(bir işi) pamuk ipliğiyle bağlamak : etkisi az sürecek bir çare ile geçiştirmek.
(bir işi) piç etmek : tkz. 1) yapayım derken bozmak, çıkmaza sokmak 2) tadını kaçırmak, tatsız bir durum yaratmak. Örnek Kullanım : ?Can sıkıntısı, pişmanlık ve öfkenin, bu Vaniköy akşamını nasıl piç edeceğini şimdiden kestirebiliyordum.? -A. İlhan. 3) boş geçirmek, boşa harcamak. Örnek Kullanım :
(bir işte) parmağı olmak : bir işi olumsuz yönde etkilemek, bir işe karışmış olmak.
(bir şeye) pamuk ipliğiyle bağlanmak : her an bozulmaya, kopmaya hazır olmak.
(bir şeyin) pençesine düşmek : yakalanmak. Örnek Kullanım : ?Karaborsa davalarında ise bunların nüfuzları sıfırdan aşağıdır çünkü bu hususta birçoğu Millî Korunma’nın pençesine düşmeye namzettir.? -H. E. Adıvar.
(bir yer) pazar yerine dönmek : kalabalıklaşmak.
(bir yerden) payandaları çözmek : argo ayrılmak, kaçmak, uzaklaşmak.
(bir yere) para akmak : yatırım yapılmak. Örnek Kullanım : ?Yeteneksiz, hırslı mahalle politikacıları, kendi şehirlerine para aksın diye üniversite açma ticaretine girdiler.? -A. Boysan.
(bir yere) parmak basmak : 1) imza yerine parmağını mürekkebe batırarak bir yere bastırmak. Örnek Kullanım : ?Ben bu dileğin altına bilmem kaç kuruşluk pul yapıştırtıp, binlerce yurttaşa parmak bastırtıp yirmi metre uzunluğunda bir dilek kâğıdı olarak size sunabilirdim.? -N. Hikmet. 2) mec. b
(bir yeri) patırtıya vermek : gürültüye vermek.
(bir yeri) pislik götürmek : o yer, çok pis olmak.
(birinden veya bir şeyden) pay biçmek : durumu bir kişi veya bir şeyin durumu ile karşılaştırıp yargıya varmak.
(birine) perestiş etmek : sevmek. Örnek Kullanım : ?Küçük hanıma bütün ruhumla perestiş ediyorum.? -Ö. Seyfettin.
(birine) pervane olmak : birinin yanında onun hizmetine hazır olduğunu gerekli gereksiz göstermek.
(birine, bir şeye) pabuç bırakmamak : yapacağından vazgeçmemek, hiçbir şeye aldırmamak, korkmamak. Örnek Kullanım : ?Bu tehditlere hiç pabuç bırakmadı.? -H. Topuz.
(birini) paravan yapmak : kendini belli etmeyerek başkasının adından, yetkisinden, gücünden yararlanmak.
(birini) parmağında oynatmak : her istediğini yaptırmak, kukla gibi kullanmak.
(birini) patentinin altına almak : egemenliği altına almak.
(birinin önünde, yanında) perende atamamak (atılmamak) : 1) herhangi bir konuda birinden aşağı, beceriksiz olmak 2) oyun çevirememek, aldatamamak.
(birinin veya bir şeyin) posasını çıkarmak : 1) bir kişi veya şeyi sonuna kadar sömürmek. Örnek Kullanım : ?Onlar öyledir, adamın posasını çıkarırlar, dedi.? -R. H. Karay. 2) birini çok dövmek.
(birinin) pabuçlarını çevirmek : dolaylı olarak kovmak.
(birinin) parasını çekmek : para sızdırmak, birinden birtakım gerekçelerle para almak. Örnek Kullanım : ?Şunu yaparız, bunu yaparız diye Paşa’yı aldatmaktan ve parasını çekmekten başka bir şey yaptıkları yok.? -Y. K. Karaosmanoğlu.
(birinin) parasını yemek : çalışmadan bedavadan geçinmek, birinin sırtından geçinmek.
(birinin) parmağı ağzında kalmak : şaşakalmak, şaşmak, hayret etmek. Örnek Kullanım : ?Haftasına kalmadı, o sert şiş kayboldu, semirmeye başladım. Doktorların parmağı ağzında kaldı.? -P. Safa.
(birinin) parmağını aramak : ilgisini, bağlantısını aramak, kurulan düzeni araştırmak. Örnek Kullanım : ?Bu polemik kampanyasında bazı gizli teşekküllerin parmağını aramak gerektiği fikrinde idi.? -Y. K. Karaosmanoğlu.
(birinin) pasaportunu eline vermek : kovmak, işten atmak.
(birinin) pastırmasını çıkarmak : tkz. bir kimseyi iyice dövmek, hırpalamak.
(birinin) pestilini çıkarmak : 1) çok yormak 2) çok dövmek. Örnek Kullanım : ?Bu karıncaya dokunmayan çocuk o kocaman adamın oracıkta pestilini çıkaracaktı.? -S. F. Abasıyanık.
(birinin) peşinde dolaşmak (gezmek) : bir amaçla birisini izlemek. Örnek Kullanım : Tarlayı satın almak için peşinde dolaşıyor.
(birinin) peşinde gitmek : 1) bir kimseyi izlemek 2) düşünce ve görüşlerini benimsemek.
(birinin) pirinci (çok) su kaldırmamak (götürmemek) : alıngan, çabuk darılır olmak, şakadan anlamamak.
(birinin) postuna oturmak : bir başkasının makamına geçmek.
(birinin) pöstekisini sermek : döverek kımıldamayacak duruma getirmek, pestilini çıkarmak.
(birinin, bir şeyin) peşinde olmak : o şeyi çok istemek. Örnek Kullanım : O şimdi koltuk peşinde.
(herhangi bir şey) pahasına : karşılığında, uğruna, … için. Örnek Kullanım : Treni kaçırmak pahasına onu bekledim.
(iş) pot gelmek : sonu iyi olmamak, ters gelmek. Örnek Kullanım : ?İşlerin doğru gitmeyen, pot gelen yerleri çok ise de sorulunca söylenecek karşılıklar bulunmuştu.? -M. Ş. Esendal.
pabucu dama atılmak : kendinden üstün birinin çıkmasıyla gözden düşmek.
pabucuna kum dolmak : pabucuna taş kaçmak.
pabucuna taş kaçmak : ortaya çıkan durum karşısında tedirgin olmak.
pabucunu dama atmak : kendinden üstün birini gözden düşürmek. Örnek Kullanım : ?Her girdiği çevrede öbür kadınların pabucunu dama atmış, hep birinci kadın rolüne çıkmıştı.? -H. Taner.
pabucunu eline vermek : dolaylı olarak kovmak.
pabucunu ters giydirmek : güç bir duruma sokarak telaşla kaçırmak.
pabuç eskitmek (paralamak) : bir iş için bir yere çok gidip gelmek, işi takip etmek.
pabuç kadar dili olmak : kabaca ve terbiyesizce karşılık vermek.
pabuç pahalı : 1) birinin uğraşmaya kalktığı kimsenin, kendinden güçlü çıkması durumunda söylenen bir söz. Örnek Kullanım : Baktı pabuç pahalı, işi şakaya vurdu. 2) herhangi bir durum veya girişilen işin sonunda zararlı çıkma ihtimali bulunduğunu belirten bir söz.
paçaları sıvamak : kolları sıvamak. Örnek Kullanım : ?Paçaları sıvadı, bir beygir kiralayıp köy köy dolaştı.? -E. E. Talu.
paçalarından akmak : pislik ve kir çok olmak.
paçası tutuşmak : telaşlanmak. Örnek Kullanım : ?Ne oldu, yine Esma’nın paçası mı tutuştu?? -H. R. Gürpınar.
paçasından tutup atmak : hakaretle kovmak.
paçasını çekecek (toplayacak) hâli olmamak : güçsüz, beceriksiz olmak.
paçavra gibi : değersiz (kimse veya şey).
paçavrasını çıkarmak : paçavraya çevirmek.
paçavraya çevirmek : çok hırpalamak, dağınık, bozuk veya berbat bir duruma getirmek.
paçayı kaptırmak : 1) yakalanmak, ele geçirilmek 2) karıştığı ancak sonradan ayrılmak istediği bir işten kendini kurtaramamak 3) dilediği gibi davranamamak.
paçayı kurtarmak (sıyırmak) : kendini bir dertten, tehlikeden veya zor durumdan kurtarmak. Örnek Kullanım : ?Varımızı yoğumuzu teknenin oturmamış tarafına aktararak paçayı kurtardık.? -B. R. Eyuboğlu. ?Bu kadar çapraşık işlerin üstesinden gelip paçayı sıyırdığından haklı olarak gurur duyuyordu.?
paha biçilmez : değeri ölçülemeyecek kadar yüksek. Örnek Kullanım : ?Başında ağır ve paha biçilmez emsalsiz ve füsunlu bir taç gibi duruyordu.? -Ö. Seyfettin.
paha biçmek : değerini tahmin etmek veya belirlemek. Örnek Kullanım : ?Alınıp satılan eşyalar gibi ona paha biçmek akılsızlık olurdu.? -S. Ayverdi.
pahalıya gelmek : fiyatı çok yüksek olmak. Örnek Kullanım : ?Bizim için kara kumaş pahalıya geliyor olacak, ortaya daha çok ot sap tıkıştırılıyor.? -A. Ağaoğlu.
pahalıya patlamak (mal olmak, oturmak) : çok para, özveri, emek gerektirmek, kolay elde edilememek veya zarara, sıkıntıya yol açmak. Örnek Kullanım : ?Bir tecrübe geçirmek, sana müthiş pahalıya mal oldu.? -P. Safa. ?Bu gözü peklik, bu aşağılık anlaşma bana pahalıya patlayabilir.? -İ. Aral.
pahaya çıkmak : pahalanmak, pahalılaşmak.
pahaya geçmek : değerli bir şeymiş gibi esirgenmek.
pala çalmak (sallamak) : uğraşmak, didinmek, çabalamak. Örnek Kullanım : ?Üstelik gazetecilikte de yıllarca pala çaldı.? -M. Ş. Esendal.
pala çekmek : palayı belinden çıkarıp vurmak.
pala sürtmek : çabalamak, uğraşmak. Örnek Kullanım : ?Biz de az çok pala sürttük.? -M. A. Ersoy.
palamarı koparmak (çözmek) : argo kaçmak, sıvışmak. Örnek Kullanım : ?Bir kere palamarı çözmeye muvaffak olsa bir yere kapağı atmanın çaresini bulabilirdi.? -H. R. Gürpınar.
palan vurmak : palanı hayvanın sırtına koyup bağlamak.
palavra atmak (savurmak, sıkmak) : argo 1) abartarak konuşmak, büyük başarılardan söz etmek. Örnek Kullanım : ?Yalana yakın palavralar savurmaktan kendini alamayan Ragıp Bey, bu sefer tamamıyla masumdu.? -Y. K. Karaosmanoğlu. 2) uydurma, asılsız bir söz veya haberi gerçekmiş gibi ortaya atmak.
paldımı aşmak : başaramayacağı bir işe girişmek.
palet vurmak : dipte yüzerken yükselme amacıyla paletlerle suyu dövmek. Örnek Kullanım : ?Tepti yeri, var gücüyle palet vurarak yükseldi, kaldırdı başını.? -Y. Koray.
palyaço gibi : gülünç olacak derecede acayip kılıklı.
pamuk atmak : yay ve tokmakla pamuğu ditmek.
pamuk gibi : 1) çok yumuşak 2) iyi huylu, munis.
pamuk ipliğiyle bağlı olmak : pamuk ipliğiyle bağlanmak.
pancar gibi olmak : yüzüne kan hücum edip çok kızarmak.
pancar kesilmek : pancar gibi olmak.
pandik atmak : elle sarkıntılık etmek.
pandik yemek : elle sarkıntılığa uğramak.
pandomim kopmak : izleyenler için eğlendirici bir kavga çıkmak.
paniğe kapılmak : çok korkmak. Örnek Kullanım : ?Kendisi ile birlikte gelemeyeceğini anlayınca tam bir paniğe kapıldı.? -N. Cumalı.
paniğe vermek : büyük bir dehşete düşürmek, çok korkutmak.
panik yaratmak : korku, dehşet uyandırmak.
papağan gibi ezberlemek : anlamını bilmeden ezberlemek.
papağan gibi tekrarlamak : peş peşe, art arda söylemek. Örnek Kullanım : ?Dört beş ay uğraşarak papağan gibi tekrarladığım ilk cümleleri duyan Fransızlar gülmeye başladılar.? -B. R. Eyuboğlu.
papara (paparasını) yemek : azar işitmek. Örnek Kullanım : ?Mebrure … Nesrin’in paparasını yedikten sonra başını yere eğerek kuyruğunu sallayan büyük köpeği gördü.? -P. Safa.
papaz gibi : saçı, sakalı uzayıp birbirine karışmış (kimse).
papaz olmak : çıkarları ters düştüğü için sürtüşmek.
papaz uçurmak : argo içkili eğlence düzenlemek. Örnek Kullanım : ?Bu gece beş, on para çıkarırsan izinli gecemde papaz uçururuz.? -K. Tahir.
papaza dönmek : saçı ve sakalı uzamak, darmadağın olmak.
papaza kızıp oruç (perhiz) bozmak : başkasına kızıp kendisine zarar verecek iş görmek.
papazı bulmak : beklemediği kötü bir sonuçla karşılaşmak, belasını bulmak. Örnek Kullanım : ?Her işin tehlikesine ortak. Benim başım derde girerse o da papazı bulur.? -R. Erduran.
papazlık etmek : ders vermek, ikna edici sözlerle kandırmak. Örnek Kullanım : ?Aldırma. Bana da papazlık etmeye kalktı ama ağzının payını verdim. Biz keyfimize bakalım.? -A. Gündüz.
par par yanmak : yüksek ateşi olmak bir yanıp bir sönmek ışıl ışıl parlamak.
para basmak : 1) darphanede, basımevinde metali veya kâğıdı para durumuna getirmek 2) mec. kumarda ortaya para koymak 3) mec. çok kazanmak 4) mec. çok kazandırmak.
para bozmak : büyük parayı ufak paralarla değiştirmek.
para çekmek : bir yere yatırılmış paradan bir bölümünü geri almak. Örnek Kullanım : ?Murat Bey artık açık kapatmak için bankadan para çekmiyordu.? -T. Buğra.
para çıkarmak : 1) para basmak 2) başka yerde bulunan kimseye posta veya banka ile para göndermek.
para çıkışmamak : para yetişmemek. Örnek Kullanım : ?Emine göğsünün altından çıkardığı rutubetli bir meşin çantanın orta gözünü açtı, hesapladı, kırk para çıkışmıyordu.? -R. H. Karay.
para dökmek (akıtmak) : çok para harcamak. Örnek Kullanım : ?Avuç avuç bu fettan kadına para dökerler de doktora on kuruş vermeyi çok görürler.? -E. İ. Benice.
para dönmek : rüşvetle iş yapılmak.
para etmek : değeri olmak.
para etmemek : 1) değeri pahasına satılamamak 2) etkisi olmamak, işe yaramamak. Örnek Kullanım : ?Tastamam geriye dönmedik ama dönsek de para etmez.? -N. F. Kısakürek.
para getirmek : kazanç sağlamak. Örnek Kullanım : ?Hiç ömrümde bir saatimin bu kadar para getirdiğini bilmiyordum.? -M. Ş. Esendal.
para ile değil : çok ucuz.
para kesmek : 1) para basmak 2) mec. çok para kazanmak. Örnek Kullanım : ?Büyük para kesiyor, yeni yeni bilezikler alıyor.? -H. R. Gürpınar.
para kırmak : çok kazanmak. Örnek Kullanım : ?Ayda üç yüz liradan para kırıyorsun, halis muhlis burjuvasın.? -P. Safa.
para pul tutmamak : hesabını bilmemek, birikim yapmamak.
para saçmak : gereğinden çok para harcamak. Örnek Kullanım : ?Yıllardır ilk defa hesap kitap yapmadan etrafına para saçıyordu.? -E. Şafak.
para sızdırmak (koparmak) : zorlayarak veya kandırarak birinden para almak. Örnek Kullanım : ?Ben kızımı bilirim, bu tartışmaları bahane ederek Metin’den para sızdıracaktı.? -A. Ümit.
para tutmak : para biriktirmek.
para yapmak : para kazanıp biriktirmek. Örnek Kullanım : ?Açıkhava’da, Maksim’de verdiği temsillerle kısa zamanda ün ve para yaptı.? -H. Taner.
para yatırmak : gerektiğinde almak üzere bir yere para vermek.
para yedirmek : 1) gereksiz olarak başkasına çok para harcamak 2) rüşvet vermek.
para yemek : 1) gereksiz olarak çok para harcamak 2) çok para harcatmak 3) görevli bulunduğu yerin imkânlarından yararlanarak para çalmak, rüşvet almak.
paradan çıkmak : para harcamak zorunda kalmak. Örnek Kullanım : ?Canım ne lüzumu var, paradan çıkıyorsun diye âdeta beni azarlıyor.? -R. N. Güntekin.
paranın üstü : satın alınan şeyin tutarından artan para.
parantez açmak : söz veya yazının içine, sözü edilen konu ile ilgili bir bölüm koymak. 2) mec. anlatılan konudan farklı bir şey söyleneceği zaman kullanılan bir söz. Örnek Kullanım : ?Şimdi burada yeni bir uzun parantez açmak ve bu dağ gezintisi hikâyesinden çok gerilere dönmek ihti
parasını çıkarmak : anaparayı kurtarmak, masrafını çıkarmak.
parasını sokağa atmak : değeri olmayan bir mala para vermek.
parasıyla rezil olmak : para vererek yaptırdığı bir şey iyi çıkmamak, parasının karşılığını alamamak.
parasızlık çekmek : para yönünden sürekli sıkıntı içinde olmak. Örnek Kullanım : ?Ömrünün büyük bölümünde parasızlık çekmiş olan bir çeşit kumarbazdı.? -R. Erduran.
paraya çevirmek : herhangi bir şeyi para ile değiştirmek.
paraya kıymak : gereken yerde para harcamaktan kaçınmamak.
paraya para (pul) dememek : 1) çok para kazanır olmak 2) elde edilen parayı az bulmak 3) bol para harcamak.
paraya sıkışmak : parasız kalmak, para sıkıntısı içinde olmak.
parayı basmak (bastırmak) : para vermek. Örnek Kullanım : ?Fiyatını söylesem şaşar kalırsın ama aldırmıyorum, basıyorum parayı alıyorum.? -M. İzgü.
parayı denize atmak : parayı boşuna harcamak, israf etmek.
parçalı bohça gibi : birbirini tutmaz parçalardan oluşan.
parmağına dolamak : bir konuyu, bir kimseyi ele alıp sürekli uğraşmak, diline dolamak. Örnek Kullanım : ?Çarşının alaycıları, gevezeleri … Halil’in yüreğinin yandığını anlayınca onu parmaklarına doladılar, ateşini körüklemeye başladılar.? -M. Ş. Esendal.
parmağını bile kıpırdatmamak (oynatmamak) : bir iş için hiçbir davranışta bulunmamak.
parmağını yaranın üzerine basmak : asıl derdi veya bir derdin asıl sebebini göstermek.
parmağının ucuyla (ucunda) çevirmek : bir işi kolayca ve ustalıkla yapabilmek.
parmak atmak : sorun yaratmak.
parmak bozmak : çocuklar arasında arkadaşlığı sona erdirmek, küsmek.
parmak ısırmak : büyük şaşkınlık duymak. Örnek Kullanım : ?Hele geçen gün o Meşincioğlu Kerim Bey’e yaptığın işe parmak ısırdım.? -R. N. Güntekin.
parmak kadar : çok küçük. Örnek Kullanım : ?Ne istersin çocuk, çocuktan? dedi. Daha parmak kadar, kemikleri kırılacak, öyle ince.? -O. Kemal.
parmak kaldı : ?az kaldı, az kalsın, neredeyse? anlamında kullanılan bir söz.
parmak kaldırmak : bir toplulukta söz istemek için işaret parmağını açık bırakarak kapalı eli yukarı kaldırmak.
parmakla gösterilmek : 1) bir şey az bulunmak 2) seçkin, ünlü olmak.
parmakla sayılmak : çok az olmak. Örnek Kullanım : ?Liderin dehasına gerçekten inanmış olanlar parmakla sayılacak kadar azdı.? -Y. K. Karaosmanoğlu.
parmaklarını (birlikte) yemek : yemeği çok beğenmek.
parsayı başkası toplamak : bir emeğin karşılığını o emeği çeken değil, başka biri almak.
partal atmak : yalan söylemek. Örnek Kullanım : ?Ne partallar attı gayrı.? -O. Kemal.
parti çevirmek : kâğıt oyunları, tavla vb.nde bir parti oynamak.
parti vermek : bir şeyi kutlamak veya eğlenmek için birçok kimseyi bir araya toplamak. Örnek Kullanım : ?Unuttun mu, geçen sonbahar orada bir parti vermiştiniz, ben de vardım.? -N. Eray.
partiyi kaybetmek : 1) elde etmeye çalıştığı bir kazancı karşısındakine kaptırmak 2) başkasıyla çekiştiği bir konuda yenilmek. Örnek Kullanım : ?Kızın gözlerinden damla damla yaşlar akıyordu. İmam partiyi kaybediyordu.? -H. E. Adıvar.
partiyi vurmak : büyük bir kazanç sağlamak.
pas açmak : bir şeyin pasını giderip parlatmak.
pas almak : sp. bazı top oyunlarında bir oyuncu takım arkadaşından gelen topu kullanmak. Örnek Kullanım : ?Biçimli yerlerde durup paslar alır, ofsayt durumlarında beleş goller çıkarırdı.? -H. Taner.
pas atmak (vermek) : 1) sp. bazı top oyunlarında bir oyuncu takım arkadaşına top geçirmek 2) argo karşı cinse umut ve cesaret vermek.
pas geçmek : 1) bazı iskambil oyunlarında o ele katılmamak 2) ?geçiniz? demek 3) argo vazgeçmek, caymak, aldırış etmemek.
pas tutmak : 1) paslı duruma gelmek, paslanmak 2) çalışamaz duruma gelmek. Örnek Kullanım : ?Hokkaların içinde mürekkep kurumuş, kalemler pas tutmuştu.? -E. E. Talu.
pas vermemek : karşı cinse umut ve cesaret vermemek.
paskalya yumurtası gibi : yüzüne çok allık süren.
pasta çekmek : otomobilleri pasta ile parlatmak.
paşa gibi yaşamak : bolluk içinde yaşamak, bey gibi yaşamak.
paşa olmak : hlk. fazlaca içki içmiş olmak.
pat diye : ansızın. Örnek Kullanım : ?İnsan öyle pat diye ölür mü canım, aklınıza nereden geliyor bunlar?? -N. Eray.
pata çakmak : argo askerce selam vermek.
pata gelmek : 1) kâğıt oyunlarında berabere kalmak 2) ödeşmek, başa baş gelmek.
patırtı çıkarmak : kavgaya sebep olmak, kavga çıkarmak.
patırtı kopmak : kavga çıkmak, kargaşalık olmak.
patırtıya pabuç bırakmamak : tkz. önemli bir tehlike yaratmayacağını bildiği kışkırtmalara, yıldırmalara aldırmayıp bildiğini yapmak.
patinaj yapmak : 1) tekerlek, tutunma eksikliği sebebiyle ilerlemeksizin aynı noktada dönmek 2) mec. herhangi bir işte ilerleme kaydedememek, aynı noktada sayıp durmak.
patlak vermek : gizli kalması istenen veya beklenmedik bir olay, ansızın ortaya çıkmak. Örnek Kullanım : ?İnsanın vuzuhsuzluk içinde her an bir hadisenin patlak vermesini beklemesi kadar fena bir şey tasavvur edilemez.? -E. İ. Benice.
patlama! : ?sabret, sakin ol? anlamında kullanılan uyarıcı bir söz. Örnek Kullanım : Patlama, geliyorum!
patron çıkarmak : patronları çizili olduğu modelden kopya yolu ile bir kâğıda geçirip kesmek.
pay bırakmak : 1) kesme, biçme, yapma sırasında, bir şeyde daha sonra kullanılmak için fazlalık bırakmak. Örnek Kullanım : ?Daha güzel günlere pay bırakmak için bir fedakârlık edelim.? -P. Safa. 2) mec. bir ilişkide fazla samimi olmamak, mesafe bırakmak.
pay çıkarmak : bir olay veya durumdan gereken deneyimi kazanmak, tutulacak yolu belirlemek. Örnek Kullanım : ?Bununla beraber muhtar, bu vakadan köyün davası için bir pay çıkarmayı ihmal etmemektedir.? -R. N. Güntekin.
pay vermek : 1) hisse vermek, bölüşmede bulunan parçalardan ayırmak. Örnek Kullanım : ?Batı, beynini sömürdüğü insanlara kendi uyruklarına sağladığı konfordan pay verip gönül alır.? -H. Taner. 2) mec. küçük büyüğe karşılık vermek, saygısızca davranmak. Örnek Kullanım : ?Bunlar analarına, b
payanda vurmak : payandalamak.
paydos borusu çalmak : işi bırakma zamanının geldiğini boru sesi ile bildirmek.
paydos demek : yapılmakta olan bir işi bırakmak.
paye vermek : değer, önem vermek. Örnek Kullanım : ?Onlar, bize bir esirden fazla paye vermemek fikrindedirler.? -H. C. Yalçın.
payına düşmek : bölüşmede hisse ayrılmak, belirli bir bölüm verilmek. Örnek Kullanım : ?Uşak’a kadar yirmi beş otuz esir de bizim payımıza düştü.? -A. Gündüz.
payını almak : 1) kendine ayrılanı almak. Örnek Kullanım : ?İnsan için bunları bilmek, bunların seyrine dalmak, bunlarla yetinmek, bunlarla gülüp bunlarla sevişmek varken ve bu Tanrı ihsanı nimetlerden herkesin kendi payını alması kabilken…? -Y. K. Karaosmanoğlu. 2) mec. azarlan
payidar kalmak (olmak) : kalmak, yok olmamak, yaşamak. Örnek Kullanım : ?Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.? -Atatürk.
pazar kayığı gibi : çok yüklenmiş (taşıt).
pazar ola! : satıcılara ?satışın bol olsun? anlamında söylenen bir iyi dilek sözü.
pazara çıkarmak : satılığa çıkarmak.
pazarlığa girişmek : pazarlık yapmaya başlamak. Örnek Kullanım : ?… pazarlığa girişmez, müşterileri ne verirse alırdı.? -Ö. Seyfettin.
pazarlığı pişirmek : pazarlıkta uyuşma sağlayacak duruma gelmek. Örnek Kullanım : ?Ne olacak efendim! Pazarlığı pişirdiler.? -Y. K. Karaosmanoğlu.
pedavra gibi : kaburga kemikleri sayılacak kadar zayıf (kimse).
pedavrası çıkmış : pedavra gibi.
pek söylemek : kırıcı ve sert konuşmak.
peklik çekmek : sürekli olarak güçlükle büyük abdest bozmak.
pelte gibi : 1) çok gevşek 2) çok yorgun.
pencere açmak : görüş açısı kazandırmak. Örnek Kullanım : ?Bir insana bir şey öğrettiğiniz, ona yeni bir pencere açtığınız zamanki o parlayan bakışlar var ya, hocanın en büyük mükâfatı budur.? -H. Taner.
pençe atmak : 1) yırtıcı hayvan ön ayaklarıyla saldırmak, vurmak. Örnek Kullanım : ?Aslan bir pençe atarak soysuz köpeğin kemiklerini kırmış.? -F. R. Atay. 2) mec. gücüne güvenerek bir şeyi elde etmeye çalışmak. Örnek Kullanım : ?Bilirim atarsın bana pençeni / Nefsine kahretmek istedikçe se
pençe vurmak : 1) pençelemek 2) ayakkabıya pençe çekmek.
perdah çekmek : sakalı bir daha ve kıl çıkışının ters yönünde olmak üzere tıraş etmek.
perdah vurmak (etmek) : parlatmak.
perde çekmek : 1) bir şeyin önüne perde germek 2) gözlemek, örtmek.
perde inmek : 1) hlk. gözde katarakt olmak 2) hlk. gizlemek, örtmek 3) bir tiyatro oyunu bitmek.
perde kurmak : Karagöz oyununa başlamak.
perdelerini açmak : tiyatro yeni mevsimde temsillerine başlamak. Örnek Kullanım : ?Tiyatro topluluğu ‘Kaos’ adlı oyunla perdelerini ilk kez açmıştı.? -A. Cemal.
perdelerini kapamak : tiyatro tamamen kapanmak.
perende atmak : havada çark gibi dönerek takla atmak. Örnek Kullanım : ?Ali çocuk gibi perendeler atarak otlarla, yamaçlarla sarmaş dolaş oluyordu.? -Halikarnas Balıkçısı.
peresesine getirmek : tam sırasını, uygun zamanını bulmak, biçimine getirmek.
pereseye almak : bir işi düşünmek, göz önüne almak.
pergelleri açmak : tkz. uzun adımlarla yürümek. Örnek Kullanım : ?Kalem Şakir düştü peşine, öylesine açmıştı ki pergelleri, koridorun ortasında yakaladı.? -R. Ilgaz.
perhiz yapmak (etmek) : sağlığı korumak veya düzeltmek amacıyla özel bir beslenme düzeni uygulamak. Örnek Kullanım : ?Fiyatlar o kadar yükseldi ki perhiz eder gibi yediğim hâlde, yine her yemek bir buçuk lirayı geçmeye başladı.? -Ö. Seyfettin.
perhize çekmek : perhizi titizlikle uygulamak. Örnek Kullanım : ?Öteki doktor bizi perhize çekerken öldürmüş de haberimiz olmamış.? -M. İzgü.
perileri bağdaşmak : uyuşup anlaşmak, yıldızları barışmak.
perisi hoşlanmamak : yakınlık duymamak, ısınamamak.
perişanlık vermek : perişan duruma getirmek, perişan etmek. Örnek Kullanım : ?Kaç defa deve kafilelerinin bir at sesi yüzünden ortalığa perişanlık verdiğine rast geldim.? -F. R. Atay.
perte çıkmak : taşıt hurdaya çıkmak.
pervane gibi dönmek : bir kimsenin yanından hiç ayrılmamak. Örnek Kullanım : ?Hanımefendinin etrafında pervane gibi dönüyor, isteyeceği şeyleri evvelden keşfetmek için gözünün içine bakıyordu.? -R. N. Güntekin.
pervane kesilmek : 1) saygı duyduğu bir kişiye hizmet edebilmek için devamlı etrafında olmak, didinip durmak 2) her isteği yapmak için çevrede dört dönmek. Örnek Kullanım : ?Ana oğul Leman’ın gözlerini sildiler, kızcağızın başında pervane kesildiler.? -N. Hikmet. 3) dönüp durmak. Örnek Kullanım :
pes demek : karşısındakinin kendisinden daha üstün olduğunu kabul etmek, boyun eğmek.
pes etmek : 1) yenilgiyi kabul etmek, pes demek. Örnek Kullanım : ?Evliliği sırasında altı düşük daha yapacak sonunda pes edecekti.? -A. Kulin. 2) yenileceğini anlayıp sırtının yere gelmesini istemeyen pehlivan, yenildiğini kabul anlamına ya ?pes ediyorum? demek veya hasmının k
pes perdeden konuşmak : 1) alçak ve kalın sesle konuşmak 2) alttan alarak, yumuşak bir dil kullanarak konuşmak.
pestil gibi : kımıldayamayacak kadar güçsüz, bitkin bir biçimde. Örnek Kullanım : ?Pestil gibi yerlerde uzandığıma bakma, anam, ben şu huysuza haddini bildirirdim.? -N. Hikmet.
pestile çevirmek : çok yormak.
pestili çıkmak : çok yorulmak. Örnek Kullanım : ?Tulum Hayri dün voleybol oynamış, pestili çıkmıştı.? -R. Ilgaz.
peşinde (peşinden) koşmak : elde etmek için uğraşmak. Örnek Kullanım : ?Zaman oldu en renkli, en ahenkli şekillerin peşinde koştum.? -N. Hikmet.
peşinden sürüklemek : birinin veya birçoklarının arkasından gelmesini sağlamak. Örnek Kullanım : ?Değişen, baş döndürücü bir hızla değişen değişiş iki ayakları topal olanları bile sürükler peşinden.? -N. Hikmet.
peşinden yürümek : 1) birinin arkasından yürümek, gitmek 2) mec. bir kimseye her konuda uymak.
peşine düşmek (gitmek) : 1) arkasından gitmek, izlemek. Örnek Kullanım : ?Kaçarsa peşine düşerek ona korkulu dakikalar geçirtiyordu.? -Y. N. Nayır. 2) bir isteğin gerçekleşmesini sağlamaya çalışmak. Örnek Kullanım : ?Her biri bir yere, ekmek parası peşine gittiler, kendi başlarını da kurtardılar.? -M.
peşine takılmak : ardından gitmek. Örnek Kullanım : ?Üftade Hanım’ın peşine takılmış olan şamatalı, gösterişli ve her yaştan, her cinsten bir kalabalık…? -H. E. Adıvar.
peşine takmak : yanında götürmek. Örnek Kullanım : ?Valinin yerini öğrendiği gibi savuştu Bayram, İlyas’ı peşine takıp.? -A. Kulin.
peşini bırakmamak : bir kimseyi veya şeyi izlemekten vazgeçmemek. Örnek Kullanım : ?Başımın belası! Peşimi hiç bırakmaz.? -S. F. Abasıyanık.
peşkeş çekmek : 1) başkasının malını birine bağışlamak 2) verilmemesi gereken bir şeyi uygunsuz bir amaçla veya yersiz olarak birine vermek. Örnek Kullanım : ?Kocasını ardı arkası gelmeksizin kandırdığı yetişmiyormuş gibi bazen genç kızları da şuna buna peşkeş çekermiş.? -E. İ. Ben
peştamal kuşanmak : 1) peştamal giyinmek 2) mec. bir zanaatta ustalık kazanmak.
pey sürmek : 1) artırma ile satılan bir şey için önce bir miktar para vermek veya önermek 2) rekabet etmek. Örnek Kullanım : ?Onu, kendisine karşı pey sürecek kimsenin çıkmayacağına inanan Güdük Hacı olarak istemişti.? -T. Buğra.
peyda etmek : çıkarmak, oluşturmak, ortaya çıkarmak, edinmek. Örnek Kullanım : ?Uzun boyu hafif bir kamburluk peyda etmiş.? -H. C. Yalçın.
peynir ekmek gibi : 1) çok revaçta, çok tutulan, beğenilen 2) çok kolay biçimde 3) çabucak.
pılı pırtıyı (pılıyı pırtıyı) toplamak : gitmek üzere bütün eşyalarını toplamak. Örnek Kullanım : ?Dört sene sonra ustası pılıyı pırtıyı toplamış, geldiği memlekete geri dönmüş.? -S. F. Abasıyanık.
pır pır etmek : 1) ışık yanıp sönmek. Örnek Kullanım : ?İdare lambası pır pır edip duruyordu sofadaki merdiven başında.? -Ç. Altan. 2) heyecanlanmak.
pırlanta gibi : çok iyi nitelikleri olan, değerli, saf, temiz. Örnek Kullanım : ?Bunların arasında umutsuz yaşamayan pırlanta gibi delikanlılar vardı.? -T. Buğra.
pışt demek : rahatsız edici bir söz söylemek. Örnek Kullanım : … kimsenin kızına pışt demeden.
pıt pıt atmak : korku, heyecan vb. bir sebeple kalbi fazla çarpmak.
pıtrak gibi : 1) üzerinde çok sayıda meyve bulunan (ağaç ve dal) 2) çok sayıda, tanecikli. Örnek Kullanım : ?Seher, ela gözlerinden pıtrak gibi yaşlar dökerek ayrılık sahnesini düşündü.? -R. H. Karay.
piç olmak : 1) tadı bozulmak 2) boşa gitmek.
pide gibi : yamyassı. Örnek Kullanım : Minderler pide gibi olmuş.
pik yapmak : borsada kâğıtlar tavan yapmak.
pike yapmak : 1) uçak dik biçimde inmek 2) bilardoda, masaya dikey durumda tutulmuş isteka ile topa vurmak 3) suya dalmak.
piknik yapmak : kırda yemek yemek ve gezinti yapmak.
pikoya vermek : piko yapılması için bazı örtü, çarşaf, çamaşır vb.ni pikocuya götürmek.
pilav gibi : dağınık (ev, dolap, masa).
pili bitmek : 1) aşırı yaşlanmak. Örnek Kullanım : ?Seksenini aştıktan sonra da pili bittiği için doğal bir ölümle öldü.? -T. Uyar. 2) gücü kuvveti kesilmek.
pimini çekmek : başkasına zarar verecek kötü bir olayı başlatmak.
pir aşkına : ?karşılık gözetmeden veya karşılık görmeden tam inançla, gerçek bir sevgi ile? anlamında kullanılan bir söz. Örnek Kullanım : İki ay pir aşkına çalıştık.
pir ol! : şaka ?çok yaşa, var ol? anlamında kullanılan bir beğenme sözü.
pire gibi : çevik, çok hareketli, yerinde duramayan.
pire için yorgan yakmak : pireye kızıp yorgan yakmak.
pireye kızıp yorgan yakmak : önemsiz bir durum karşısında kızarak kendisine daha büyük zarar verecek davranışta bulunmak.
pireyi deve yapmak : önemsiz bir olayı büyütmek. Örnek Kullanım : ?Kafaları bu işe yatmazsa müşavir beylerle müdür beylerinizin, devlet kapısında pireyi deve yaparlar.? -N. Hikmet.
pireyi gözünden vurmak : keskin bir nişancı olmak. Örnek Kullanım : ?Hem o kadar nişancıdır ki pireyi gözünden vurur.? -H. R. Gürpınar.
pirüpak olmak : tamamen kurtulmak, rahatlamak, huzura kavuşmak. Örnek Kullanım : ?Akhöyük’teki nar ağacının yanında bir gün yatarsanız cümle dertlerinizden pirüpak olursunuz.? -Y. K. Beyatlı.
pis pis bakmak : karşısındakini rahatsız edici ve sinirli bir biçimde bakmak.
pis pis düşünmek : derin ve üzüntülü düşünceye dalmak.
pis pis gülmek : başkalarını kızdıracak, sinirlendirecek biçimde gülmek.
pislik parmağından (paçalarından) akmak : çok kirli olmak.
pişirip kotarmak : bir işi sonuçlandırmak, tamamlamak.
pişkinliğe vurmak : kötü bir davranışa veya söze aldırmamak.
pişmanlık duymak (getirmek) : pişman olmak. Örnek Kullanım : ?Buraya kalkıp geldiğinden dolayı pişmanlık duyuyordu.? -E. E. Talu. ?Gerçekte, hükûmet görevine girmiş olduğuma pek çok pişmanlık getirdim.? -S. Birsel.
pişmiş armut gibi (birinin) eline düşmek : olmuş armut gibi birinin eline düşmek.
pişmiş aşa (soğuk) su katmak : yoluna girmiş olan bir işi bozmak. Örnek Kullanım : ?Biz olanca gücümüzle Batılılaşmaya çalışırken senin bu düşüncelerin pişmiş aşa soğuk su katıyor.? -H. E. Adıvar.
pişmiş kelle gibi sırıtmak : dişlerini göstererek yersiz ve aptalca gülmek. Örnek Kullanım : ?İşi döndürüp dolaştırıp hicviyelere getiriyor ve onları pişmiş kelleler gibi sırıta sırıta okuyorlardı.? -O. C. Kaygılı.
pişmiş tavuğun başına gelmemek : her türlü zarara, kötülüğe, felakete uğramak, çok sıkıntı çekmek. Örnek Kullanım : ?Büyük kalabalığa varana kadar sanat eserinin başına gelenler pişmiş tavuğun başına bile gelmemiştir.? -B. R. Eyuboğlu.
pişti olmak : argo 1) bir ortamda birbirinden habersiz olarak aynı giyim kuşam içinde karşılaşmak 2) istenmeyen birisiyle aynı ortamda karşılaşmak.
piyango çekmek : talih oyunu için hazırlanmış kâğıtlardan birini bulunduğu yerden almak.
piyango vurmak (çıkmak) : 1) piyangoda ikramiye kazanmak 2) beklenmedik bir yerden büyük kazanç sağlamak.
piyasa etmek : dolaşmak. Örnek Kullanım : ?Akşamları böyle kapı önünde piyasa eder.? -R. N. Güntekin.
piyasaya almamak : önem vermemek, değersiz görmek. Örnek Kullanım : ?Beni kimse piyasaya almaz arkadaş, ben dünyanın en aşağılık insanıyım. Sokaktaki itler bile piyasaya almazlar beni.? -O. Kemal.
piyasaya çıkmak : 1) bir ürün satışa sunulmak 2) fuhuş yapmak üzere müşteri aramak.
piyasaya düşmek : 1) çok bulunur olmak 2) kadın, kötü kadın olmak.
plak bozulmak : argo can sıkmak, bıkkınlık verecek biçimde konuşmak, dırdır etmek.
plan kurmak : 1) bir amacı gerçekleştirecek şeyleri düşünmek, tasarlamak. Örnek Kullanım : ?Yukarıdaki hizmetçisini karşısına almış, plan kuruyordu.? -E. E. Talu. 2) mec. bir düzen hazırlamak.
pof diye : pof sesi çıkararak. Örnek Kullanım : Yastık pof diye yere düştü. Balon pof diye söndü.
poker çevirmek : poker oynamak. Örnek Kullanım : ?Kış geceleri arkadaşlar arasında bir el poker çevirmek de keyiftir.? -P. Safa.
polat gibi : çelik gibi, güçlü kuvvetli. Örnek Kullanım : ?Atletinin örtmediği pazıları polat gibi.? -R. H. Karay.
polemiğe girmek (girişmek) : siyasi, bilimsel veya edebî konularda sert tartışmalar yapmak. Örnek Kullanım : ?Polemiğe girdiği genç kuşak yazarların soluksuzluğunu yoksulluk yılları ürünü olmalarına bağlamıştı.? -H. Taner. ?Delegasyonumuz aleyhine çalakalem bir polemiğe girişmiş bulunuyordu.? –
polemiğe kaçmak : konudan uzaklaşıp dalaşmak. Örnek Kullanım : ?Politikada herkes birbirini polemiğe kaçmakla suçluyor.? -A. Boysan.
poliçe çekmek : bir müşteriye ödeme yapması için bildiride bulunmak.
politik davranmak : belli bir amaca ulaşmak için uzlaşmaya, iyi geçinmeye önem vererek hareket etmek.
politika gütmek : politika izlemek.
politika yapmak : bir işi çözümlemek için politika yolunu kullanmak.
popülarite kazanmak : halk tarafından sevilmek, tutulmak. Örnek Kullanım : ?Bir halk çocuğu olarak popülarite kazanmış, önce elinizde, sonra partinizde basamakları çıkmış, parlamentoya girmişsiniz.? -H. Taner.
post elden gitmek : 1) öldürülmek 2) bulunduğu yüksek makamdan ayrılmak zorunda kalmak.
post vermek : canını vermek, ölmek. Örnek Kullanım : ?Az değildir varmadan senin gibi yurduna / Post verenler yabanın hayduduna, kurduna? -F. N. Çamlıbel.
posta etmek : 1) görevliler, birini resmî bir daireye götürmek 2) birini, gönlü olmasa da bir kimseye teslim edip bir yere göndermek.
posta koymak (atmak) : tkz. birini korkutmak, gözdağı vermek. Örnek Kullanım : ?Daha dün Kel Mahmut’u yıkayıp yağlayan yavşak bugün kalkmış ona posta koyuyor.? -R. Ilgaz.
posta yapmak : bir yere gidip gelmek, sefer yapmak. Örnek Kullanım : Araba şehre günde üç posta yapar.
postaya atmak (vermek) : mektup, gazete, paket vb.ni gideceği yere ulaşması için posta kuruluşuna vermek, postalamak. Örnek Kullanım : ?Evet. Dilekçeyi de şimdi verdim postaya.? -T. Buğra.
postayı kesmek : 1) ilgiyi kesmek 2) bir şeyi yapmaktan vazgeçmek. Örnek Kullanım : Ben postayı kestim, artık toplantılara gitmeyeceğim.
postu deldirmek : argo 1) kurşunla vurulmak 2) ölmek. Örnek Kullanım : Sen o zamana kadar postu çoktan deldirmiş, kuyruğu titretmiş olursun.
postu kurtarmak : öldürülmek tehlikesini atlatmak. Örnek Kullanım : ?Binlerce kişiden ancak birkaç kişi postunu kurtarabildi.? -F. R. Atay.
postu sermek : gittiği yerde uzun süre kalmak. Örnek Kullanım : ?Sabiha Hanım’ı eğlendirmek bahanesiyle konağa postu sermiş.? -H. E. Adıvar.
postundan olmak : bulunduğu makamı yitirmek. Örnek Kullanım : ?Bizim Balkanlı arkadaşlar ise böyle bir hadise neticesinde postundan olmak gibi fena bir akıbete uğrayacaklarından korkuyorlardı.? -Y. K. Karaosmanoğlu.
pot kırmak : yersiz ve karşısındakine dokunacak söz söylemek, gaf yapmak. Örnek Kullanım : ?Gri redingotlu efendi, bir pot kırdığını hemen anlamış olacak ki sözünü çevirdi.? -Y. K. Karaosmanoğlu.
pot yapmak : dikişte kabarıklık veya büzülme olmak.
poz kesmek (yapmak) : çalım atmak, afili görüntü vermek.
poz vermek : resim yaptırmak veya fotoğraf çektirmek için durum almak. Örnek Kullanım : ?Tam çizerken bir arkadaşı geliyor, poz veren çocuğun ensesine bir küfür ve bir de şamar yapıştırıyor.? -B. R. Eyuboğlu.
pöstekisini çıkarmak : öldürmek, yok etmek. Örnek Kullanım : ?Sonra peşine herifleri taksın ha! Alimallah pöstekisini çıkarırdım.? -İ. A. Gövsa.
pöstekiyi kurtarmak : hoş olmayan bir durumdan kurtulmak. Örnek Kullanım : ?Aman, bir karı ki görme… Maymun mu maymun, biçimsiz mi biçimsiz, pis mi pis… Ne yaparsın… Pöstekiyi kurtarmak lazım.? -Ö. Seyfettin.
prangaya vurmak : ayağına pranga bağlamak, zincire vurmak.
problem çıkarmak : sorun çıkarmak.
problem etmek : dert etmek.
problem olmak : dert olmak.
projeksiyon tutmak : bir konuyu aydınlatmak, açıklığa kavuşturmak.
projektör ışığında olmak : göz önünde bulunmak, ortada olmak. Örnek Kullanım : ?Devlet adamları her ülkede projektör ışığında kişiler olarak davranışlarına, sözlerine, görünümlerine dikkat etmek zorundadırlar.? -H. Taner.
protesto çekmek : protesto yollamak.
puan almak (kazanmak) : 1) spor karşılaşmalarında başarılı bir oyun çıkararak kendine sayı sağlamak 2) genellikle test biçimindeki sınavda herhangi bir puan elde etmek 3) mec. itibar kazanmak, takdir edilmek.
puan toplamak : 1) sp. puan kazanmak 2) mec. saygınlık sağlamak.
puan tutturmak : 1) gereken sayıda puan kazanmak 2) sınavlarda istenen yere girebilmek için gerekli puanı elde etmek.
puan vermek : 1) değer biçmek, not vermek 2) sp. boksta ve güreşte başarısız duruma düşmek.
pufla gibi : çok yumuşak ve kabarık. Örnek Kullanım : Pufla gibi yastık.
pul tutmak : argo para kazanmaya başlamak.
pula dönmek : değersizleşmek. Örnek Kullanım : ?Altın idin pula döndün / Yere düşer paslanırsın? -Halk türküsü.
punduna getirmek : bir şeyi yapmak için uygun zamanı ve yeri seçmek. Örnek Kullanım : ?O döner dönmez bir punduna getirip tanıştırayım sizi.? -A. İlhan.
pundunu bulmak : punduna getirmek.
pupa yelken ilerlemek (gitmek…) : 1) yelkenler, arkadan esen rüzgârla şişmiş olarak, tam yolla. Örnek Kullanım : ?Sicim gitgide boşalıyor, gemi hafif yana yatarak pupa gidiyordu.? -S. F. Abasıyanık. 2) mec. alabildiğince, hiçbir şeye bağımlı olmadan. Örnek Kullanım : ?Batı’da bilimsel araştırmalar, dramatik ic
pusu kurmak : saldıracağı kimseye görünmemek için bir yerde gizlenip beklemek.
pusuda beklemek : gizlenerek saldırıya hazır durumda olmak. Örnek Kullanım : ?Bu da hile, inanmıyorum pusuda beklediğine ve rol oynadığına inanıyorum.? -N. F. Kısakürek.
pusudan çıkmak : 1) kurulan pusudan kurtulmak 2) kuracağı pusudan vazgemek. Örnek Kullanım : ?Müdürün derviş tabiatlı olduğunu öğrenince teker teker pusudan çıkmaya başladılar.? -K. Korcan.
pusulayı şaşırmak : 1) güç bir duruma düşerek ne yapacağını bilememek. Örnek Kullanım : ?Aramızda bir profesör, bir de doçent vardı, hepimiz çoktan pusulayı şaşırmıştık.? -B. R. Eyuboğlu. 2) doğru tutum ve davranıştan ayrılmak.
pusuya düşmek : pusu kuran kimsenin saldırı alanı içine girmek.
pusuya yatmak : pusuda beklemek. Örnek Kullanım : ?Sakarya galibiyeti, o güne kadar pek farkına varılmayan korkunç bir düğümün çözülmesine, sinmiş, pusuya yatmış kuvvetlerin meydana çıkmasına yol açmıştı.? -T. Buğra.
puşt olmak : 1) birinin ilencine uğrayıp kötüleşmek, mahvolmak. Örnek Kullanım : ?Bu gurbet ellerde candan usandım / El kahrını çekmede ömrüm puşt oldu? -Halk türküsü. 2) argo bir işin uzmanı olmak.
put gibi : sessiz, anlamsız bir bakışla ve kımıldamaksızın. Örnek Kullanım : ?Ben ağlamıyor, put gibi duruyordum.? -A. Kutlu.
put kesilmek : sessiz ve hareketsiz bir durum almak. Örnek Kullanım : ?Görmediniz mi, adını söyleyince herkes put kesiliyor.? -A. H. Tanpınar.
püf desen uçacak : çok zayıf kimseler için kullanılan bir söz.
pürdikkat kesilmek : çok dikkat etmek. Örnek Kullanım : ?Bir tıkırtı, bir ayak sesi duyar mıyım diye kulaklarımı açıp pürdikkat kesildim.? -A. Ümit.
pürüz çıkarmak : engel çıkarmak.
Sevmedim anlamları çok fazla