(birinde) şafak atmak : 1) birden önemli bir durumla karşı karşıya olduğunu anlamak 2) öfkelenmek. Örnek Kullanım : ?Kapıyı kapatınca bende şafak attı.? -B. Felek. 3) korku ve telaşa kapılmak.
(birinde) şeytan tüyü olmak : kendini herkese kolaylıkla sevdirme özelliği bulunmak. Örnek Kullanım : ?Bende şeytan tüyü vardır.? -H. R. Gürpınar.
(birinden) şeytan elini çekmiş : uygunsuz bir iş yapacak veya kötülük düşünecek durumu olmayan çok yaşlı kimseler için kullanılan bir söz.
(birini) şaşkına çevirmek : şaşırtmak. Örnek Kullanım : ?Bir mektupla kadınlarınız sizi şaşkına çeviriyorlar.? -M. Ş. Esendal.
(birinin) şapkasını giymek (taşımak) : kendi kimliğinin veya düşüncelerinin dışında başka birinin kimliğini geçici olarak taşımak veya onun düşünceleriyle ortaya çıkmak.
(herhangi bir şeyi) şekle sokmak (koymak) : 1) uygun bir biçime girmesini sağlamak 2) herhangi bir biçimde sonuca ulaştırmak.
şafak sökmek : sabahleyin ortalık aydınlanmaya başlamak. Örnek Kullanım : ?Şafak sökerken evden çıkıyor, akşam karanlığında dönüyordu.? -R. Enis.
Şafii köpeği gibi titremek : çok titremek.
Şafii köpeğine dönmek : yüzü gözü çok kirli olmak.
şaha kalkmak : 1) at ön ayaklarını yerden kesip arka ayakları üstünde durmak, şahlanmak. Örnek Kullanım : ?Aydınlıktan huylanan atlar şaha kalkarak deli gibi dörtnala ileri atılıyorlardı.? -Ö. Seyfettin. 2) mec. taşkınlık göstermek, coşmak, kükremek.
şaheser yaratmak : üstün, kalıcı niteliği olan bir eser ortaya koymak, çok önemli bir şey yapmak. Örnek Kullanım : ?Şu millî savaş içinde köy kadını başlı başına bir tarih, bir şaheser yaratıyor.? -A. Gündüz.
şahit tutmak : birini tanık olarak göstermek. Örnek Kullanım : ?Eniştemiz bizi şahit tuttukça babam da istihzalı bir tavır alır, kıs kıs gülerdi.? -A. Ş. Hisar.
şahken şahbaz olmak : alay bir kimsenin herhangi bir sebeple çirkinliği veya durumunun kötülüğü artmak.
şahsiyat yapmak : söz edilen konudan uzaklaşarak olumsuz yönleriyle kişiler üzerinde durmak.
şahsiyata dökmek : şahsiyat yapmak.
şaibe altında kalmak (tutulmak) : kusurlu, ayıplı, lekeli sayılmak. Örnek Kullanım : ?Yakın zamanlarda bizim parlamentomuz da bu gibi şaibeler altında tutuldu.? -H. Taner.
şak diye : ansızın. Örnek Kullanım : Şak diye yüzüne vurdu.
şaka etmek : bir kimseye eğlenmek amacıyla takılmak.
şaka gibi gelmek : bir türlü inanamamak.
şaka götürmemek : 1) bir durum veya iş hafifsemeye, dikkatsizliğe gelmemek. Örnek Kullanım : ?Rica ederim gülmeyiniz, iş pek naziktir, şaka götürmez.? -H. R. Gürpınar. 2) şakadan hoşlanmamak.
şaka kaldırmak : şakaya dayanmak, katlanmak. Örnek Kullanım : ?Bizim oralılar şakacıdırlar, şaka kaldırırlar.? -M. Ş. Esendal.
şaka maka derken : ?işi ciddiye almadık ama? anlamında kullanılan bir söz. Örnek Kullanım : ?Geçen gün, şaka maka derken az daha kavga ediyorduk bu yüzden.? -N. Hikmet.
şaka yapmak : şaka niteliğinde bir şey yapmak veya söylemek. Örnek Kullanım : ?İlk defa görüştüğümüz hâlde benimle şaka yaptı.? -Ö. Seyfettin.
şakakları ağarmak (beyazlanmak) : yaşlanmak. Örnek Kullanım : ?Ben o eski adam değilim, şakaklarım nasıl beyazlanmış, görmüyor musun?? -Y. K. Karaosmanoğlu.
şakakları atmak : çok sinirlenmek. Örnek Kullanım : ?Kalbinin yırtıldığını, kilitlenen çenelerinin çatırdadığını, şakaklarının attığını duyardı.? -Ö. Seyfettin.
şakası yok : ?hatır gönül tanımaz, gerekeni yapar? anlamında kullanılan bir söz.
şakaya almak : söylenilen gerçek sözü şaka gibi kabul etmek. Örnek Kullanım : ?Mustafa Kemal Paşa, bu isteği ilk önce şakaya alarak şöyle cevaplandırmıştı.? -Y. K. Karaosmanoğlu.
şakaya gelmek : şakaya katlanır olmak. Örnek Kullanım : ?Öyle zannedildiği gibi şakaya gelecek bir adam olmadığını göstermek için bu, ne güzel bir fırsattı!? -R. N. Güntekin.
şakaya gelmemek : 1) şakaya dayanamamak 2) hafifsemeye, savsaklamaya gelmemek.
şakaya getirmek : ciddi bir şeyi açıktan açığa söyleyemeyip şaka görünümü vererek söylemek. Örnek Kullanım : ?Şakaya getirip söyledim, latife ediyordum.? -R. H. Karay.
şakaya sığınmak : şakaya vurmak. Örnek Kullanım : ?Kaç kez şakaya sığınıp benzer yanıtlar vermişti.? -E. Atasü.
şakaya vurmak : ciddi bir söz veya davranışı şaka yoluyla geçiştirmek.
şakayı kakaya çevirmek : tkz. şakayken kaka olmak.
şakayken kaka olmak : tkz. el ve dil ile yapılan şakadan, hoş olmayan bir sonuç veya kavga çıkmak.
şalvar gibi : çok bol (pantolon).
şamama gibi : ufak tefek, sevimli (kimse).
şamar patlatmak : aniden güçlü bir tokat atmak. Örnek Kullanım : ?Sağ avucumun bir şamar patlatmak için nasıl kaşındığını hâlâ unutmuyorum.? -T. Uyar.
şamaroğlanına dönmek : yerli yersiz suçlanıp azarlanmak.
şamata etmek (koparmak) : gürültü patırtı yapmak. Örnek Kullanım : ?Amma da şamata ettin be çorbacı, dedi.? -H. Taner. ?Haykırarak, şamata kopararak, yarı havada, yarı yerde koşup kendilerini çeşmenin yalaklarına atarlardı.? -R. H. Karay.
şan vermek : ün salmak.
şanına yakışmak : şanından olmak.
şanına yedirememek : yenilgiyi kabul edememek. Örnek Kullanım : ?Onların karşısında ilk elde çekilmeyi şanına yediremedi.? -Ö. Seyfettin.
şanından olmak : bir şey onun büyüklüğüne, karakterine uygun olmak, yaraşmak.
şans tanımak : imkân vermek, fırsat vermek.
şansa kalmak : bir şeyin olabilmesi için çok az umut olmak.
şansı dönmek : talihi iyiyken kötü veya kötüyken iyi olmak.
şansı yaver gitmek : talihli olmak, bahtı açık olmak. Örnek Kullanım : ?Şansı yaver gittiği takdirde orta boylu, uzun saçlı esmerine kavuşabilecekti.? -A. Kulin.
şantaj yapmak : gözdağı vermek.
şap gibi : ağza alınmayacak kadar tuzlu.
şap gibi donmak (kalmak) : şaşırarak ses çıkarmayacak duruma gelmek.
şap gibi yanmak : ortada kalmak, destek bulamamak.
şapa oturmak : içinden çıkılması güç bir duruma düşmek.
şapka çıkarmak : bir söz veya durum karşısında söyleyecek sözü kalmamak ve takdir etmek.
şaplak indirmek : 1) elin içiyle vurmak. Örnek Kullanım : ?Zeynep, bir şaplak indirdi önündeki kil hamuruna ve güldü.? -E. Işınsu. 2) tokat atmak.
şarj etmek : 1) yüklemek 2) argo bir şeyi anlamaya, kavramaya başlamak.
şarkı tutturmak : bir şarkının sözlerini veya sadece bestesini seslendirmek. Örnek Kullanım : ?Eğlenmek için derin bir heves doğdu, ıslıkla bir şarkı tutturdu.? -P. Safa.
şart etmek : ?şart olsun? diyerek yemin etmek. Örnek Kullanım : ?Anası, oğlan gelirse içeri almayacağına şart etmişti.? -M. Ş. Esendal.
şart koşmak : önceden bir şarta bağlamak. Örnek Kullanım : ?Sarfiyat hususunda bir şart koşmuyorlar.? -R. H. Karay.
şart olmak : gerekmek, kaçınılmaz bir durum almak.
şart olsun : 1) ?nikâhım üzerine yemin ederim ki, öyle değilse veya bunu yapmazsa karım boş düşsün (olsun)? anlamında yemin olarak kullanılan bir söz. Örnek Kullanım : ?Artık hep, evli adamlar gibi biz de şart olsun yeminine başladık.? -Ö. Seyfettin. 2) yemin etmek için kullanıl
şart şurt tanımamak : kendini hiçbir şarta bağlı saymamak.
şaşırıp kalmak : çok şaşırmak, büyük bir şaşkınlığa düşmek. Örnek Kullanım : ?Beni ilk defa dersler dışında konuşup gülerken görüyor, şaşırıp kalıyorlardı.? -A. Kutlu.
şaşkına dönmek : beklenmedik bir durum karşısında şaşkınlaşmak. Örnek Kullanım : ?Bunlar da Mustafa Kemal’i ifratlı hareketlere, yanlış yollara sevk etmek töhmeti altında bunalmış, şaşkına dönmüş idiler.? -Y. K. Karaosmanoğlu.
şato gibi : büyük, görkemli (yapı).
şavkı vurmak : bir şeyin ışığı yansımak. Örnek Kullanım : ?Bir ay doğdu ilk akşamdan, geceden / Şavkı vurdu pencereden, peçeden? -Halk türküsü.
şeamet tellallığı yapmak : her olayı kötü ve sıkıntı yaratacak biçimde yorumlayıp dile getirmek.
şehadet getirmek : İslam’ın şartlarından ?Tanrı’dan başka tapacak yoktur ve Hz. Muhammed onun kulu ve peygamberidir? anlamına gelen kelimeişehadet adını taşıyan Arapça sözü söylemek
şehadette bulunmak : tanıklık etmek.
şehit düşmek (olmak) : kutsal bir ülkü veya inanç uğrunda ölmek. Örnek Kullanım : ?Biraz sonra Veysel’in arkadaşlarından biri daha şehit oldu.? -M. Ş. Esendal. ?Arkadaşı, düşmanlarla cenge varır ve şehit düşer.? -R. Enis.
şehit edilmek : kutsal bir ülkü veya inanç uğrunda öldürülmek.
şeker gibi : 1) çok sevimli, güzel 2) yumuşak huylu, yumuşak davranan. Örnek Kullanım : ?Doktor şeker gibi adam, ahbabım.? -N. Hikmet.
şekeri kestirmek : şeker şerbetine, limon suyu veya limon tuzu katarak kaynatıp koyulaşmasını sağlamak.
şekerleme yapmak : kısa bir süre uyumak, kestirmek.
şekil almak : belli bir biçime girmek, biçimlenmek, şekillenmek.
şekil vermek : belirli bir biçime girmesini sağlamak, biçimlendirmek, şekillendirmek. Örnek Kullanım : ?O, biraz da bana yardım olsun diye, mektepteki Amerika’dan gelen gazeteleri toplar, getirir, bu işe şekil verirdi.? -H. E. Adıvar.
şekilci olmak : belli biçimler, kalıplar dışına çıkamamak. Örnek Kullanım : ?Şiir diline dayanan bir edebiyat, konuşma dilinden ayrıldığı ölçüde hayattan kopmak, şekilci olmak zorundadır.? -N. Cumalı.
şenlik görmemiş : terbiyesiz, görgüsüz (kimse).
şerbet gibi : yumuşak, güzel (hava).
şerbet içmek : sözlenmek veya nişanlanmak üzere tarafların anlaşması durumunda ezilen şerbet içilerek tören yapmak.
şeref vermek : onurlandırmak, şereflendirmek.
şerh düşmek (koymak) : alınan karar veya kararlara karşı olumsuz yönde yazılı görüş bildirmek.
şerrine lanet : kötü bir kimse ile uğraşmak istenilmediğini veya kaçınıldığını anlatan bir söz.
şeşi beş görmek : alay yanlış görmek. Örnek Kullanım : ?Asıl âşığın gözü şeşi beş görür, kulağı Mısır’daki sağır sultanın duyduğunu bile duymaz.? -R. H. Karay.
şevk vermek : isteklendirmek. Örnek Kullanım : ?Bir bitmeyecek şevk verirken beste / Bir tel kopar, ahenk ebediyen kesilir? -Y. K. Beyatlı.
şevke gelmek : 1) isteği, hevesi artmak. Örnek Kullanım : ?Öyle keyifleniyor, öyle şevke geliyordu ki…? -Y. Z. Ortaç. 2) neşelenmek.
şevke getirmek : canlandırmak, isteğini artırmak.
şevki kırılmak : isteği, hevesi kalmamak.
şeyhin kerameti kendinden menkul : büyük işler gördüğünü söyleyen birinin sözüne inanılmadığını anlatmak için söylenen bir söz.
şeytan aldatmak : 1) bazı davranışlarda iradeli, güçlü davranamamak, nefsine uymak 2) uyku hâlindeyken meni boşalmak, düş azmak. Örnek Kullanım : ?O gecenin sabahı şeytanın aldattığı vücudunu soğuk suda temizlerdi.? -S. F. Abasıyanık.
şeytan azapta gerek : ?sevilmeyen bir kimse zorluk içinde kaldığında bunu hak etmiştir? anlamında kullanılan bir söz.
şeytan diyor ki : yapılmaması gereken bir davranışı yapma isteği duyulduğunda söylenen bir söz. Örnek Kullanım : ?Gül tenli, kor dudaklı, kömür sürmeli / Şeytan diyor ki sarmalı, yüz kere öpmeli? -Y. K. Beyatlı.
şeytan dürtmek : durup dururken uygunsuz, kötü bir davranışta bulunmak. Örnek Kullanım : ?Ama çocukluk işte, şeytan dürttü, ya herrü ya merrü diyerek birden yukarı baktım.? -H. Taner.
şeytan geçmiş gibi : birkaç kişinin konuştuğu sırada kısa bir süre sessizlik olması durumunda kullanılan bir söz.
şeytan geçti : şeytan geçmiş gibi.
şeytan gibi : çok zeki ve kurnaz.
şeytan görsün yüzünü : sevilmeyen, görmek bile istenilmeyen kimse için söylenen bir söz.
şeytan kandırmak : düş azmak, şeytan aldatmak.
şeytan kulağına kurşun : hlk. aksama ihtimali bulunan durum veya işler düzenli gittiğinde ?nazar değmesin? anlamında söylenen bir söz. Örnek Kullanım : Şeytan kulağına kurşun, hiçbirimiz hasta olmadık.
şeytana külahı (pabucu) ters giydirmek : çok kurnaz olmak. Örnek Kullanım : ?Fakat aynı zamanda, şeytana külahı ters giydirecek kadar açıkgöz ve kurnazdı.? -R. N. Güntekin.
şeytana parmak ısırtmak : çok kötü ve çirkin bir şey yapmak.
şeytana uymak : kötü bir şey yapma isteğine kapılmak.
şeytanın arka bacağı (kıç bacağı veya art ayağı) : çok akıllı ve yaramaz (çocuk).
şeytanın bacağını (ayağını) kırmak : 1) herhangi bir sebeple yapılmayan bir işe başlamak veya gidilmeyen bir yere gitmek 2) uğursuzluğu, şanssızlığı, aksiliği yenmek.
şeytanın gör dediği : başkalarının göremediği, farkına varamadığı incelikler veya gerçekler.
şeytanın işi yok : ?ne hikmetse, aksilik bu ya? anlamında kullanılan bir söz.
şeytanın yattığı yeri bilmek : bilinmesi ve hatırlanması güç şeyleri bilmek, çok kurnaz ve açıkgöz olmak.
şıkır şıkır oynamak : 1) canlı bir biçimde oynamak 2) mec. çok sevinmek.
şıp diye : 1) ?şıp? sesi çıkararak 2) ansızın 3) hemen. Örnek Kullanım : ?Öyle bir suratla karşılayacak ki seninki hiç istenmediğini şıp diye anlayıp defolacak.? -A. İlhan.
şırınga etmek : gaz veya sıvı bir maddeyi gözenekli başka bir maddenin içine şırınga ile doldurmak.
şırınga yapmak : şırınga ile vücuda gerekli yerinden ilaç vermek.
şiar edinmek : benimsemek, ilke olarak kabul etmek. Örnek Kullanım : ?Zira ki biz, orijinal mevzulara teması şiar edinmişiz.? -N. Hikmet.
şiddet göstermek : kaba, sert davranmak.
şiddete başvurmak : kaba kuvvet kullanmak.
şifa bulmak : iyi olmak, onmak.
şifa niyetine : bir kimseye ilaç verilirken ?iyi olması, fayda sağlaması dileğiyle? anlamında kullanılan bir söz.
şifa vermek : iyi etmek, sağlığına kavuşturmak. Örnek Kullanım : ?Hastalara türlü maceralarla şifa vermesini ben bilirim.? -Y. K. Karaosmanoğlu.
şifayı bulmak (kapmak) : tkz. hastalanmak veya hastalığı artmak. Örnek Kullanım : ?Aksırık öksürük derken kızcağız şifayı kapmış.? -A. İlhan.
şifreyi çözmek : 1) bir şifrede kullanılan işaretlerin anlamını bulmak 2) mec. gizli bir olayı anlayıp açıklığa kavuşturmak.
şiir düzmek : şiir yazmak veya söylemek. Örnek Kullanım : ?Onun bir parçası olan insan da tazelenir bu mevsimde, ozanların şiir düzmeleri bu yüzdendir işte.? -M. C. Anday.
şikâyet getirmek : sızlanmak, yakınmak. Örnek Kullanım : ?Hüsmen de yorgunluğundan şikâyet getirmiyor, hak uğruna çalışmak ona yol mihnetlerini unutturuyordu.? -R. H. Karay.
şikâyette bulunmak : yakınmak, şikâyet etmek.
şike yapmak : 1) danışık spor karşılaşması yapmak 2) mec. bir çıkar karşılığı anlaşarak bir işi yapmak.
şimdiden tezi yok : vakit geçirmeden, hemen şimdi.
şimşek çakmak : şimşek oluşmak. Örnek Kullanım : ?Üst üste birkaç şimşek çakıyor.? -A. İlhan.
şimşek gibi : çok hızlı. Örnek Kullanım : ?Şimşek gibi bir semte atıldık yedi koldan / Şimşek gibi Türk atlarının geçtiği yoldan? -Y. K. Beyatlı.
şimşekleri üstüne çekmek : sert eleştirilere hedef olmak.
şirazeden çıkmak : 1) kitabın sırt bölümünde bulunan enli şeridin bozulması sebebiyle sayfalar dağılmak 2) mec. akıl dengesini kaybetmek.
şirk koşmak : Tanrı’nın birden çok olduğunu söylemek, Tanrı’ya ortak tanımak, eş koşmak.
şişe çekmek (vurmak) : ağrı dindirmek amacıyla içinde alev yakılarak havası seyreltilen özel bir şişeyi veya bardağı sırta yapıştırmak, vantuz çekmek. Örnek Kullanım : ?Annem şişe çekerken kıvrılmış gazete kâğıdıyla yaptığı küçük alevli ısıtıcıları tenimize düşürür, yakardı.? -A. Kutlu.
şöhret bulmak (kazanmak) : ün sahibi olmak, üne kavuşmak, ünlenmek. Örnek Kullanım : ?Fakat Nedim’den hoşlanan kızlarla kadınların çoğu onu, yeni şöhret bulan bir sinema aktörüne benzetmektedir.? -Y. K. Karaosmanoğlu. ?Her mahallede hatta satıcılar arasında şöhret kazanmış olan güzel sesliler
şöhret kapısı açılmak : meşhur olmaya başlamak.
şöhret salmak : ünü yayılmak. Örnek Kullanım : ?Burada jandarma teğmeni olsun da daha bir defa, Ankara’da şöhret salmış olan o gözleri görmesin.? -R. H. Karay.
şöhreti dünyayı tutmak : çok tanınmak. Örnek Kullanım : ?Bizim evin altında şöhreti dünyayı tutmuş bir turşucu dükkânı vardı.? -R. H. Karay.
şölen çekmek : 1) şölen düzenlemek, ziyafet vermek 2) mec. sanat gösterisinde bulunmak. Örnek Kullanım : Konuşmanın şurasına burasına espriler serpiştirerek size bir konuşma şöleni çekerdi.
şöyle bir bakmak (göz atmak) : kısaca bakmak.
şöyle dursun : bir işin gerçekleşmekten çok uzak bulunduğunu, ona bağlı daha kolay, daha basit bir şeyin bile gerçekleşmediğini anlatan bir söz. Örnek Kullanım : Uyumak şöyle dursun, biraz dinlenmek bile mümkün olmadı.
şöyle ki : bir düşünceyi açıklamak için söylenecek sözlerin başına gelen bağlaç.
şu denli : çok, fazla.
şu günlerde (sırada) : 1) çok uzak olmayan bir zamanda 2) içinde yaşadığımız günlerde. Örnek Kullanım : ?Şu sırada bütün belalar neredeysem gelip beni buluyor.? -A. İlhan.
şu kadar : çok fazla.
şu kadar ki : ancak, bununla birlikte, ne var ki.
şuna bak : hafifsemek veya kınamak için söylenen bir söz.
şuna buna : başkalarına.
şunda bunda : herkeste.
şundan bundan : belirsiz şeylerden.
şundan bundan konuşmak : havadan sudan konuşmak.
şunu bunu : çeşitli nesneleri. Örnek Kullanım : ?Hacı’dan gereken şunu bunu alarak toprağın şu parçasını, o parçasını rehin verdik.? -Halikarnas Balıkçısı.
şunu bunu bilmemek : itiraz dinlememek, mazeret kabul etmemek.
şunun bunun : 1) herkesin, el âlemin. Örnek Kullanım : ?Başlarını dinlerler, kumru gibi yuvalarında oturur, şunun bunun aleyhinde konuşmazlar.? -B. Felek. 2) kimliği belli olmayanın, adı sanı bilinmeyenin. Örnek Kullanım : ?Çiftliği her zamanki gibi şunun bunun elinde unutulmuş buldu.? -N.
şunun şurası : küçümseme, azımsama anlatan bir söz. Örnek Kullanım : ?Bir incir çekirdeğini doldurmayan sebeplerle şunun şurasında ne var ki ağzımızın tadını kaçırıyorsunuz.? -O. C. Kaygılı.
şurada burada : birçok yerde, rastgele yerde.
şuradan buradan : 1) birçok yerden, rastgele yerden 2) her konudan.
şusu busu : belirsiz mal varlığı. Örnek Kullanım : ?Adamın bizim adada yalıları, şatosu, köşkü, şusu busu vardır.? -S. F. Abasıyanık.
şut atmak (çekmek) : topu sert ve hızlı bir biçimde kaleye atmak.
şüphe bırakmamak : kuşkuya sebep olan bütün ihtimalleri ortadan kaldırmak.
şüphe etmek : kuşkulanmak. Örnek Kullanım : ?Bu sözünde samimi olduğuna hiç şüphe etmem.? -F. R. Atay.
şüphe uyanmak : kuşku uyanmak.
şüphe yok : kuşku yok. Örnek Kullanım : ?Evinde yalnız olduğu ve hiç şüphe yok, birçok işi olduğu hâlde saatlerce benim için o pencerenin önünde duruyor.? -M. Ş. Esendal.
şüpheye düşmek : kuşkulanmak. Örnek Kullanım : ?Yaşayışı şüpheye düşürmüştü beni.? -Y. Z. Ortaç.
şüpheye kapılmak : şüphe duymak. Örnek Kullanım : ?Eski bir bakan Ankara’nın bir köşesinde bir apartman mı yaptırmış, İsmet Paşa derhâl bir haksız iktisap şüphesine kapılıyordu.? -Y. K. Karaosmanoğlu.
şüyu bulmak : herkes tarafından duyulmak, yayılmak.
abicim bunun neresi kısa
Bence