noktası bulunmasına omuz verebilir.? -S. Birsel.
omuzda taşımak : çok saygı göstermek, yüceltmek, övmek.
omuzları çökmek : bitkin, perişan ve yıkılmış bir durumda olmak.
omzuna atmak : ceket vb. şeyleri tam olarak giymeden sırtına koymak. Örnek Kullanım : ?Kadifeye benzer dokumalı pahalı kumaştan paltolarını omuzlarına atmışlar.? -C. Külebi.
on para etmemek : hiçbir değeri olmamak. Örnek Kullanım : ?Güzelliğin on para etmez / Bu bendeki aşk olmasa? -Âşık Veysel.
on paraya on takla (taklak) atmak : az bir miktar kazanabilmek için bile onursuzca bir sürü şey yapmak.
on parmağı boğazında olmak : isteği yapılmadığında sıkıntıya düşmek, düşürmek. Örnek Kullanım : ?Haftada iki gün oruç tutmazsan on parmağım boğazında olsun, dedi.? -R. N. Güntekin.
on parmağında on hüner (marifet) olmak : elinden her iş gelmek, çok becerikli olmak.
on parmağında on kara : herkesi lekelemek huyu olanlar için kullanılan bir söz. Örnek Kullanım : ?On parmağınızda on kara, iftira üstüne iftira çalıyorsunuz.? -T. Buğra.
ona buna dil uzatmak : herkes için ileri geri konuşmak.
onarım görmek : onarılmak. Örnek Kullanım : ?Ondan sonra da birkaç kez onarım görmüştür.? -S. Birsel.
onu bunu bırak : ?bahane arama, mazeret ileri sürme? anlamında kullanılan bir söz.
onur duymak : onurlanmak. Örnek Kullanım : ?Piyesini sahneye koymaktan büyük onur duyduğunu söyledi.? -C. Uçuk.
onuruna dokunmak : birinin gururunu, haysiyetini incitmek.
onuruna yedirememek : bir kimse, kendine duyduğu saygıyla bağdaşmayan ve onur kırıcı olay veya davranışlar karşısında tepkide bulunmak, kendine yedirememek. Örnek Kullanım : ?Bu haksızlığı onuruna yediremeyen Mustafa, o günden sonra bu okula gitmemek için ayak diredi.? -E. C. Güney.
operasyona çıkmak : harekât gerçekleştirmek.
oralarda olmamak : işi sezmemiş gibi davranmak, anlamazlıktan gelmek. Örnek Kullanım : ?Fakat o hiç oralarda değildi.? -R. N. Güntekin.
oralı (bile) olmamak : önemsememek, umursamamak, aldırmamak, ilgilenmemek. Örnek Kullanım : ?Hiç oralı olmaz ve hâlinden yakınır.? -S. Birsel.
orası senin, burası benim dolaşmak (gezmek) : durmadan gezip dolaşmak.
orasına burasına : dağınık olarak, gelişigüzel bir biçimde.
orman taşlamak : bir kimsenin düşüncesini dolaylı olarak öğrenmeye çalışmak.
orta katı kiraya vermek : argo gebe kalmak.
ortada bırakmak : birini çok güç bir durumdayken terk etmek.
ortada fol yok yumurta yok : fol yok yumurta yok.
ortada kalmak : 1) yersiz kalmak, barınacak yer bulamamak 2) güç bir durumda veya iki şey arasında kalmak. Örnek Kullanım : ?Bu plana göre kadın o sırada oyuncuyu da bırakmış olduğu için ortada kalacak.? -İ. Aral. 3) bir şeyi hiç kimse üzerine almamak.
ortadan kaldırmak : 1) saklamak 2) yok etmek. Örnek Kullanım : ?Takıntılarını ortadan kaldırmaya çalışma. Çünkü bu mümkün değildir.? -E. Şafak. 3) mec. öldürmek. Örnek Kullanım : ?Mithat Paşa ve emsalini ortadan kaldırmak için …? -Y. Z. Ortaç.
ortadan kalkmak : yok olmak. Örnek Kullanım : ?Herhangi bir taşralı kızın artık saklı kalma olasılığı ortadan kalkmış oluyordu.? -M. Mungan.
ortadan sır olmak : kaybolmak, arkada iz bırakmadan gitmek. Örnek Kullanım : ?Böylelerinin kirayı biriktirdikten sonra bir para vermeden ortadan sır olanları çoktur.? -H. R. Gürpınar.
ortadan söylemek : herkesin içinde, belli bir kimseyi amaçlamadan konuşmak.
ortak etmek : bir şeyi paylaşmaya razı olmak, katılmaya onay vermek.
ortak olmak : bir şeyi paylaşmak veya bir şeye katılmak. Örnek Kullanım : ?Kadınları hayata ortak olmayan millet öksüzdü, yarı kuvvetini kullanamıyor demekti.? -T. Buğra.
ortaklık kurmak : şirket, kumpanya açmak veya çalıştırmak. Örnek Kullanım : ?Eğer bugün hepimiz bu işe karar verir ve bir ortaklık kurarsak bu gazete çıkar.? -S. Birsel.
ortalığı … götürmek (almak) : kaplamak. Örnek Kullanım : ?O gün de bir yağmur yağmıştı, ortalığı sel götürmüştü ya, o gün işte.? -S. F. Abasıyanık.
ortalığı gürültüye (patırtıya) vermek : gereksiz bir telaşa düşürmek.
ortalığı kırıp geçirmek : 1) herkesi heyecana sürüklemek. Örnek Kullanım : ?Avrupa tiyatrosunda işveli gerdan kırışları, meşhur kantolarıyla, ortalığı kırıp geçirdiği zamanlar!? -A. İlhan. 2) çok kızarak çevresindekilere bağırıp çağırmak.
ortalık ağarmak : sabah olmaya başlamak. Örnek Kullanım : ?Bu akşamki gerçek, ortalık ağarmadan tersine döner.? -F. R. Atay.
ortalık düzelmek : toplum içindeki karışıklık yok olmak, tedirginlik kalmamak, maddi durum düzelmek. Örnek Kullanım : ?Ben de ödünç para bulsam hiç düşünmeden alırım. Ortalık elbet düzelir, öderim.? -M. Ş. Esendal.
ortalık kararmak : akşam olmak. Örnek Kullanım : ?Ortalık kararana kadar kitap okurdum.? -A. Kutlu.
ortalık karışmak : toplumda veya devletler arasında düzensizlik baş göstermek.
ortalık sütliman olmak : sakinleşmek, durulmak. Örnek Kullanım : ?Tam ortalık sütliman oldu derken, şimdi de bu mektup çıkmıştı karşıma.? -A. Ümit.
ortalık yatışmak : toplum içindeki düzensizlik ve kargaşa sona erip düzenli yaşayış yeniden başlamak.
ortam yaratmak : imkân sağlamak. Örnek Kullanım : ?Devlet … elverişli ekonomik bir ortam yaratmak için gerekli tedbirleri alır.? -Anayasa.
ortama ayak uydurmak : çevreye uyum sağlamak.
ortama uymak : çevreye uyum sağlamak.
ortasını bulmak : ılımlı derecesini bulmak, uzlaştırmak.
ortaya almak : her yanını çevirmek, kuşatmak.
ortaya atılmak : 1) ileri sürülmek, herkesin bilgisine sunulmak 2) bir kimse bir işi yapmak için kendini göstermek. Örnek Kullanım : ?Ve yarından itibaren kılıcım -yani kalemim- elimde ortaya atılacaktım.? -Ö. Seyfettin.
ortaya atmak : söylemek, ileri sürmek. Örnek Kullanım : ?İşte bu söz üzerinedir ki Servet Bey, apartmana çıkmak emelini ciddi bir tasavvur hâlinde ortaya atmıştı.? -Y. K. Karaosmanoğlu.
ortaya balgam atmak : kaba bir iş kıvamındayken, biri herkesin zihnini bulandıracak bir söz söylemek. Örnek Kullanım : ?Belki Tayfur’a gönlüm vardır diye ortaya balgam atıyor.? -S. M. Alus.
ortaya çıkarmak : delilleriyle göstermek, ispat etmek. Örnek Kullanım : ?Bu işteki uygunsuzluğu daha iyi ortaya çıkarmak için bir mukayese yapalım.? -N. Hikmet.
ortaya çıkmak : 1) yokken var olmak, meydana çıkmak, türemek. Örnek Kullanım : ?Ama bizi, en azından Fahri’yle beni yadırgatan başka şeyler ortaya çıkmaya başladı.? -A. Ümit. 2) biri kendini göstermek. Örnek Kullanım : ?Lanet filozofum diyerek ortaya çıkıp Allah’a ve kullara karşı hezeyan ede
ortaya dökmek : 1) çıkarmak, göstermek 2) açıklamak. Örnek Kullanım : ?Bunun için dağarcığında ne var ne yok, tümünü ortaya döker.? -S. Birsel.
ortaya düşmek : kadın orta malı olmak, sokağa düşmek.
ortaya konuşmak : sözü hiç kimseyi hedef almadan söylemek.
ortaya koymak : 1) herkesin görebileceği yere koymak 2) yaratmak, yapmak 3) açıklamak. Örnek Kullanım : ?En sonra da görüşlerini edebiyata kaçmayan bir açık yüreklilikle ortaya koydu.? -H. Taner.
ortaya sürülmek : anlatılmak, belirtilmek, söylenmek. Örnek Kullanım : ?Artık yazılacak satır, söylenecek söz, ortaya sürülecek düşünce kalmadı.? -Y. K. Beyatlı.
ortaya yayılmak : herkes tarafından duyulmak. Örnek Kullanım : ?Günün birinde ortaya yayılan ölüm haberinde bir olağanüstülük yoktu.? -Y. K. Karaosmanoğlu.
oruç açmak : vakit geldiğinde oruç bozmak, iftar etmek.
oruç bozmak : bir şey yiyerek, içerek orucunu kesmek veya sona erdirmek. Örnek Kullanım : ?Akşam Rabia ile beraber oruç bozuyor, iftar ediyoruz.? -H. E. Adıvar.
oruç tutmak : oruç ibadetini yerine getirmek. Örnek Kullanım : ?Bütün sene cumadan gayri günlerde oruç tutarım.? -R. N. Güntekin.
oruç yemek : oruç tutmamak.
Osmanlı tokadı atmak : 1) bir kimseye sert ve etkili bir biçimde tokat atmak 2) mec. sert ve etkili bir biçimde uyarmak 3) mec. bir kimseye üstünlüğünü kabul ettirmek.
Osmanlı tokadı yemek : 1) sert ve etkili bir biçimde tokat atılmak 2) mec. sert ve etkili bir biçimde uyarılmak 3) mec. bir kimsenin üstünlüğünü kabul etmek.
ot gibi : 1) bilgisiz, görgüsüz, değersiz olan 2) amaçsız, zevk almadan (yaşamak).
ot gibi yaşamak : amaçsız, beklentisiz gün geçirmek.
ot tutunmak : vücuttaki istenmeyen kılları düşürmek için ilaç sürünmek.
otomatiğe almak (bağlamak) : kendi kendine yeniden düzene sokmak.
otomatiğe geçmek : otomatik olarak çalışmaya başlamak.
otorite sağlamak (temin etmek) : yetki kurmak veya yetki sahibi olmak. Örnek Kullanım : ?Reisleri de tam bir otorite temin etmiş olduğunu her vesile ile belli ediyordu.? -E. İ. Benice.
oturup kalkmak : hareket etmek. Örnek Kullanım : ?Daha ilk gecesinden karı lafı ile oturup kalkmaya başlarsa konu nereye varır?? -M. Ş. Esendal.
otuz iki dişe keman çaldırmak : içecek çok soğuk olmak.
oy vermek (kullanmak) : herhangi bir konuya ait tercihini belirtmek, rey vermek. Örnek Kullanım : ?Yıllardır, kime oy verdiğini bile bilmiyorsunuz.? -A. Ağaoğlu.
oya gibi : ince, güzel, zarif. Örnek Kullanım : ?Kadın fevkalade nazik ve güzel, çocuklar oya gibi idiler.? -S. F. Abasıyanık.
oya koymak (sunmak) : bir konuda sonucu belirlemek için oy verilmesini istemek, sağlamak.
oydaş olmak : aynı düşüncede, aynı inançta olmak. Örnek Kullanım : ?Benimle oydaş olmayan başka gazeteci.? -F. R. Atay.
oylamaya geçmek : oy verme işlemine başvurmak.
oylamaya koymak : bir toplantıdaki oy sayısını belirlemek, oy verilmesini istemek, oya sunmak.
oyun almak : oyunda kazanmak, sayı sahibi olmak.
oyun bağlamak : sp. güreşte rakibe bir oyun uygulayıp onu sonuçlandırmadan beklemek.
oyun bozmak : 1) tasarlanmış bir işi yersiz ve vakitsiz olarak karıştırmak, planları altüst etmek. Örnek Kullanım : ?Ömer de bizimle idi ama oyunumu bozacağı için sana yüzünü göstermemiştim.? -R. H. Karay. 2) mızıkçılık etmek.
oyun çıkarmak : sp. oyun oynamak. Örnek Kullanım : Millî takım güzel bir oyun çıkardı.
oyun kurmak : sp. 1) bir yarışmayı kazanmak için belirli bir taktik uygulamak 2) mec. hile yapmak.
oyun oynamak : 1) birini aldatmak, kandırmak. Örnek Kullanım : ?Üç aydan beri bana mütemadiyen aynı oyunu oynuyorsunuz.? -Y. K. Karaosmanoğlu. 2) mec. hile yapmak.
oyun vermek : oyunda kaybetmek.
oyun yapmak : sp. 1) güreşte rakibe oyun uygulamak 2) mec. hile yapmak.
oyuna çıkmak : oyun için sahneye çıkmak. Örnek Kullanım : ?Ben ilk defa oyuna çıkıyorum, beyefendi de gelmiş burada allık pudra sürüştürüyor.? -T. Buğra.
oyuna gelmek : aldatılmak. Örnek Kullanım : ?Bir oyuna geldin, onuruna yediremiyorsun.? -H. Taner.
oyuna getirmek : birini tuzağa düşürmek, aldatmak. Örnek Kullanım : ?Orada da Arif denilen hergele bizi oyuna getirdi.? -M. Ş. Esendal.
oyuna kurban gitmek : bir hile, düzen sonunda zarara, iftiraya uğramak. Örnek Kullanım : ?Yakalanan bir komşunun garazına yahut bir el birliğine yahut da bir oyununa kurban gitmiştir.? -S. F. Abasıyanık.
oyunu almak : oyunu kazanmak.
oyunun kurallarını bilmek : yapılan işlerin nasıl, kimler tarafından ve hangi ilişkilerle sonuçlandırıldığına ilişkin bilgisi olmak. Örnek Kullanım : ?Oyunun kurallarını baştan beri bilen biri olarak şimdiye kadar sömürülmemiştim.? -T. Uyar.